Mutezile

 Felsefeye bir bakış

49.Bölüm: Mutezile

Yazan: Onur Çoban

Akılcılık ve İslam Düşüncesi

             Yaklaşık 700-1000 yılları arasında altın çağını yaşayan İslam Felsefesini incelerken karşımıza Kelam ve onun akılcı yönünü vurgulayan Mutezile çıkmaktadır. Bir dönem resmi İslam İtikat Mezhebi olan günümüzde ise neredeyse yok olmuş olan bu düşünce geleneği akla verdiği önemle hatırlanır. 

İçerik olarak farklı olsa da tarihsel gelişim adeta Pozitivizmi andırır. Her ikisi de dönemi için ilerici, bilimsel ve akılcı bir akım yaratmıştır. İkisi de zamanla “tek doğru” olduğunu iddia etmiş ve bu nedenle baskı kurmuş, diğer görüşleri dışlamıştır. Yine her ikisi de yıllar sonra hem karşı durdukları akıl ve bilim dışı çevrenin nefretini kazanmış hem de savundukları bilimcilerin karşı durduğu bir akım olmuştur. Bu nedenle, her ikisini de tarihsel döneminde objektif bir biçimde incelemek daha doğrudur. Mihne olarak isimlendirilen döneme geçmeden önce kısaca Mutezile ye bakalım… 

İslam Felsefesi önceki bölümde de anlatıldığı gibi bir anda gerçekleşmemişti. Onunla birlikte Kelam ve Tasavvuf gibi farklı düşünsel hareketler felsefenin adeta öncüsü/yancısı olmuşlardı. Her ne kadar felsefenin akılcı anlayışına göre az veya çok farklılıklar içerse de bu ilimler de düşünce alanında oldukça etkin olmaları bakımında incelenmesi gerekmektedir. 

İslam Düşünce geleneğinin üç ana kolundan biri olan Kelam; akla verdiği önemle dini inanç konularını açıklama ve temellendirme anlayışı güden bir ilimdir. Fıkıh ilminden ayrılarak ve ondan kıyas yöntemini alarak bağımsız bir disiplin haline gelmiştir. Diğer iki düşünce geleneğinden akıl ile nakil konusundaki duruşuyla da ayrılır. 

İslam Düşüncesinin 3 temel ilmi olduğu kabul edilir. Tasavvuf iman ve vahiy bilgisine önem verir. Felsefe ise akla dayalı düşünceyi kabul eder. Kelam ise bu ikisinin adeta ortasında gibidir. Bu açıdan Kelamcılar zaman zaman her iki taraftan da eleştiri almışlardır. Akıl konusunda felsefeye daha yakın olan kelam, dini referans alması bakımından ondan ayrılır. Elbette İslam Felsefe geleneğinde dinin önemi tartışılmaz ancak yine de konu ve yöntemleri bakımdan İslam felsefesi, eski yunanwww.onurcoban.com felsefe geleneğinden beslenirken Kelam İslam’da daha içten ortaya çıkmış olan bir düşünce geleneğidir. Ancak zamanla felsefeye de benzerlik göstermiştir. Zamanla farklı kelam ekolleri ortaya çıkmıştır.

     Mutezilenin ortaya çıkışı bir hikaye ile anlatılır. İlk İslam düşünürlerinden Hasan-ı Basri, Basra’da bulunan okulunda dersler vermektedir. Büyük günah işleyenlerin durumunun tartışıldığı bir derste talebelerinden Vasıl bin Ata “Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir, fasıktır” diye cevap verir. Ancak bu görüşü Hasan-ı Basri kabul etmez. Bunun üzerine Vasıl bin Ata ve yandaşları orayı terk eder. Hasan Basri bunun üzerine “Vasıl bizden ayrıldı” der. Mutezile “ayrılanlar” manasına gelir.

 Vasıl bin Ata 700’lü yıllarda yaşamıştır. Onun döneminde kelam ekolleri yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Hocası olan Hasan-ı Basri, siyasi kargaşadan uzak olan Basra’da bir eğitim çemberi oluşturmuştu. Bu çemberde eğitim görse de “Büyük Günah” ayrışması sonrası kendi eğitim çemberini oluşturdu. Bu dönemde yanında Amr Bin Ubeyd bulunuyordu. Vasıl, Bin Ubeyd’in kız kardeşi ile evlenmişti. R harfini söyleyemediğinden içinde r harfi olmadan konuşmalar yaptığı buna rağmen oldukça etkili bir hatip olduğu söylenir. Dirar bin Amr’ın hocasıdır. Birçok öğrencisini farklı coğrafyalara gönderdiği bilinir. 

Vasıl Bin Ata, Mabed el-Cüheni ve Cehm bin Safvan gibi kendi akımlarını oluşturan ilk kelamcıları da tanıdı. Sonunda Mutezile denilen kelam mezhebinin kurucusu sayıldı. Onun en önemli görüşü fasıktır. Eğer bir mümin günah işleyip ölürse, tövbe ederek de affedilmediyse cehennemde kalacaktır. Ancak bir kafir gibi ağır cezada çekmeyecektir. Bu adeta bir ara durumdur. 

Vasıl bin Ata’dan sonra yakın arkadaşı Amr Bin Ubeyd bu ekolün lideri olur. İslam Felsefesinin de oluşmasında büyük önemi olan tercüme hareketleriyle çağdaş olan Ebü’l Hüzeyl el-Allaf (el-Allaf/ Hudhayl) bu hareketin geniş kitlelere yayan kişi olarak bilinir. Ebü’l Hüzeyl, Allah’ı, iyiyi ve kötüyü akılla bilinebileceğini belirtir.www.onurcoban.com 

800’lü yılların ilk yarısında yaşayan Nazzam, Abbasi halifeleri zamanında yaşamıştır. Hem Ebü’l Hüzeyl ’den hem de İmamiye ekolünün öncülerinden Hişam Bin Hakem’den etkilenmiştir. Ona göre bölünemeyen bir temel parça (atom) yoktur. Her şey sonsuza kadar bölünerek ilerler. Ayın yarılması gibi mucizeler yoktur. 

El-Fuvati olarak bilinen Hişam bin Amr ve öğrencisi Abbad bin Süleyman es-Saymeri gibi isimlerle bu ekol devam eder. 

Cahız, Mutezilenin Basra ekolünün önemli isimlerinden biridir. Arap edebiyatının da önemli isimlerinden birisi olarak görülür. 

El-Cübbai, mutezilede baba ve oğul olarak önemli iki isimdir. Baba Ebu Ali el-Cübbai, yine önemli mutezile kelamcısı Şahham’dan ders almıştır. Öğrencisi olan oğlu Ebu Haşim el-Cübbai’nin görüşleri Behşemiyye olarak bilinir. En ünlü görüşü Ahval Teorisidir.

 Baba Cubbai’nin bir başka öğrencisi ise bir zamanlar mutezile kelamcısı olup “üç kardeş meselesi” ile onlardan ayrılarak kendi mezhebini kuran İmam Eşari’dir. 

Mutezilenin etkisini kaybettiği dönemde yaşayan Kadı Abdülcabbar’ın en önemli özelliği kendinden önceki isimleri ayrıntılı anlatmasıdır. Onun sayesinden tarihsel bilgileri de elde etmekteyiz. 

Mutezilenin Bağdat ekolü Bişr bin Mutemir in kurduğu kabul edilir. Öğrencileri Sümame bin Eşres, Ebu Musa el-Murdar gibi isimler dönemin etkin kişileridir. Murdar’a “Mutezilenin rahibi” yakıştırması yapılmıştır. Bişr’in öğrencilerinden özellikle İbn Ebu Duad halifeyi ciddi bir biçimde etkilemiştir. Mutezilenin en çok eleştirildiği Mihne dönemi de en güçlü olduğu bu zamanda olmuştur. 

Cafer bin Mübeşşir, Cafer bin Harb, Ebu Cafer el-İskafi, Ebü’l Hüseyin el-Hayyat, Belhi şehri ile de hatırlanan Kabi gibi isimlerle bu ekol devam etmiştir. Diğer Mutezile alimlerince çok eleştirilen Dirar bin Amr ve Selçuklular döneminde yaşamış olup mutezile ekolünün son temsilcilerinden olan Zemahşeri diğer mutezile kelamcılarına başka örneklerdir. 

Görüldüğü gibi çok sayıda önemli isim Mutezilenin gelişmesine katkıda bulunmuştur.www.onurcoban.com Hem Vasıl bin Ata zamanı hem de Abbasi Halifelerinin telkinleriyle ilerleyen dönemlerde Çin’den Bizans’a kadar çok sayıda kişi bu düşünceyi yaymaya çalışmıştır. 

Bu açıdan Mihne dönemi ilginçtir. Akılcılık vurgusu yapan bu kelam mezhebi Abbasiler döneminde resmi ideolojinin himayesine girmesi adeta baskıların da kaynağı durumuna geldi. Farklı görüşteki birçok din adamı ve düşünür sürgün, hapis ve idamları yaşadı. Bu açıdan Sünni ve Şii dünyasından tepki topladı. 

Mutezile Vasıl’dan sonra gelen Amr bin Ubeyd zamanından beri Abbasi Halifelerinin dikkatini çekmiştir. Her ne kadar Halife Mansur, Amr bin Ubeyd’in dostu olsa da Amr özel bir ayrıcalık istemediği ve siyasetten uzak durduğu kabul edilir. İlerleyen yılarda ise Halife Memun zamanında yükselişe geçtiler. Halife özellikle Şii ve Ehli-Sünnet akımlarına karşı bilinçli olarak Mutezileyi desteklemiştir. Aynı Türkleri, İran ve Araplara karşı desteklemesi gibi… 

 Mutezile kelamcılarından Bişr bin Mutemir, Sümame bin Eşres ve İbn Ebu Duad zamanında bu mezhep halifeliğin adeta resmi mezhebi haline gelmiştir. Ebu Duad bu dönemde özellikle güçlüydü. Bu resmilik zamanla diğer mezheplere baskıyı da beraberinde -onurcoban- getirdi. Mihne adı verilen bu dönemde hem sünni hem de şii birçok din adamı baskı gördü. Halife Mutasım döneminde de bu güç devam etse de Halife Mütevekkil döneminde destekleri kaybettiler. Zamanla Eşarilik ve Matüridilik akımları güçlendi. İbnü'r Ravendi gibi bazı isimler Şia’ya katıldı. Mihne döneminin etkisiyle mutezile yaygınlığını kaybetti. 

Abbasilerin güç kaybetmesi ve Büveyhoğullarının iktidarı almasıyla Mutezile Kelamcıları kısa bir süre yeniden güçlendiler. Bu dönemde hem bir mutezile hem de vezir olan Sahib bin Abbad’ın nüfusu ile bu görüş yeniden öne çıktı. Son dönem isimlerde Kadı Abdülcabbar bu dönemde önemli mevkilere geldi. Ancak Abbad’ın ölümü sonrası yeniden nüfuslarını kaybettiler. 

Selçukluların bölgeye hakim olması ve Türklerin Eşarileri yönetimden uzaklaştırmasıyla Mutezile kelamcıları önemli mevkilere getirildiler. Sultan Alpaslan döneminde dönemin güçlü ismi vezir Nizamülmülk Eşariliğe özel bir önem verdi. Gazali gibi isimlerin de telkinleriyle bu mezhep baskın duruma geldi. Bu durum zamanla Mutezileyi Sünnilik içinde uzaklaştırdı. Yemen gibi bazı coğrafyalarda Şiilik ile Mutezile arasından bir kesişme oldu. 

Mutezilenin 5 temel ilkesi bulunur. Usul-i Hamse denilen bu beş ilke şunlardır: 

Tevhid, Adalet, Va’d ve Va’id (Ödül ve Ceza vaadi), El Menzile beyne’l-menzileteyn (iki konum arasında üçüncü konum) ve Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker (iyiliği emredip ve kötülükten sakınmak) Mutezilenin Basra ve Bağdat gibi farklı iki ekolü de olsa bu beş temeli kabul etmeyen mutezileden sayılmazdı. 

            Tevhid, Allah’ın bir ve tek olduğunu kabul etmektir. Bu Mutezile için tartışmasız bir konudur. Düşünce sistemlerinin başına bunu koymaları felsefe ile kelam arasındaki farklara bir örnektir. Mutezile kelamcıları özellikle Allah’ın sıfatları olup olmaması veya onların neler olduğu konusu üzerinde durmuşlardır.

             Adalet, kavramına göre güzel ve iyi olan Allah’tan gelir. Kötülük ise insan kökenlidir. Kötü olanın Allah’tan geldiği düşüncesi hatalıdır. Burada özgür irade kavramı önemlidir. Kişi kötülüğü kendi özgür iradesiyle yapmış olduğu seçimler sonucu oluşur. Eğer özgür irade olmasaydı adalet kavramı da anlamsızlaşır. Mutezile, Cebriye ve Kaderiyenin ortasında gibidir. Onlara göre özgür irade olmasa tercih yapılamaz. Bu da Allah’ın sunmuş olduğu ödül ve ceza sistemine uymaz. Adalet kavramı burada önemlidir. İnsanlar yapmış olduğu fiillerle adil bir yaratıcı tarafından ödül veya ceza alacaklardır. Allah insanlara tüm seçenekleri sunar. İyi veya kötüyü seçmek bireyin sorumluluğundadır.

             Ödül ve Ceza vaadi, Allah gelecekte insanlar için vad veya vaid yani ödül veya ceza vereceğini bildirir. Kişiler bu dünyada yaptıkları sevap veya günahlara göre ödül veya ceza alacak, cennet veya cehenneme gideceklerdir.

             İki konum arasındaki üçüncü konum, Mutezilenin de ortaya çıkmasına neden olan Fasık meselesidir. Onlara göre Büyük Günah İşleyen bir mümin kafir sayılamaz. Ancak bir mümin gibi de konumlandırılamaz. Onlara Fasık adı verilir. Mürcie kelamı büyük günah işleyeni de mümin sayılacağını, Hariciler ise onları kafir sayılması gerektiğini savunur. Mutezile adeta orta bir konumu işaret ederek fasıkların da cehenneme gitse bile kafirler derecesinde bir ceza almayacağını söylerlerdi.

             İyiliği emredip, kötülükten sakınmak, her Müslümanın görevidir. Adaleti yaygınlaştırma, iyilik için mücadele etme, İslam dinini yayma yöneticiler kadar inananların da bir görevidir. Bu nedenle birçok Mutezile kelamcısı o dönemde bilinen coğrafyada sürekli gezmişlerdi.

             Akla verdikleri önemle dikkat çeken bu kelamcıların birçoğu Kindi gibi İslam Filozoflarıyla da çağdaştır. Bir dönem baskın İslam görüşünü sahiplense de hem Sünni hem de Şii çevrelerde adeta istenmeyen adam konumuna düşmüşlerdir. Şiilik için de bir dönem varlıklarını devam ettirseler de günümüzde etkisi tamamen kaybolmuş gibidir. Ancak İslam düşüncesine aklı dahil etmeleri sayesinde önemlidirler.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban

 Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...