Felsefeye bir bakış
47.Bölüm: İslam Düşüncesinin Doğuşuİslam’ın Altın Çağı
Felsefe tarihleri genelde Batı Felsefesi Tarihi olarak yazılır. Buradan kasıt aslında antik Yunan kökenli felsefe geleneğidir. Çin ve Hint felsefeleri gibi doğu felsefeleri farklı bir tarihsel süreç yaşasa da bu durum Ortadoğu için aynı değildir. İslam Felsefesi olarak bilinen dönem Batı Felsefesinin tam orta noktasındadır. Ancak çoğu felsefe tarihinde bu kısım atlanır.
Ortaçağ olarak adlandırılan yaklaşık MS 500-1500 yılları arasında gerçekleşen felsefi döneme genel olarak Ortaçağ Felsefesi adı verilir. Ancak bu 1000 yıllık dönem tek bir felsefe sistemine ait olan bir dönem de değildir.
Bu dönemde eski dinlerin yerini hızlıca alan Hristiyanlık giderek baskınlaşmış ve kiliseler aracılığıyla siyasi, sanat ve düşünce dünyasının tek hakimi olarak batıda üstünlük kurmuştur. Gerçekten de eski Roma topraklarında neredeyse resmi felsefe olan Stoacılık önemini kaybetmiş, Hristiyan Felsefesi tek güç haline gelmiştir.
Ortaçağ felsefesi olarak düşünüldüğünde Ortadoğu’da farklı bir durum yaşanmaktadır. Ortadoğu da ortaya çıkan İslam kültürü eski Yunan kültürünün izinden gitmiş bilim ve felsefede o dönem için batının hayal bile edemeyeceği ölçüde gelişmiştir. İslam Felsefesi özellikle karanlık kabul edilen batı ortaçağından ayırmak gereklidir. Örneğin Aristoteles yüzyıllarca batıda unutulmuşken, doğuda kitapları üzerine şerhler yazılmaktadır. Batı Aristoteles’i Yunancadan değil Arapçadan Latinceye tercüme etmiştir.
İslam Felsefesi sadece Müslümanların felsefesi değildir. Baskın olduğu yüzyıllarda Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlarca yapılan bir felsefeyi ifade eder. Her ne kadar din ağırlıklı bir felsefe de olsa, İslam Felsefesine daha geniş bakmak gerekmektedir. Bu felsefe İslam Kültürünün etkin olduğu, İslam İmparatorluğu ve coğrafyasında yapılan felsefe olarak kabul etmek gerekir. Bu coğrafya da sadece Ortadoğu değildir. Bugün İspanya’nın olduğu Endülüs Bölgesi gibi doğrudan Avrupa’da bulunan bir nokta İslam Felsefesinin en üst seviyede yapıldığı yerlerden biridir. Aynı şekilde Mısır, Anadolu, günümüzdeki Irak ve İran gibi farklı noktalar da, felsefenin önemli merkezleridir. Sadece düşüncede değil, tıp ve bilimde de Bağdat ve Basra gibi şehirler Avrupa’nın çok ilerisindedir.
İslam’ın Altın Çağı olarak isimlendirilen ve kültür, felsefe, sanat, bilim, tıp gibi onlarca farklı alanlarda çalışmalar yapılan bu dönemde Arap, Türk, Acem, İbrani, Süryani vb. birçok ulustan insan eserler üretmiştir. Abbasiler devrinde zirvesini yaşayan bu dönem önce artan Moğol baskısı, ardından da batının bilim ve teknolojideki ilerlemesinewww.onurcoban.com ayak uyduramaması ile sona ermiştir. Üstüne felsefeyi adeta ikinci plana atan düşünce akımları ve bağnaz dogmaların artması ile Batı ve Ortadoğu arasından uçurum oluşması kaçınılmaz olmuştur. Rönesans ve Bilimsel Gelişmeler sonunda Avrupa’da Modern Dönem başlamıştır. Felsefe alanında bunun öncüsü Rene Descartes kabul edilir.
İslam Felsefesini anlamak için doğal olarak İslam’ı ve onun tarihsel gelişimini incelemek gerekir. Ancak teoloji farklı bir alan olması nedeniyle burada kısaca değinelim.
Arabistan’da yaşayan Hz. Muhammed’e 610 yılında vahiy inmesi ile İslam’ın başladığı kabul edilir. Başlangıçta İslam Mekke’de yayıldı. Ancak Müslümanlara artan baskılar sonucu önce bazı Müslümanlar Habeşistan’a sonra da çoğu Medine şehrine göç yani hicret etti. Hicret, Hicri Takvimin de başlangıcı olduğundan tarihsel referans için önemlidir. Bir süre sonra Mekkeli putperestler ile birçok savaş yapılarak Mekke Müslümanlarca fethedildi Bu olay sonrası İslam hızla yükselişe geçti. Hz. Muhammed vefat ettiğinde tüm Arabistan bu yeni devletin himayesi altına girmişti.
Hz. İsa’nın aksine Hz. Muhammed aynı zamanda bir devlet başkanıydı. Hristiyanlık yüzyıllarca yeraltında faaliyet gösterirken İslam çok hızlı bir biçimde devlet ardından da imparatorluk olma şansını elde etti. Ancak bu denli güçlenme ve zenginleşme doğal olarak siyasi kargaşalara da neden olmaya başladı. onurcoban.com
Hz. Muhammed’in vefatından sonra en önemli sorun halifelikti. Halife hem dinin başı hem de bu yeni devletin yöneticisiydi. Bu hem dini hem de siyasi bir güç demekti. Bu yeni kurulan devletin de henüz tam kurumsallaşmamış olması ve Arapların bu çapta bir devleti ilk kez yönetecek olması da önemli bir sorundu. Sonraki yüzyıllar da devlet hem kurumsallaşmış hem de Türk ve Acem birçok isim yönetim ve orduda söz sahibi olacaktı.
Hz Muhammed’in vefatından sonra yakın arkadaşı ve ilk Müslümanlardan /Sahabeler den Hz. Ebu Bekir halife oldu. Yaşı ilerlemiş olan Hz. Ebu Bekir sadece 2 yıl halifelik yaptı. Onun döneminde Hristiyan Bizans ve Zerdüşt Sasani İmparatorluğu ile savaşıldı. Ardından Hz Ömer halife seçildi. Onun döneminde İran, Mısır, Filistin gibi topraklar alınarak devlet bir İmparatorluk halini aldı. Bir suikast sonrası yaralandı ve birkaç gün sonra vefat etti. Ardında Hz. Osman halife oldu. Emeviler ailesine mensup olan Hz. Osman döneminde Kuzey Afrika’ya kadar devlet genişledi, ordunun yanında donanma da güçlendi. Ancak bu dönemde Emevi ailesine yapılan ayrıcalıklık isyana sebep oldu. İsyan sonucu evi kuşatıldı ve öldürüldü.
Ardından halifeliğe Hz. Ali geçti. Hz Ali, Hz. Muhammed’in hem kuzeni hem de damadıydı. Hz Muhammed dönemindeki savaşlarda kahraman olarak görülmüş ve ilk halifeden itibaren halife adayı olarak kabul edilmiştir. Günümüzdeki mezhep ayrımlarının kökeninde de bu durum etkilidir. Sünni mezhebi Hz. Ali’yi dört halifeden biri olarak görürken, Şii Mezhebi önceki üç ismi kabul etmez. Bu görüşe göre Hz. Ali ilk halife olmalıydı. O aynı zamanda ilk İmam ve On Dört masumdan biridir. Sünnilerde bu derece bir mevki verilmese de her iki mezhep de Hz. Ali’ye özel bir önem verir.
Hz Ali döneminde Emevi ailesinden Muaviye ile ilk iç savaş yaşandı. Ardından hem Hz. Ali’yi hem de Muaviye tarafını tutmayanların oluşturduğu Hariciler adı verilen grupla mücadele edildi. Haricilerin suikastı sonrası Hz. Ali hayatını kaybetti.
Bir süre Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan tarafından halifelik sürdürülse de halifeliği Muaviye’ye vermek zorunda kaldı. Bu dönemden sonra İslam Devletine Emeviler Devleti olarak da isimlendirilebilir.
Hz. Muhammed ile ilk yıllardaki savaşların baş düşmanı olan ancak sonradan Müslüman olan Ebu Süfyan’ın oğlu olan Muaviye Emevi ailesine mensuptu. Kureyş kabilesi üzerinden uzaktan hem Hz. Muhammed hem de Abbasiler ile akraba olsalar da Emeviler dönemi bilinçli bir ayrımcılıkla geçti. Hem Emevi olmayan Araplar hem de Arap olmayanlara karşı yapılan bu ayrımcılık bu dönemde büyük tepki toplasa da Emeviler bugünkü İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber yarımadasına kadar genişleyerek büyük bir imparatorluk kurdular.
Bu dönemin en önemli olaylarından biri Muaviye’nin oğlu Yezid’in Kerbela’da Hz Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i ve taraftarlarını öldürmesidir. Bu olay sonunda zaten ayrışmaya başlayan iki grup tamamen birbirinden koptu. İslam’da Sunni ve Şii ayrımı bu noktada başladı. Bu tarih boyunca hem siyasi hem de düşünce alanında etkili oldu.
Emevilerin baskısı sonucu yine Kureyş kabilesinden Abbasiler isyan ederek iktidarı ele aldı. Seffah (kan dökücü) unvanıyla anılan ilk Abbasî halifesi, Emevi ailesinden bir kişi dışında neredeyse herkes öldürüldü. Bu kişi 1. Abdurrahman adıyla de Endülüs’e geçerek ileride büyük bir bilim ve sanat merkezi olacak olan Endülüs Emevi Devletinin başına geçti. Abbasiler Arap dışındakilere yapılan ayrımcılığı kaldırdı. Bu dönemde Türkleronurcoban ve İranlılar orduda ve yönetimde gözükmeye başlamıştır.
Abbasi Döneminde Başkent Bağdat’a taşınmıştır. Bağdat bu dönemde görülmemiş bir kültür merkezi haline geldi. Bilim, sanat ve düşünce alanında İslam Altın Çağı başlamış oldu. Bu dönem Moğolların 1258’de Bağdat’ı yağmalamasına kadar sürdü. Bu dönemde Avrupa adeta karanlık ortaçağı yaşarken Ortadoğu’da tıp, felsefe, astronomi, matematik gibi alanlarda çağın en önemli isimleri eserler verdi. Günümüzde bile o dönemden kalma birçok şeyi kullanmaktayız.
Ancak zamanla Abbasiler zayıflamaya başladı. Mısır’da Şii Fatımi devleti, Selahattin Eyyubi’nin başında olduğu Eyyubiler güçlendi. Bu dönemde Orta Asya’dan göç eden Türkler özellikle asker olarak İslam devletlerinde hizmet verdiler. Bu dönemde Avrupa’da toplanan Hristiyan ordusu ile Haçlı Seferleri başladı. Kudüs ve Antakya başta olmak üzere her iki din ordusu da buraları zaman zaman kontrol etti.
İslam Felsefesinin konusu olan dönemin sonu için konuşursak bu dönem Moğolların bölgeye gelmesiyle yavaş yavaş sona erdi. Moğol ordularınca şehirlerin yağmalanmasıyla kültür merkezleri önemini kaybetti. Haçlı seferleri ile İslam uygarlığının birçok düşünce ve buluşu Avrupa’ya taşındı. Mısır’da Memluk Devleti, Anadolu’da Osmanlılar, İran’da da Safeviler gibi devletler bu dönemden sonra eski İslam altın çağını yaşatmaya çalışsalar da bir süre sonra Avrupa’da gerçekleşecek olan Rönesans ve Bilim devrimine ayak uyduramadılar.
İslam Felsefesinin
ortaya çıkışı bu tarihsel gelişmelerin içerisindedir. Sahabe döneminden beri
İslam kültürü yavaş yavaş oluşmuş Abbasilere kadar bir uygarlık belirmiştir.
Ancak düşünce anlamında Abbasiler dönemi İslam
Filozoflarının ortaya çıktığı dönemdir.
Bu dönemde Yunan felsefesinin en önemli noktası İskenderiye, bir bilim ve kültür merkeziydi. Orta Platonculuk dönemi olarak ifade edilen dönemde birçok Platoncu İskenderiye’de eserler vermişti. Ayrıca İslam Felsefesini etkileneceği, Hristiyan Felsefesinin ise doğrudan etkilendiği Yeni Platonculuk İskenderiye’de çok önemliydi. Uzun süredir egemen din olan Hristiyanlık ise İskenderiyeli Clement ve Origenes gibi isimlerle burada faaliyet göstermişti.
Arapların Mısırla birlikte İskenderiye’yi almaları bu uygarlıkla da tanışmalarına sebep oldu. Bu dönemde yine imparatorluk içindeki Süryaniler düşünce alanında eski geleneği temsil etti. Felsefe alanında Abbasi halifeleri Harun Reşid, Memun ve Mansur gibi isimler bilim adamları ve filozofların koruyuculuğunu yaptılar. Beytülhikme isimli bilim merkezini kurarak bir tercüme hareketi başlattılar. Özellikle Yunanca kökenli ancak o dönemde çoğu Süryanice olan eserleri çevirttiler. Bu sayede Platon ve Aristoteles İslam Düşüncesi ile buluştu. Bu felsefe tarihi için de bir şanstı. Bu gelenekle beslenen İbni Sina, İbn Rüşt ve Farabi gibi isimler sayesinde Avrupa bu eserleri yeniden hatırladı ve günümüzde kadar geldi.
Elbette İslam Felsefesi bir anda oluşmadı. Her ne kadar İbrani dininin bir parçası olsa da İslam, düşünsel alanında kendini bulmak istedi. Siyasal çatışmalar sonucu oluşan 3 siyasi mezhep yani Sünni, Şii ve Hariciler yukarıda anlatılan gelişmelerle oluştu. Zamanla bu üç mezhep kendi içlerinde de farklı yorumlara bölündüler. Düşünce alanına da zamanla bu etki etti. Günümüzde hem Sünni hem de Şii milyonlarca insan yaşamaktadır. Hariciler ise oldukça az bir bölgede yaşarlar. Bu mezhepsel ayrılık ve hatta kendi içindeki bölünmeler ile farklı milletlerden gelen insanların varlığı doğal olarak farklı yorumlar getirdi.
Genel olarak İslam düşüncesinde 3 önemli bölümden söz edilir. Bunlar Tasavvuf, Kelam ve Felsefedir. Tasavvuf veya Sufizm mistik bir düşünce olarak vahiy, nakil bilgisine akıldan çok önem verir. Kelam vahiy bilgisine özel bir önem verse de aklı yoğun bir biçimde kullanır. Daha geç bir tarihte yükselişe geçen Felsefede ise öncelikli olan akıldır. Bu alanları ayrı bir bölümde daha detaylı açıklamak gerekir.
Felsefe
Düşünce alanında doğrudan etkili olmasa da
önemli bir İslam İlmi ise Fıkıh
’tır. Amel yönünden İslam kurallarını inceler.
Fıkıh aslında İslam’ın kurallarını belirleme ve açıklamadır. Hz. Muhammed zamanında bir sorun olduğunda doğrudan cevap alınabiliyordu. Aynı şekilde bir konu Kuran’da direkt yazılıysa zaten sorun yoktu. Peki, bir sorun çıktı ve Kuran’da bu yazmıyorsa ne olacak?
İlk başlarda sahabeler, ilk halifeler, imamlar gibi kişilerle bu sorun çözülse de zaman ilerledikçe bu olanaksızlaştı. İslam devleti onlarca farklı kültürü ve milleti içerenonurcoban.com devasa bir imparatorluk olunca sorunlar daha da arttı. 1300 yıl önce bir Arap için sorun yaratmayan bir konu bir Hintli, bir Türk, bir Berberi için sorun olmaya başladı.
Dinlerin tarihinde bu değişim vardır ve normaldir. Bu sadece İslam’a özgü de değildir. Havariler zamanında Yahudi kökenli Hristiyanlara domuz eti yemek yasaktı ama putperest kökenli Hristiyanlar için bu yasak yoktu. Aynı şey sünnet için de geçerliydi. Bu toplumların bu yeni dinin kolayca kabul etmesi içindir. Bu durum İncil’de de açıkça yazar.
Fıkıh 3 bölümden oluşur. Muamelat (işlemler) ve Ukubat (cezalar) ve İbadat (ibadetler). Muamelat ve ukubat doğrudan suç ve ceza konuludur. Bu da İslam Hukuk’una girer. Yüzyıllarca çoğu İslam devleti ya böyle yönetildi ya da Osmanlı gibi dolaylı olarak etkin olarak yönetildi. Laikliğin yaygınlaşması ile şeriatla yönetilen devletler hariç bu bölümler günümüzde daha az etkindir. Muamelat iktisadi, mali ve sosyal konuları ele alır. Örneğin evlilik, alışveriş, ortaklık gibi konular burada hukuki olarak ele alınır. Cezalar kısmı suç ve verilecek cezaları belirler. Üçüncü kısım ise ibadetlerle ilgilidir. Günümüzde fıkıhın etkin olduğu kısım burasıdır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadet konuları burada ele alınır.
Fıkıh için 4 temel kaynaktan söz edilir. Kuran’ı Kerim, hadis, icma ve kıyas. Kuran İslam’ın Allah tarafından gönderilen kitabıdır. Hadis, peygamberin sözleridir. Bu bölümde hangisi gerçek hangisi sahte olduğuna da dikkat edilir. İcma ortak görüş birliğidir. Bir konu hakkında fikir birliği olması bunun da sağlam delillere sahip olması gerekir. Ortak görüş birliğine varılırken, bu konuda yetkin kişilerin görüşleri, Kuran ve sünnet birlikte değerlendirilir. Ayrıca kıyasa başvurulur. Kıyas benzer örnekleri karşılaştırma yoluyla sonuç çıkarmadır. Diğer örnek olaylardan yararlanılır, sebep-sonuç bağı kurar. Hükmü ayet veya hadisler ile çözülmüş bir konuya benzeterek çözmeye çalışır. Kıyas mantık biliminde ve felsefede de yüzyıllarca kullanılan bir yöntemdir. Bu arada bazı mezhepler bu kıyas yönetimini kabul etmez. Doğrudan aklı temel alır.
Fıkıhın metodu ve felsefesi ise fıkıh usulü`dür. Vahiy ile gelen bilgi konusunda hemen hemen mutabakat varken geri kalan fıkıh konularında orta yol bulmak zordur. Burada İslam dini fıkıh mezhepleri devreye girmiştir.
Fıkıh mezhepleri çoğunlukla 8. Yüzyıl ile 10. Yüzyıl arası ortaya çıkmıştır. 12. Yüzyıla kadar bu mezheplere eklemeler yapılsa da bu tarihten sonra düşünceler tabulaşmaya ve kurucularının sorgulanmamasına neden olmuştur. Bu tarihten sonraki bu değişime “İçtihat Kapısı Kapanmıştır” yorumu getirilir. Elbette bu yüzde yüz doğru bir tanım değildir ancak fıkıh düşüncelerini sorgulamanın günümüzde zor olduğu da bir gerçektir.
Fazlası ve yüzyıllar içerisinde kaybolanları da olmak üzere Sünniliğin için de; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli fıkıh mezhebi vardır. Şiiliğin içerisinde Caferiye, İsmaililik ve Zeydiyye fıkıh mezhepleri önemlidir. Hariciler büyük oranda kaybolsa da İbadiyye mezhebi hala etkindir. Bir de hepsinden bağımsız görülen Zahiri mezhebi vardır. Tabi bu ayrım yüzyıllar süren bir sürecin de sonucudur. Hanefiliğin kurucusu Ebu Hanife, Hz. Ali soyundan gelen ve Şiiliğin 12 imamından Cafer Sadık’ın da öğrencisiydi. Fıkıh mezheplerini kuranlar bunu kurduklarının bile farkında değildi. Çoğu uzun yıllar sonra mezhep haline geldi.
Ayrı olarak incelenecekse de burada Kelam’a da dikkat etmek gerekir. İslam’da inanç esaslarını konu edinen ve felsefeye daha yakın bir dal olan Kelam, tasavvuf ve felsefenin ortasında gibidir. Akla önem verir. kelamın da mezhepleri vardır.
Fıkıh ile bağlantısı ise fıkıh mezheplerinin, kelam mezheplerini de içermesidir. Kelam mezheplerine İslam dini itikadi mezhepleri adı verilir. Bunlardan bazıları; Mutezile, Selefilik, Eşarilik, Matüridilik, Mürcie, Cebriye, Kaderiye olarak isimlendirilir. Burada keskin bir sınır yok gibidir. Örneğin Sünni fıkıh mezheplerinden Hanefilik içinde hem Matüridi hem de Eşarilik mevcut olabilir. www.onurcoban.com
Özellikle Mutezile kelamcılarının yapmış olduğu düşünsel faaliyetler sonrası Kindi ile İslam Felsefesi ayrı bir dal haline gelmiştir. Aristoteles’in baskın olduğu bu dal felsefe tarihinin de konusu olan bir alandır. Sadece bir din felsefesi değil, Modern Dönem öncesi Batı Dünyasında da olduğu gibi daha kapsamlı bir alandır.
İslam Felsefesi incelenmeden önce Kelam,
Tasavvuf, Sunni ve Şii
düşüncelerinin de incelenmesi yerinde olacaktır.
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
Felsefe Tarihi serisi İslam Dönemiyle devam etmektedir. Bu seride Kelam, Tasavvuf, Sünni, Şii Düşünce gelenekleri önce incelenecek ardından İslam Filozofları teker teker anlatılcaktır.
YanıtlaSil