Felsefeye bir bakış
52.Bölüm: Şii Düşüncesiİmam Düşüncesi
İslam düşüncesi altın dönemini
yaşadığı ortaçağda bilimden, sanata, felsefeden, tıbba kadar birçok alanda Batı
Dünyasının çok önünde bir duruş sergilemiştir. Özellikle 700-1200 yılları
arasında Ortadoğu ve Endülüs, gerek Yunanca gerekse Süryanice eski eserlerin
çevirileri gerekse şerh ve özgün eserlerle adeta bir düşünce toplumu olmuştur.
Bu dönemde Felsefe, Tasavvuf ve Kelam, düşüncenin 3 ana akımı olarak
onlarca filozof, sufi ve kelamcı ortaya çıkarmıştır. Ancak bu dönemler aynı
zamanda iç savaşların, bölünmelerin ve büyük acıların yaşandığı siyasi olaylara
da tanık olmuştur.
Ehli Sünnet düşüncesi olarak da bilinen Eşari ve Maturidi görüş genel olarak Sünni düşüncenin ana akımı olarak görülür. Buna karşın diğer önemli siyasi mezhep olan Şii düşüncesi baskın olarak İmamiye veya 12 İmam öğretisi ile ana akım olarak kendini gösterir. Ayrıca İsmaililik (7 İmam) gibi farklı Şii görüşler de bulunmaktadır. Alevi, Bektaşi gibi Tasavvufla oldukça içsel olan gelenekleri Şiiliğin alt kolu olarak düşünmek hatalı olabilir. 12 İmam inancıyla bağlantısı olsa da hem benzer hem farklı birçok görüşü içerir.
Önce tarihsel sürece bakalım. İslam dünyasında siyasi mezhep olarak geçen 3
mezhep Sünni, Şii ve Hariciliktir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra en
önemli sorun halifelikti. Halife hem
dinin başı hem de bu yeni devletin yöneticisiydi. Bu hem dini hem de siyasi bir
güç demekti. Bu yeni kurulan devletin de henüz tam kurumsallaşmamış olması ve Arapların
bu çapta bir devleti ilk kez yönetecek olması da önemli bir sorundu. Sonraki
yüzyıllar da devlet hem kurumsallaşmış hem de Türk ve Acem birçok isim yönetim
ve orduda söz sahibi olacaktı.
Hz Muhammed’in vefatından sonra yakın arkadaşı ve ilk Müslümanlardan /Sahabeler den Hz. Ebu Bekir halife oldu. Yaşı ilerlemiş olan Hz. Ebu Bekir sadece 2 yıl halifelik yaptı. Onun döneminde Hristiyan Bizans ve Zerdüşt Sasani İmparatorluğu ile savaşıldı. Ardından Hz Ömer halife seçildi. Onun döneminde İran, Mısır, Filistin gibi topraklar alınarak devlet bir İmparatorluk halini aldı. Bir suikast sonrası yaralandı ve birkaç gün sonra vefat etti. Ardında Hz. Osman halife oldu. Emeviler ailesine mensup olan Hz. Osman döneminde Kuzey Afrika’ya kadar devlet genişledi, ordununwww.onurcoban.com yanında donanma da güçlendi. Ancak bu dönemde Emevi ailesine yapılan ayrıcalık isyana sebep oldu. İsyan sonucu evi kuşatıldı ve öldürüldü.
Ardından halifeliğe Hz. Ali geçti. Hz
Ali, Hz. Muhammed’in hem kuzeni hem de damadıydı. Hz Muhammed dönemindeki
savaşlarda kahraman olarak görülmüş ve ilk halifeden itibaren halife adayı
olarak kabul edilmiştir. Günümüzdeki mezhep ayrımlarının kökeninde de bu durum
etkilidir. Sünni mezhebi Hz. Ali’yi dört halifeden biri olarak görürken,
Şii Mezhebi önceki üç ismi kabul etmez. Bu görüşe göre Hz. Ali ilk
halife olmalıydı. O aynı zamanda ilk İmam ve On Dört masumdan
biridir. Sünnilerde bu derece bir mevki verilmese de her iki mezhep de Hz.
Ali’ye özel bir önem verir.
Hz Ali döneminde Emevi ailesinden Muaviye
ile ilk iç savaş yaşandı. Ardından hem Hz. Ali’yi hem de Muaviye tarafını
tutmayanların oluşturduğu Hariciler adı verilen grupla mücadele edildi.
Haricilerin suikastı sonrası Hz. Ali hayatını kaybetti.
Bir süre Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan
tarafından halifelik sürdürülse de halifeliği Muaviye’ye vermek zorunda kaldı.
Bir süre sonrada öldürüldü. Hz. Muhammed ile ilk yıllardaki savaşların baş
düşmanı olan ancak sonradan Müslüman olan Ebu Süfyan’ın oğlu olan Muaviye
Emevi ailesine mensuptu. Kureyş kabilesi üzerinden uzaktan hem Hz.
Muhammed hem de Abbasiler ile akraba olsalar da Emeviler dönemi bilinçli
bir ayrımcılıkla geçti. Hem Emevi olmayan Araplar hem de Arap olmayanlara karşı
yapılan bu ayrımcılık bu dönemde büyük tepki toplasa da Emeviler bugünkü
İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber yarımadasına kadar genişleyerek büyük bir
imparatorluk kurdular.
Hz. Ali’nin öldürülmesi ile siyasi ayrışma her
geçen gün artsa da mezhep olarak ayrılma Muaviye’nin oğlu Yezid’in Kerbela’da
Hz Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i ve taraftarlarını
öldürmesidir. Zamanla hem dinin yaşanışı hem de düşünce alanında belirgin bir
ayrışma yaşanmaya başladı.
Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’nin
öldürülmesi İslam dünyasında siyasi bir kopuş yaşattı. Sonraki yüzyıllar
boyunca Sünni ve Şii devletler kuruldu, halifelik el değiştirdi. Emevi ve
Abbasi aileleri Sünni halifeliği temsil ederken, Fatimiler gibi Şii Halifeler de iktidara geldi.
Şii düşüncesi aynı Sünni düşünce de olduğu
gibi fıkıh alanında kendi içinde
bölünmeler yaşadı. Fazlası ve yüzyıllar içerisinde kaybolanları da olmak
üzere Sünniliğin için de; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli
fıkıh mezhebi vardır. Şiiliğin içerisinde Caferiyye, İsmaililik
ve Zeydiyye fıkıh mezhepleri önemlidir. Hariciler büyük oranda
kaybolsa da İbadiyye mezhebi hala etkindir. Bir de hepsinden bağımsız
görülen Zahiri mezhebi vardır. onurcobanTabi bu ayrım yüzyıllar süren bir sürecin
de sonucudur. Hanefiliğin kurucusu Ebu Hanife, Hz. Ali soyundan gelen ve
Şiiliğin 12 imamından Cafer Sadık’ın da öğrencisiydi. Fıkıh mezheplerini
kuranlar bunu kurduklarının bile farkında değildi. Çoğu uzun yıllar sonra
mezhep haline geldi.
Şii düşüncesinin en temel unsuru imamet veya velayet düşüncesidir. Şiiler diğer mezhepler gibi peygamberliğin
Hz. Muhammed ile sona erdiğini kabul ederler. Ancak ondan sonra artık velayet dönemi başlar. Bu düşünceye göre
imamlar toplumun dini önderleridir. Onların halifelerden farklı masumluk ve bir nevi kutsallıktır. Allah
tarafından seçilen bu kişiler Hz. Muhammed’in de soyundan gelmektedirler. Ancak
bu durum kimilerine göre imamlığın sebebi değil sonucudur. Onlar peygamber
soyundan geldikleri için imamlığa ulaşmamışlardır. Onlar zaten bu kutsallığa
sahiptirler ve bu soydan gelmeleri bunu alametlerinden sadece biridir.
Şii geleneğinin önemli çıkış noktası Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’den
sonra dini liderliği sahiplenmesi gerektiğidir. Hz. Muhammed’in soyu sadece Hz.
Ali’den günümüze gelebilmiştir. Seyit
ve Şerif olarak isimlendirilen bu
soy Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma
ve eşi Hz. Ali’nin çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den gelir.
Şii düşüncesine göre ilk imam Hz. Ali’dir. Tarihsel olarak
da bakıldığından İslam’ın ilk yıllarından hem barış hem de savaşlarda önemli
bir rol oynaması bakımından hem Sünni hem Şiilerce saygıyla anılır. Ancak Şiiler
bundan farklı olarak, ona İmam, masum, günah işlemekten korunan ve doğru kişi
gibi sıfatlar da yüklerler.
Şii düşüncesini tek bir düşünce
olarak görmek yanlış olur. Yüzyıllar boyunca farklı kültür ve coğrafyalarda
farklı Şii düşünce gelenekleri oluşmuştur. Ancak genel hatlarıyla Şii düşüncesi
kısaca şöyledir.
Şiilikte İmamlar mutlak otoriteye
sahiplerdir. Aynı zamanda onlar Peygamberlerden sonra Allah’ın gizli ilimlerini bilebilirler. Kuran-ı
Kerim’in Bâtıni yorumu olarak
bilinen bu görüşe göre bir dışsal
yani Zahiri bilgi bir de içsel yani Bâtıni bilgi vardır. İlm-i
Ledün, İslami tasavvuf ve felsefede, sıradan bir insana akıl ve öğrenme
yoluyla ulaşılamayan, Allah tarafından doğrudan verilen gizli bilgiyi ifadeonurcoban eder. Bâtıni bilgiye; çalışarak, akıl yürütmeyle ulaşılamaz. Bundan dolayı felsefe, fıkıh ve kelamdan
farklıdır. Tasavvuf geleneğinde ise
buna ulaşmaya çabalamak aynı şekilde önemlidir. Bâtıni bilginin kaynağı
doğrudan Allah’tır ve o seçilmiş kişilere bunu vermiştir. Örneğin Kuran’da Kehf Suresi buna örnek olarak verilir.
Bu surede Hz. Hızır’ın bu batıni
bilgiye sahip olduğu anlatılır. Bu görüşten neslenen ve özellikle 8. ve 9. Yüzyıllarda bir felsefi akım olarak baskın
olan Bâtınilik burada önemlidir. Özellikle İsmaililik ile
oldukça içli dışlıdır.onurcoban
Şiiler tarih boyunca çeşitli
mezheplere ayrılmıştır. En önemli üç ana grup İmamiye (Caferilik), İsmaililik ve Zeydilik’tir.
İmamiye (İmamiyye) olarak bilinen mezhep Şiiliğin en geniş mezhebi
olarak bilinir. On İki İmam Şiası, İsna Aşeriyye ve Caferilik ismiyle de
bilinir. 12 imam düşüncesine göre Hz. Ali ve sonrasında 12 İmamın Allah
tarafından seçildiğine inanılır. Bu imamlar;
- Hz. Ali (599-661)
- Hz. Hasan (625-670)
- Hz. Hüseyin (626-680)
- İmam Zeynel Abidin (659-713)
- Muhammed Bakır (677-732)
- Cafer Sadık (702-765)
- Musa Kazım (744-799)
- Ali Rıza (766-818)
- Muhammed Taki (810-835)
- Ali Naki / Hadi (827-868)
- Hasan el-Askeri (846-874)
- Muhammed Mehdi (868-
)
Bu imamları
bazıları sadece Şii’lerde değil Sünni Müslümanlar arasında da önemlidir.
Bazıları ise Sünni yönetimce baskı görmüştür. İmam Muhammed Bakır, İslami ilimlerin sistematik hale
getirilmesinde önemli bir rol oynamış, Şii fıkhı
ve hadis çalışmalarının kurucularındandır. İmam
Cafer-i Sadık, Sünni mezheplerin kurucusu İmam Malik ve Ebu Hanife’nin
hocası olması bakımdan saygı duyulmuş ancak oğlu İmam Musa Kazım, Abbasi yönetimince yıllarca zindanda tutulmuştur. İmam Ali Naki’nin türbesi Caferiler
için önemli bir noktadır.
12. İmam olan Mehdi en önemli isimlerden biridir. 12
İmam inancına göre o Gayb yani
gizlenme halindedir. İnanca göre Küçük
Gaybet döneminde İmam Mehdi bazı kişilerle iletişim halinde olmuştur. Ancak
bu sonradan kesilmiş ve Büyük Gaybet
dönemi başlamıştır. Bir gün ortaya çıkacak ve dünyaya adalet getirecektir.
12 İmam
inancını bir üst inanç olarak da görürsek Alevi
düşüncesine de olan etkisi görülebilir. Ancak günümüzde başta İran’da geçerli
olan Caferilik Şii inancı içerisindedir. Alevi ve Caferi düşünce; tasavvufa
olan yakınlığı, kadın ve aile gibi sosyal yapıları ve farklı ibadet gelenekleri
ile birbirinden oldukça farklıdır.
İmam Cafer Sadık’ın isminden gelen Caferiler günümüzde İran başta olmak üzere, Irak ve Azerbaycan’da yaygındır. Türkiye’de özellikle doğu sınırlarında bu görüşü benimseyenler mevcuttur.
İsmaililik veya Yedi İmam
Şiası, Şiiliği bir diğer önemli mezhebidir. Şiiler altıncı İmam Cafer
Sadık’ın ölümü üzerine imamet konusunda bir ayrılığa düşmüşlerdir. 12 İmam görüşündekiler, 6. İmam Cafer
es-Sadık’ın oğlu Musa el-Kazım’ı
yedinci imam olarak kabul ederken, İsmailliler, Cafer Sadık’ın diğer oğlu İsmail’i “yedinci imam” olarak kabul eder. Bu nedenle Yedi İmam Şiası olarak da anılırlar. Onlara göre İmam soyu
İsmail’den ilerlemiştir. Bu nedenle 12 İmam’ın altıncısından sonrasını kabul
etmezler. Bu açıdan 12.İmam Mehdi’de olduğu gibi sona eren bir süreç burada
yoktur.
İsmaililik Şii
mezhepler içinde Bâtıni görüşü en
baskın yaşayanlar olmuşlardır. Dini metinleri gizli/Bâtıni anlamları olduğunu
özellikle vurgularlar. Kuran’ın Batıni yorumunu en iyi İmamlar bilebilir. Bu,
İsmaililiği daha mistik bir inanç
sistemi haline getirir.
İsmaililik en güçlü
dönemini Fatımi Halifeliği döneminde
yaşamıştır. 10. Yüzyılda Mısır’da güçlü Şii devleti kuran Fatımiler; siyasi, bilimsel
ve kültürel anlamda baskın durumda olmuşlardır. Fatımi Halifeleri Hz. Ali’nin
soyundan gelmekte ve İmamlığı devam ettirmektedirler. Zamanla güçlerini
kaybetmişler ve Selahaddin Eyyubi
tarafından yıkılmışlardır.
Yine tarihte önemli
olan bir başka Yedi İmam görüşü Haşhaşiler’dir.
Haşhaşiler, İsmaililiğin Nizari
Koluna dahildirler. Liderleri Hasan
Sabbah ve ünlü kaleleri Alamut
günümüzde filmlere, romanlara konu olmuştur. Selçuklu ve Abbasi iktidarına
karşı mücadele vermişlerdir. Bu mücadele de gizlilikleri ve Büyük Selçuklu Devleti veziri Nizamülmülk gibi üst düzey yöneticilere
suikastları ile dikkat çekmişlerdir. Günümüzde batı dillerindeki Assassins (suikastçı) kelimesi buradan
gelir.
Yedi
İmam görüşü tarihsel süreçte çeşitli bölünmeler yaşamıştır. 11. Yüzyılda Fatımi
Halifesi Mustansır Billah’ın ölümünden sonra
oğlu Nizar ile Mustali arasında yaşanan İmamet tartışmasıyla ortaya çıkmıştır.
Nizarilik (Nizariyye) günümüzde İsmaililik’in en yaygın
halidir. Bu kolun lideri Ağa Han’dır ve
günümüzde de liderleri bu isimle anılır.
Mustâlîlik kendi içinde 3 ana kola bölünür. Davudilik
(Davudi Bohra) en yaygın olanıdır ve Hindistan, Pakistan ve Yemen’de etkindir. Süleymani Bohra, daha çok Yemen’de
yaşarlar. Alavi Bohra, Hindistan’da
varlık gösterir.
Zeydilik (Zeydiyye, 5 İmam Şiası) Şii mezhepleri içinde
günümüzde en az yaygın olandır. Temel ayrımı İmam sıralamasında 5. İmam olarak
4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’i
Beşinci İmam kabul etmeleridir. Bu
açıdan 7 ve 12 imam görüşünden ayrılır.
Zeydiler’in birçok
düşüncesi Sünni düşünceye de benzer. Ayrıca diğer Şiilere göre daha saldırgan
bir din anlayışını savunurlar. Bazı Zeydiler silahlı mücadeleyi de günümüzde
savunurlar. Özellikle Yemen bölgesinde aktiflerdir. Husi isimli grup
kendini daha çok Zeydi olarak görür. Zeydi İmamlığı yüzyıllarca Yemen’i yönetmiş
olup Yemen Arap Cumhuriyetinin 1962’de kurulmasıyla iktidarlarını
kaybetmişlerdir. Husi Hareketi, son yıllarda yaşanan çatışmalarda kendini
duyururmuştur. Ancak Husiler Zeydilik dışında da bir farklı unsurlardan
etkilenmiştir.
Zeydilik,
akıl ve adalet kavramına verdikleri
önemle Mutezile kelam mezhebine
yakındırlar. Zeydiler, insanların özgür iradeye sahip olduğuna ve
kaderlerinin kendi ellerinde olduğuna inanırlar. Fıkıh alanında özellikle Hanefi
mezhebine yakın olmaları onları diğer Şiilerden ayırır.
Bir kelam akımı olan Mutezile, adeta Sünni ve Şii düşüncenin ortasında gibidir. Her ne
kadar Abbasi iktidarındaki Mihne
dönemi yani Sünni ve Şii düşünürlere Mutezile düşüncesini desteklemeleri için
baskı yapılmaları yaşansa da, bu olaydan yüzyıllar sonra Eşariliğin yükselişi ile Şiilik ve Mutezile arasında bir kesişme
oldu. Resmen Şiilerce desteklenmese de Mutezile ile Şiilik arası bazı ortak
noktalarda oluşmuştur. Her iki görüş de Akla ve adalete önem verir.
12 İmam görüşünün
tasavvufla ilişkisi daha çok Bektaşilikte görülse de az da olsa Şii
Düşüncesinde de Tasavvuf etkisi vardır. Örneğin Şii olmasa da Hakimet-Tirmizi özellikle velayet kavramı üzerinde
düşünmüştür. Şii düşüncesinde de olduğu gibi Peygamberler sonrası manevi açıdan
seçkin kişilere özel bir velayete sahip olabileceğini belirtir.www.onurcoban Bu açıdan imamet
öğretisine benzer bir düşünce sunar. Şiilikte tasavvuf daha çok Safevi
Devletinin İran’da kurulmasıyla yükselişe geçmiştir.
İbn Arabi’nin Vahdet-i Vücut düşüncesi, Şii
tasavvufunda İmam görüşüyle sentezlenerek rastlanır. Ancak Şii’ler
Mansur el-Hallac’ın (Hallac-ı Mansur) Enel-Hak
(Ben Tanrıyım) görüşüne karşı çıkmışlardır. Vahdet-i Vücut kavramı Şiilerce
daha çok Batıni ve Mistik görüşleri açısında ilgi görmüştür. Bu açıdan Molla
Sadra gibi bazı düşünürler dışında
geniş kabul görmemiştir.
Yine doğrudan kabul görmeyen ancak
ilişkili olan bir başka akım ise Sühreverdi ve onun İşrakilik (aydınlanma)
felsefesidir. Onun mistik ve batıni yorumları, özellikle Şii İslam’ın batıni
yönleriyle bağlantı kurulmasına yol açmıştır. İsmaililik gibi bazı Şii
ekollerinde bu daha belirgindir. Aydınlanma Felsefesi daha çok Şii düşünür
Molla Sadra ile dikkat çeker.
Molla Sadra (Sadr al-Din al-Shirazi) 1571 yılında doğmuş en önemli Şii filozoflarından biridir. İşraki Aydınlanma Felsefesi ile Aristoteles
ve İbn Sina’nın felsefelerinin birleştirmiştir. Onun bu düşüncesine Hikmet-i
Mütealiye (Yüce Hikmet) adı verilir. Yüce Hikmete göre, hakikate ulaşmak
için sadece akli bilgi yeterli değildir; aynı zamanda manevi bir aydınlanma ve
içsel bir bilgiye ulaşmak gerekir.
Molla Sadra’nın en önemli kavramlarından biri “Asalet-ül Vücud” ya da “Varlığın Asıllığı”dır. Ona göre, varlık
her şeyin temelidir ve özden (mahiyet) daha önceliklidir. Bu anlayış, İbn Sina
gibi önceki İslam filozoflarından farklıdır; çünkü İbn Sina, varlık ve öz
arasında bir ayrım yapmış ve özü daha önemli bulmuştur. Molla Sadra’ya göre
ise, varlık dış dünyada gerçek bir şekilde bulunur. Öz ise yalnızca varlığın zihinsel bir tasavvurudur. Özlerin
varlıktan bağımsız bir gerçekliği yoktur. Teşkîkü’l-vücûd
(Teşkik-ül
Vücud, Varlığın Dereceli Yapısı) a göre; varlık, en yüksek dereceden en düşük derekeye kadar
çeşitli aşamalara sahiptir. Allah, varlık mertebesinin en üstünde yer alırken,
diğer varlıklar bu mertebeye göre sıralanır. Tanrı (Vacibü’l-Vücûd),
en yoğun ve saf varlık derecesindeyken, yaratılmış varlıklar (mümkün varlıklar) daha düşük dereceli
varlıklar olarak görülür. Molla Sadra’nın bir başka görüşü ise “Hareket-i Cevhariye” ya da “Cevherin
Sürekli Hareketi” anlayışıdır. Bu görüşe göre, varlık sürekli bir değişim
ve hareket halindedir; sadece dışsal olarak değil, özsel olarak da hareket
eder. Sadra’nın görüşleri İran’da büyük önem görür.
Nasiruddin Tusi (1201-1274) en önemli İslam filozofu ve bilim adamlarından biridir.
Felsefe, matematik, astronomi, kelam, ahlak ve Şii düşüncesi gibi birçok alanda
önemli eserler vermiştir. Bir dönem Haşhaşilerin Alamut Kalesinde yaşamıştır.
Moğol hükümdarı Hülagü kaleyi ele
geçirince onun hizmetine girmiştir.
İbn Sina, Farabi ve Aristoteles’ten etkilendiğinden Meşşai filozoflar gibi değerlendirilmiştir. Görüşlerine çoğunlukla
katılmasa da Fahreddin Razi’yi takip
etmiştir. Kelam ile Felsefeyi
birleştirmek istemiş, bu açıdan yine farklı görüşlerde olsa da Gazali gibi davranmıştır. Şii bir
düşünür olsa da Eşariliğin Müteahhirun
dönemi olan ve Kelam ile Felsefenin iç içe geçtiği dönemin ünlü isimlerince
otorite görülmüştür. Ahlak konusunda
ünlü düşünür hekim Galen’den
etkilenmiştir. Ona göre Ahlak, “düşünüp taşınmaya
gerek kalmadan fiil ve davranışların kolaylıkla sâdır olmasını sağlayan
melekeler”’dir.
Astronomide çalışmalar yapan Tusi aynı zamanda
trigonometri üzerine yaptığı çalışmalar ve Tusi
Çifti ile bilinir.
Tarih
boyunca birçok önemli Şii düşünürü olmuştur. Şii İslam'ın önemli alimlerinden biri olan Şerif-i Razi (ö. 1015), "Nehcü'l-Belâğa"
adlı eseri derleyerek Hz. Ali'nin hutbelerini, mektuplarını ve veciz sözlerini
bir araya getirmiştir. Şerif Razi'nin kardeşi olan Şerif Murtaza (ö. 1044), dönemin önde gelen Şii kelamcılarından,
fakihlerinden ve edebiyatçılarından biridir. En büyük alimlerinden biri olan Allame el-Hilli (ö. 1325), Şii hukukunu
sistematik haline getirmiştir. Şii hadis literatürünün en büyük
derleyicilerinden Şeyh Saduk ve Şii İslam'ın büyük
alimlerinden Şeyh Müfid, Şii
müfessir, muhaddis ve tarihçi Kutbüddin er-Râvendî önemli
isimlerdir.
Ayrıca İbni
Şehr-Aşub, Yahya İbni Batnyk, Feyz Kaşani,
Fazl-i Taberisi, Ebu İsk Nevbahti, Mir Damad,
Hamevi, Aziz Nesefi, Alauddevle
Semnani, Haydar Amoli, Şah Nimetullah-ı Veli,
Sainuddin Torkeh İsfahani, Muhammed İbni Ebi Cumhur
el-Ahsai, Muhammed Abdurrezzak-ı Lahici ,Ahmed-i
Alevi, Muhsin Feyz Kaşani, Abdurrezzak-ı Lahici, Kazi
Said-i Kummi gibi isimlerde sayılabilir.
Özel olarak İsmaililik düşünürleri olarak da bilinenler
ise; İsmaili Hukuk sistemini kuran Kadı
Numan ile Ebu Hatim-i Razi, Ebu Yakub-i Sicistani, Ahmed
İbni İbrahim-i Nişapuri ve Hamidüddin-i Kermani’dir.
Tarihsel süreçte Şii düşüncesinden artık tamamen
ayrılsa da Dürzilik olarak bilinen
din anlayışının kökeninde İsmaililik olduğu da bilinmelidir. Fatımi Halifesi El-Hâkim bi-Emrillah’ı İlahi olarak
gören bu akım İslam’dan tamamen ayrılmıştır. Dinin Batıni anlamı konusunda
İsmaililik ile benzerlik gösterir. Reenkarnasyon inancının yoğun olduğu
Dürziler daha çok Lübnan ve Suriye’de yaşarlar.
Tüm bunların yayınında varlık felsefesi bakımından YeniPlantonculuk izlerini de tüm İslam Felsefesinde olduğu gibi İmamet görüşünde de görmek mümkündür.
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder