Felsefeye bir bakış
50.Bölüm: Eşarilik ve MatüridilikEhli Sünnet anlayışı
Ehli Sünnet terim olarak Hz. Muhammed’in sünnetini yani onun görüşlerini takip eden demek olsa da genel sınıflandırmada sadece Sünniler için kullanılmaktadır. Terim anlamı bakımından hem Sünni hem de Şiiler sünnetin takipçisi olarak görmek hatalı değildir.
Genel sınıflandırmaya göre düşünüldüğünde Ehli Sünnet, Sünni siyasi mezhebinin görüşlerini kapsar. Ancak bu isimlendirme aslında daha çok iki kelam mezhebi olan Eşarilik (Eşariyye) ve Matüridilik i içerir. Birçok kişi Selefiliği de bu sınıflandırmaya sokar.
Önceki konularda
kısaca Fıkıh mezhepleri ve Kelam konusu incelenebilir.
Ehli Sünnet adı da verilen bu iki kelam mezhebi ortak noktalar içerse de farklılıklar da içermektedir. Özellikle Eşari gelenekten gelen ancak başlı başında bir konu olarak incelenecek olan Gazali etkisi ile Eşarilik hızla yaygınlaşmıştır.
Ehli Sünnet düşüncesinin kökenleri Sünni ve Şii mezhebinin ayrılması dönemlerine kadar gitse de mezhep haline gelmesi çok daha ileri bir tarihtir. İlk İslam âlimlerinden Hasan Basri, Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel gibi isimlerin görüşleri bu görüşü yavaş yavaş oluşturmuştur. Yine İmam Malik ve Şafii’de Sünni ekolün oluşumunda yer almışlardır.
Abbasi devrinde bir resmi devlet mezhebi haline gelen Mutezile, diğer mezheplere baskı uygulanmasına neden olmuştu. Mihne Olayı denilen bu dönemde Ehli hadis grubu olarak isimlendirilen bir grubun oluşmasına neden oldu. Hanbeli Mezhebinin kurucusu olacak olan Ahmed bin Hanbel (ki o dönem hadisçiler olarak bilinirler) Sünni Müslümanlar arasında önemli hale gelmiştir. Mutezilenin güçten düştüğü bu dönemde Haris el-Muhasibi nin görüşleri ise Sufiler içinde güç kazanacaktır. Bu noktada karışıklık olmaması adına ilk dönemdeki bu isimlere Selefi de denmekte ancak günümüzdeki Selefi Mezhebini tam olarak karşılamamaktadır.
Bu geçiş döneminde 900’lü yıllarda yaşayan Ebü’l Hasan Eşari (İmam Eşari), Hanbeli düşüncesi üzerinden kendi kelam ekolünü oluşturmuştur. Eşari önceleri Mutezile okuluna mensuptu. Üç kardeş meselesi olarak bilinen anlatıya göre bu ekolden ayrıldı. www.onurcoban.com
Eşari’nin hocası, ünlü mutezile Ebu Ali el-Cübbai’dir. İhve-i Selase yani “üç kardeş meselesi” olarak belirtilen olaya göre Eşari, hocasına sorular sorar. Buna göre biri mümin, biri kâfir, diğeri ise henüz çocukken ölen üç kardeşin öldükten sonraki durumunu sorar. Cübbai; birincisinin cennete, ikincisinin cehenneme, üçüncüsünün ise azaptan kurtulmakla birlikte cennete giremeyeceği şeklinde cevap verir. Ancak Eşari, bu durumda üçüncü kardeşin “Rabbim bana ömür verseydin de sana iman ve itaat ederek yaşasaydım ve cennete girseydim. Benim için en uygun olanı yapman gerekirdi.” Şeklinde itiraz edeceğini söyler. Cübbai, Allah’ın söz konusu çocuk için en uygun olanı yarattığını, zira yaşadığı takdirde isyankar olup cehenneme gireceğini söylemiştir. Ancak Eşari, o zamanda ikinci kardeşin, “Allah’ım o zaman beni neden çocukken öldürmedin” şeklinde isyan edeceğini söyler. Hocası tarafından doyurucu bir cevap alamayan Eşari Mutezileyi tek eder. Bu olayın tarihsel gerçekliği tartışmalı olup ilke kez yüzyıllar sonra Fahreddin Razi tarafında Eşari’ye mal edilmiştir.
Gerçek olup olmasa da yüzyıllarca bu öykü Eşariliğin kurucu anı olarak görüldü. Aynı Hasan Basri’nin “Vasıl bizden ayrıldı” diyerek, Mutezilenin (ayrılanlar) kurulma öyküsü gibi. Muhtemelen Eşari, Mutezilenin Kuran’ı mahluk (yaratılmış) olarak görmesi gibi nedenlerle fikirsel ayrılığa düşmüştü. İleride Hanbeli mezhebinin tepkisini de alsa kendisini Hanbeli temsilcisi gören Eşari kendi ekolünü başlattı. Hemen hemen aynı dönemde ancak kilometrelerce uzak bir coğrafya da benzer bir düşünceyi İmam Matüridi başlatacaktı.
Eşari’nin öğrencisi Bahili ve onunda öğrencisi Ebu Bekir Bakillani ile bu ekol devam etmiştir. İbn Furek, Abdülkahir El-Bağdadi, İbn Mücahid, Cüveyni gibi isimlerle Eşarilik sistemli hale gelir.
Bakillani bu açıdan önemlidir. Şii Büveyhoğulları devletinde Bizans’a elçi olarak gitmiş ve kadı unvanını almıştır. Eşari’nin aksine o İmam Malik’in oluşturduğu Maliki Mezhebini benimsemiştir.
İbn Furek, öncelikle Sufilik ve Tasavvufla tanıştı. Gazneli Mahmut zamanında Gazne’ye giderek çalışmalarını burada sürdürdü. Abdülkerim Kuşeyri gibi sufi öğrenciler yetiştirmesi onu aynı zamanda tasavvuf alanında da görülmesine neden olmuştur.
Gazali’nin hocası olan İmamül harameyn el-Cüveyni Şafii fıkhının ilk sistematik usulünü yazan kişidir.
Eşariliğin bu dönemine Mütekaddimun dönemi de denir. Gazali öncesi olarak bilinen bu dönem 5 ve 11. Yüzyılla arasından kabul edilir. Sonrasından gelen Müteahhirun döneminde de Gazali’nin gölgesinde olsa da Eşarilik devam etmiştir. Bu ayrımın ortasında Gazali bulunur. İlk kelamcılar felsefe ve mantıktan daha uzaktır. Fıkıhçıların kullandığı kıyas yöntemiyle eserler üretmişlerdir. Daha çok din usullerini tartışır. Sonraki kelamcılar için mantık önemli olmuştur. Her ne kadar felsefecileri sevmeyen Gazali’nin etkisi olsa da, bu dönemde kelam gittikçe felsefeye de benzemiştir. Gazali bu dönemde tasavvuf ile kelamı uzlaştırmaya da çabalamıştır.
Bu dönem aynı zamanda Farabi ve İbn-i Sina’nın güçlü olduğu İslam Felsefesi dönemindir. Bu açıdan genel olarak Kelam, Felsefeye daha çok yaklaşmış bu açıdan başta Eşariler ve Gazali bununla mücadele etmiştir.
Sonraki yüzyıllarda Eşari geleneği ile kelamla ilgilense de Gazali öncesi gibi salt bir mezhep ekolü olamadı. Bu dönemde Felsefe ile de oldukça içli dışlı olundu. Aynı zamandaonurcoban.com Türklerin siyasi gelişimi ile Matüridilik de güçlendi. Bu dönemdeki isimler sadece Eşari olarak değil Kelamcı olarak da görmek de mümkündür.
Fahreddin Razi (ö.1209) Maveraünnehir bölgesinde dersler vermesi nedeniyle Türkler arasından önem kazandı. Sonraki dönemlerde Osmanlı’da bir Fahreddin Razi ekolü oluştu. Farklı görüşlerde olsa da ünlü düşünür ve bilim adamı ve Nasiruddin Tusi, Fahreddin Razi’den etkilenmiştir.
Adudüddin İci özellikle Kelam tanımıyla bilinir. Ona göre “Kelâm, kesin deliller getirmek ve ileri sürülecek karşı fikirleri çürütmek suretiyle dinî inançları kanıtlama gücü kazandıran bir ilimdir.” İci çok yönlü bir düşünür olup, Eşarilik ekolüne de uzak değildir.
Teftazani, Timur’un isteği ile Semerkant’ta dersler vermiştir. Teftazani özellikle Osmanlı medreselerinden oldukça popülerdir. Timur tarafından protokolden baş sırada tutulduğu bilinir. Anlatılana göre çağdaşı Cürcani ile yaptığı bir tartışmada kaybetmesi üzerine bu protokol sırası elinden alınarak Cürcani’ye verilmiş ve bu olaydan sonra üzüntüyle bir süre sonra vefat etmiştir. Kelam ile felsefeyi ayırmak istese de bunu tam olarak başaramamıştır.
Seyyid Şerif el-Cürcani 1300’lerin sonu 1400’lerin
başında yaşayan geç dönem bir İslam alimidir. Molla Fenari ile de tanışan düşünür kelamı felsefeyle birlikte
yapmıştır. Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak eserleri okutulmuştur.
Ehli Sünnet ’in bir başka kolu olan Matüridilik ise Ebu Mansur El-Matüridi tarafından Ebu Hanife çizgisinde ortaya konmuştur. Maveraünnehir bölgesinde yaşayan bir Türk olan Matüridi, Hanefiliği benimseyen birçok Sünni Müslümanın Matüridi kelam ekolüne dahil olmasını sağlamıştır. Eşariler Mutezilenin Basra ekolüne karşıyken, Matüridiler Mutezilenin Bağdat ekolüne karşı olarak ortaya çıkmıştır.
Ünlü bir söyleme göre; Kuran’ın Mekke’de inmiş, Mısır’da okunmuş, İstanbul’da yazılmış ve Maveraünnehir’de anlaşılmıştır.
Matüridilik sadece nakle önem veren Selefiyye karşıtıdır. Aynı şekilde akla daha çok önem veren ve Felsefeye yakınlığı ile bilinen Mutezileye de mesafelidir. Bu açıdan akılla nakil arası bir dengeyi göz ettiği söylenebilir. Bu açıdan Eşarilik’e göre akla daha yakındır.
Matüridi, 900’lü yıllarda yaşamıştır. Ardından gelen Hakim es-Semerkandi bu görüşün yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ebü’l-Muîn Nesefi, Nureddin es-Sabuni, Ebu'l Berekat en Nesefi gibi isimler bu ekolü geliştirmiştir. Sonraki dönemlerde Beyazizade gibi isimler bu görüşü sürdürmüştür.
Matüridilik’te bilgi kavramı önemlidir. Aklın özel bir yeri vardır. Akıl yardımıyla iyi ve kötü seçilebilir hatta Allah’a ulaşılabilir. İnsanlar akılları yardımıyla Allah’ı bilebilirler. Eğer Peygamberler aracılığıyla Allah bilgisi gelmese bile akılla bunu ulaşmak mümkündür.
Bu görüşe göre insan işlediği günahlardan sorumludur. Büyük veya küçük günah işleyen kişi dinden çıkmaz.
Matüridilik bilgiyi üçe ayırır. Fiziki dünyadaki bilgi duyulardır. Geçmiş ve görülmeyen şeylerin bilgisi ise haber kaynaklıdır. Allah ve Peygamberden gelen haber güvenilirdir. İnsandan gelen haber yalan olma durumu olsa da yine de bilgi açısından önemledir. Bilginin önemli kaynaklarından biri ise akıldır. Düşünme, analiz etme, çıkarım yapma yeteneği Allah’ın bahşettiği ve Kuran’da da önem verdiği bir şeydir. Bu açıdan aklı yok saymak saçmadır.
Mutezile kelamcıları vahiy bilgisine ihtiyaç duyulsa bile aklın en önemli unsur olduğu savunur. Eşarilik ve Matüridilik ise nakle tasavvuf kadar olmasa da kelam içinde daha fazla önem verirler.
Bir şeyin iyi ve güzel olması da kelamcıların tartıştığı bir konudur. Eşariler din tarafından yasaklanan şeyleri kötü, gerisinin iyi olduğunu söylerler. Mutezile ve Matüridi geleneği ise güzel ve kötünün akılla bulunabileceğini savunurlar.
Eşarilerin kesb adı verilen görüşe göre her fiili yaratan Allah’tır. İnsanın bir davranış yapma kudreti değil kesbi vardır. Yani yaratıcıdan aldığı yetki, onay ile bir davranışı yapma durumu... Matüridi gelenek her fiili yaratanın Allah olduğu söyler. Kişiler kesb ile yani yaratılmış olan fiili gerçekleştirmek yönünden sorumludur. Bu açıdan insan sorumsuz değildir.
Ehlisünnet kelamcıları sıfatların olmasının Tanrının düşünülmesine yaradığı ve olmamasının insan aklının Allah’ı bilemeyeceğini belirtmişlerdir. Bu açıdan sıfatlar daha çok bir araç konumundadır.
Mutezileye göre Kuranda geçen Allah’ın elleri ve yüzü gibi ifadeler gerçek değil mecazi bir anlam taşır. Oysa Eşari başta olmak üzere birçok Eşariye kelamcısı bunların gerçek olduğuna inanmalı ancak nasıl olduğunu sormamalıdır diye düşünür.
Eşarilik 1200’lü
yıllarda İbn Teymiyye ve El-Cevziyye gibi isimlerin
muhalefetiyle karşı karşıya geldi. Kendilerine Selefiyye diyen bu grup kimilerine göre Ehli Sünnetin bir parçası
kimilerine göre tamamen farklı bir akımdır.
Kısaca Selefiyye’den bahsetmek gerekirse; Selefiyye /Selefilik “Selef” yani ilk İslam alimlerinden gelir. Ehli Sünnet mezheplerinin oluşumundan önce henüz sistematik bir mezhep yokken bu görüşe yakın olanlara Selefiyye ismi verilmiştir. Ancak günümüzde ki Selefiyye mezhebi her ne kadar kökenlerini buraya dayandırsa da görüş olarak çok farklı ve uç noktalara gitmiştir.
İlk dönem Müslümanlar önce Hz. Muhammed’e daha sonra da onunla aynı dönemde yaşayan Sahabeler danışmaktaydı. Ancak bir sonraki nesilde Hasan Basri, Ebu Hanife, Ahmed Bin Hanbel gibi isimler bu geleneği sürdürse de zamanla ayrı bir akım oluştu. Ahmet bin Hanbel’in izinden giden Hanbeliler içinde Selefi ekol oluşmuştur.
Yüzyıllar sonra İbn Teymiyye tarafından bu akım sistemleşmiştir. Bu dönemde felsefeden ve tasavvuftan kopma başlıca hedef haline gelmiştir. Gazali’ye göre 7 temel özelliği vardır: Takdis, Tasdik, Aczi İtiraf, Sükut, İmsak, Keff, Marifet Ehline Teslim.
Selefiyye, Ehli Sünnet içinde değerlendirildiği olsa da son yüzyıllarda diğer akımlara göre oldukça radikalleşmiştir. Vahhabilik gibi modern versiyonları ve radikal şiddet yanlısı oluşumlarıyla ciddi bir tepki ile de karşılaşmıştır. En yaygın bölgesi günümüzde Suudi Arabistan’dır.
Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan bu mezhepler tarih boyunca siyaset alanında da etkin olmuşlardır.www.onurcoban.com
Osmanlı öncesi, Sünniliği seçen Türkler arasından Matüridilik ön planda olsa da Osmanlı medreselerine Mısırlı hocaların gelmesiyle Eşarilik ön plana geçmiştir. Devlet yönetiminde ise Selçuklular zamanından beri Eşarilik ön plana çıkarmak istenmiştir. Özellikle Selçuklu veziri Nizamülmülk resmi olarak Eşariliği desteklemiştir. Şafi ve Maliki mezheplerin arasından da Eşariliğin benimsenmesi ile coğrafi olarak Eşarilik daha çok yayılmıştı. Matüridilik daha kısıtlı olarak Hanefi Türkler arasında kalmıştır.
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
50. Bölüm...
YanıtlaSil