Felsefeye bir bakış
48.Bölüm: Kelam
48.Bölüm: Kelam
Yazan: Onur Çoban
İslam Felsefesi, ortaçağda altın günlerini yaşamış ve İslam dünyası ise dönemin en önemli kültür, bilim ve sanat merkezi durumuna gelmişti. Batı Dünyası Hristiyan Felsefesinin; PatristikFelsefe döneminin zirvesini geri de bırakmış, Skolastik Felsefe dönemine ise uzak gözükmektedir. Bu dönemde tercüme hareketleri ile başlayan düşünce patlaması Ortadoğu’da etkin olmuştur.
İslam Felsefesi önceki bölümde de anlatıldığı gibi bir anda gerçekleşmemişti. Onunla birlikte Kelam ve Tasavvuf gibi farklı düşünsel hareketler felsefenin adeta öncüsü/yancısı olmuşlardı. Her ne kadar felsefenin akılcı anlayışına göre az veya çok farklılıklar içerse de bu ilimler de düşünce alanında oldukça etkin olmaları bakımında incelenmesi gerekmektedir.
İslam Düşünce geleneğinin üç ana kolundan biri olan Kelam; akla verdiği önemle dini inanç konularını açıklama ve temellendirme anlayışı güden bir ilimdir. Fıkıh ilminden ayrılarak ve ondan kıyas yöntemini alarak bağımsız bir disiplin haline gelmiştir. Diğer iki düşünce geleneğinden akıl ile nakil konusundaki duruşuyla da ayrılır.
İslam Felsefesinin oluşumda felsefe dışı düşünce geleneklerinin etkisi büyük olmuştur. Hz. Muhammed’in vefatı sonrası özellikle halifelik konusundaki siyasi kargaşa, EmeviDevletinin Araplara, özel olarak da Emevi ailesine karşı vermiş olduğu ayrıcalıklı tutum, Abbasi Devletinin kanlı bir biçimde iktidarı alması, Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki siyasi ayrışma ve her iki mezhebe de karşı duran Haricilerin mücadelesi bir imparatorluk haline gelen İslam Devletinin karmaşaya sebep olmuştur.
Siyasi konularda yaşanılan bu çekişme zamanla dini anlayışta da farklar oluşmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte çok kısa sürede büyüyen İslam’a; Türk, İranlı, Hintli gibi farklı milletlerden kişilerle dahil oldu. İspanya’dan Mısır’a, Anadolu’dan Hindistan’a kadar farklı coğrafya da yaşayan insanlar bu yeni dine karşı farklı yaklaşımlarda bulunmaları kaçınılmazdı
Bu açıdan kabaca İslam Hukuku diyebileceğimiz Fıkıh ortaya çıktı. Fıkıh alanı genişledikçewww.onurcoban.com var olan Siyasi Mezheplerin altında farklı Fıkıh Mezhepleri de ortaya çıktı. Zamanla Fıkıhın içinden Kelam ve Kelam Mezhepleri de var oldu.
FIKIH
Kelam inanç(itikat) konusunu ele alırken Fıkıh, davranış (Amel) konusunu ele alır. Akait, usulüd-din gibi de isimlendirilir. En bilinen iki tanımı Farabi’ye göre; “Kelâm sanatı, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir tartışma yeteneğidir”. Adudüddin İci’ye göre “Kelâm, kesin deliller getirmek ve ileri sürülecek karşı fikirleri çürütmek suretiyle dinî inançları kanıtlama gücü kazandıran bir ilimdir.”
Kelam kısaca dini konuları akıl yardımıyla açıklama ve kanıtlama ilmidir. Kelam’da önemli olan akıldır. Ancak bu nakli yani vahiy bilgisinin önemi yok saymak değildir. Aksine kelamcılar dine ait düşünceleri baştan kabul eder. Ancak bunları sırf vahiy yoluyla tebliğ edildiği için kabul etmekle kalmazlar. Onlar bu düşünce ve kuralların akılla da ispatlanabildiğini savunurlar. Aynı şekilde dine karşı olanların görüşlerini akılcı düşüncelerle mücadele edilebileceğini göstermek isterler. Onlar için Allah’ın verdiği aklı kullanmak önemlidir.
İslam Düşüncesinin 3 temel ilmi olduğu kabul edilir. Tasavvuf iman ve vahiy bilgisine önem verir. Felsefe ise akla dayalı düşünceyi kabul eder. Kelam ise bu ikisinin adeta ortasında gibidir. Bu açıdan Kelamcılar zaman zaman her iki taraftan da eleştiri almışlardır. Akıl konusunda felsefeye daha yakın olan kelam, dini referans alması bakımından ondan ayrılır. Elbette İslam Felsefe geleneğinde dinin önemi tartışılmaz ancak yine de konu ve yöntemleri bakımdan İslam felsefesi, eski Yunan felsefe geleneğinden beslenirken, Kelam İslam’da daha içten ortaya çıkmış olan bir düşünce geleneğidir. Ancak zamanla felsefeye de benzerlik göstermiştir. Hatta ilerleyen yüzyıllarda Kelam eserleri Felsefe geleneğini kullanarak yazılmıştır.www.onurcoban.com
Kelamın sorgulayan yapısı ve akılcı düşünce tarzı bu çalışmanın da konusu olmasına neden olmuştur. Kelam; İlk İslam Filozofu kabul edilen Kindi öncesi adeta felsefenin yerinde olan bir düşünce geleneğidir. Özellikle Gazali sonrası Mantık konusunu (ki Aristoteles mantığı) da içine almasıyla önemli bir disiplin olmuştur.
Kelam genel olarak iki ayrı dönemde ele alınır. İlk Kelamcılar (El- mütekaddimun) ve sonraki kelamcılar (El-müteahhirun) bu ayrımın ortasında Gazali bulunur. İlk kelamcılar felsefe ve mantıktan daha uzaktır. Fıkıhçıların kullandığı kıyas yöntemiyle eserler üretmişlerdir. Daha çok din usullerini tartışır. Sonraki kelamcılar için mantık bilimi önemli olmuştur. Her ne kadar felsefecileri sevmeyen Gazali’nin etkisi olsa da bu dönemde kelam gittikçe felsefeye de benzemiştir. Gazali bu dönemde tasavvuf ile kelamı uzlaştırmaya da çabalamıştır.
İlk dönem kelamcılar içinde;
Bakıllani, İbn Fürek, Hakim es-Semerkandi, Ebu Seleme es-Semerkandi, Ebü’l-Yüsr el-Pezdevi, Ebü’l-Muîn en-Nesefi, Said bin Cübeyr, Mabed el-Cüheni, Cehm bin Safvan, Vasılbin Ata, Hişam bin Hakem, Ebü'l-Hasan Eşarî, Ebû Mansur el-Matüridi, Ebu Ali el-Cübbai gibi isimler sayılabilir.
İkinci dönemde ise;
Necmeddin en-Nesefi, Siraceddin el-Uşi, Şehristani, Nureddin es-Sabuni, , Fahreddin Razi, Seyfeddin Amidi, Kadı Beyzavi, Adudüddin İci, , Teftazani, Cürcani, İbnü’l-Hümam, Devvani gibi isimler yer alır.
Kelamın ana konusu inanç yani itikattır. Allah’ın sıfatları, Allah’ın birliği ve bu dünya ile olan ilgisi, Peygamberlik, yaratılış, ahiret gibi konuları ele alır. İnanç konusundaki görüşler nedeniyle Sünni, Şii, Harici gibi siyasi mezheplerle; Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Caferilik, İsmaililik, Zeydilik, İbadiyye gibi fıkıh mezheplerinin içinde çeşitli Kelam Mezhepleri de oluşmuştur. Kelam mezheplerine İslam Dini İtikadi Mezhepleri adı verilir. Bunlardan bazıları; Mutezile, Selefilik, Eşarilik, Matüridilik, Mürcie, Cebriye, Kaderiye olarak isimlendirilir. Burada keskin bir sınır yok gibidir. Örneğin Sünni fıkıh mezheplerinden Hanefilik içinde hem Matüridi hem de Eşarilik mevcut olabilir.
İslam düşüncesi alanında felsefeye oldukça yakın olan Mutezile ile İslam düşüncesine etkisi büyük olan Eşarilik ayrıca detaylı incelenecektir. Ayrıca Şii kaynaklı 12 İmam görüşü de farklı bir bölümde detaylanacaktır.
Kelam mezhepleri fıkıh kaynaklı olarak çıkmış olsa da tarihsel bir süreci de vardır. Özellikle Hariciler ’in “Büyük Günah İşleyenler” in dinden çıktığını söylemeleri diğer bazı düşünürlerin ise bunun aksini savunmaları ilk fitili ateşlemiştir. Ayrıca İslam’ın ilk büyük düşünürlerinden Hasan-ı Basri ile yaşadığı görüş ayrımı ile Mutezile taraftarlarının ortaya çıkması bu tarihsel süreci başlatmıştır.
Büyük Günahlar sayısı kesin olmasa da genellikle İslam’ın kesinlikle yasakladığı düşünülen günahlardır. Allah’a ortak koşmak (Şirk), adam öldürmek gibi günahları işleyenlerle diğer günahları işleyenler aynı mıdır? Bu soru kelamcıların ilk önemli sorusu olmuştur.
Mutezilenin ortaya çıkışı bir hikaye ile anlatılır. Hasan-ı Basri, Basra’da bulunan okulunda dersler vermektedir. Büyük günah işleyenlerin durumundun tartışıldığı bir derste talebelerinden Vasılbin Ata “Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kafirdir, fasıktır” diye cevap verir. Ancak bu görüşü Hasan-ı Basri kabul etmez. Bunun üzerine Vasıl bin Ata ve yandaşları orayı terk eder. Hasan Basri bunun üzerine “Vasıl bizden ayrıldı” der. Mutezile “ayrılanlar” manasına gelir.
İslam’ın ilk akılcıları olarak görülen Mutezile, kelamın da önemli olmasına sebep olmuşlardır. Düşünce alanındaki önemleri nedeniyle daha detaylı incelenmesi gerekmektedir.
Haricîler Büyük Günahlar konusunda netti. Onlara göre Büyük Günah işleyenler dinden çıkmıştı. Tarihsel süreçte birçok kişi bu nedenle haricilerce öldürüldü. Günümüzdeki Harici kolu İbadiyye (İbadilik) bu açıdan daha ılımlıdır.
Bir kelam ekolü olan Mürcie, günahların özellikle büyük günahların kişiyi dinden çıkardığı görüşünde olan Haricilere karşı bir akımdı. Onlar göre günah işleyen bir kişinin durumuna sadece Allah karar verirdi. Davranışların ahiret yaşamına doğrudan bir etkisi onlara göre yoktur. Bir mümin günah işlesin veya işlemesin onun ahiretteki durum önceden belli değildir.
Fıkıh mezheplerinden Hanefiliğin içinde yaygın olarak görülen kelam ekolleri Eşarilik ve Matüridilik’tir. Sünni mezhebine bağlı olan Ebu Hanife, inanç ve büyük günahlar konusunda bazı temel görüşler öne sürmüştür. Vefatından çok sonra onu görüşleri Hanefilik fıkıh mezhebi olarak kabul edilmiştir. Kelam yani itikadi mezheplerden Matüridilik sadece Hanefiler kabul edilirken, Eşarilik; Şafii ve Malikiler içinde de yaygındır. Günümüzde Hanefi ve Hanbeliler içinde de Eşarilik yaygınlaşmayaonurcoban başlamıştır. Eşariliğin kurucusu Eşari kendisini Hanbeli olarak görürken, Cüveyni gibi birçok Eşari önderi ise Şafii’ydi. Yine önemli bir Eşari olan Bakillani ise Malikiydi.
Bu iki kelam mezhebinde iman ile davranış aynı şey değildir. Bir kişi dürüstçe inanıyorsa mümindir. Ancak hata, yanlış ve öfke gibi duygusal nedenlerle günah işlerse bu kişi dinden çıkmaz. Affedilmeyi umar, tövbe eder. Kararı Allah verecektir. Ancak mutezile gibi üçüncü bir sıfatta da gösterilmez.
Düşünsel alanda etkin olan bu akımlar ayrıca incelenecektir
Kelamcılar bilgi ile itikati (inancı) bir tutar. Onlara göre inanç kesinleşmiş bilgi demektir. Matüridilik ise bilgiyi üçe ayırır. Fiziki dünyadaki bilgi duyulardır. Geçmiş ve görülmeyen şeylerin bilgisi ise haber kaynaklıdır. Allah ve Peygamberden gelen haber güvenilirdir. İnsandan gelen haber yalan olma durumu olsa da yine de bilgi açısından önemledir. Bilginin önemli kaynaklarından biri ise akıldır. Düşünme, analiz etme, çıkarım yapma yeteneği Allah’ın bahşettiği ve Kuran’da da önem verdiği bir şeydir. Bu açıdan aklı yok saymak saçmadır. Mutezile kelamcıları vahiy bilgisine ihtiyaç duyulsa bile aklın en önemli unsur olduğu savunur. Eşarilik ve Matüridilik ise nakle tasavvuf kadar olmasa da kelam içinde daha fazla önem verirler.
Bir şeyin iyi ve güzel olması da kelamcıların tartıştığı bir konudur. Eşariler din tarafından yasaklanan şeyleri kötü, gerisinin iyi olduğunu söylerler. Mutezile ve Matüridi geleneği ise güzel ve kötünün akılla bulunabileceğini savunurlar.
Kelamın ana konularından biri de kaderdir. Cebriyye (cebriye, cehmilik) adı verilen kelam grubu kaderci bir yaklaşımla konuyu ele alır. İnsanın özgür iradesinin bulunmadığı kabul ederler. Onlara göre her şey, her davranış Allah’ın iradesiyledir. Bu görüşü ilk defa olmasa da sistemsel hale getiren Cehm bin Safvan’dır. Bu düşünceye göre Allah, tüm kaderi önceden belirlemiştir. İnsanların isyan etmeleri bile bu önceden yazılmış olanın bir parçasıdır. Hiç kimse kaderini, davranışları değiştiremez. Bunun böyle olmaması mantıksızdır. Çünkü bireyin özgür iradesi her şeyi bilen Allah’ın belirlediğinin dışına çıkmaktır ki bu da Allah’ın anlamına aykırıdır.
Diğer kelamcılar bu düşünceye karşı çıkarlar. Eğer özgür iradeye tamamen karşı çıkılırsa Allah’ın insanları uyarmak ve tercih yapmalarını sağlamak için gönderdiği peygamberlere gerek yoktur. onurCennet ve cehennem veya bu dünyada ceza ve mükafatın da bir önemi kalmayacaktır. Bu hem Allah’ın merhamet ve iyilik özelliğine hem de dinin yapısına aykırıdır. Ayrıca her şeyin tüm ayrıntısına kadar yazılı olması sorumluluktan da kaçmaya neden olabilir bu da toplumsal yaşama ve ahlak anlayışına zarar verir.
Bu anlayışında karşısında Kaderiyye (kaderiye, kaderilik) vardır. Kelime kaderci anlamını çağrıştırsa da tam tersidir. Bu görüşe göre Mabed el-Cüheni tarafından özellikle Emevi kaderci anlayışına karşı olarak başlamıştır. Emevi idareciler mutlak iktidarlarını kadere bağlıyor ve karşı çıkılmaması gerektiğini belirtiyorlardı. Kaderriye grubu özellikle kötü davranışların Allah tarafından değil insan tarafından geldiğini söylerler. Kötülük özgür iradeye sahip bireyin yaptığı bir tercih sonucunda gerçek olabilir. Kaderiye görüşüne karşı çıkanlar, insan özgür iradesini fazla önem verildiği ve Allah’ın gücünü yok saydıklarını söyleyerek onları eleştirilmiştir.
Mutezile, Cebriye ve Kaderiyenin ortasında gibidir. Onlara göre özgür irade olmasa tercih yapılamaz. Bu da Allah’ın sunmuş olduğu ödül ve ceza sistemine uymaz. Adalet kavramı burada önemlidir. İnsanlar yapmış olduğu fiillerle adil bir yaratıcı tarafından ödül veya ceza alacaklardır. Allah insanlara tüm seçenekleri sunar. İyi veya kötüyü seçmek bireyin sorumluluğundadır.
Eşariye ve Matüridilik ise ortada bir görüş benimser. Eşari geleneğindeki kesb adı verilen görüşe göre her fiili yaratan Allah’tır. İnsanın bir davranış yapma kudreti değil kesbi vardır. Yani yaratıcıdan aldığı yetki, onay ile bir davranışı yapma durumu... Matüridilik de her fiili yaratanın Allah olduğu söyler. Kişiler kesb ile yani yaratılmış olan fiili gerçekleştirmek yönünden sorumludur. Bu açıdan insan sorumsuz değildir.
Kelamın bir başka sorunu Allah’ın sıfatları konusudur. Cebriyye, Allah’a verilen tüm sıfatların insanlara özgü sıfatlar olduğunu bunları yaratıcı için kullanmanın onu yüce ve üste olduğu anlamına aykırı olduğu söylerler. Bu yüzden; gören, işiten, duyan gibi sıfatların Allah’a ait olamayacağını söylerler. Bu adeta Aristoteles’in bu dünya ile ilgilenmeyen Tanrı anlayışına benzemektedir.
Ehli sünnet kelamcıları sıfatların olmasının Tanrının düşünülmesine yaradığı ve olmamasının insan aklının Allah’ı bilemeyeceğini belirtmişlerdir. Bu açıdan sıfatlar daha çok bir araç konumundadır. www.onurcoban.com
İslam’a özgü bir düşünce sistemi olan Kelam günümüzde de hala etkili bir alandır. İnanç alanında ortaya koyduklarıyla İslam filozoflarına da adeta bir yol açmışlardır. İslam Felsefesi döneminden sonra da Yeni Kelamcılar olarak bilenen din alimleri modern yöntemlerle kelamı incelemeye devam etmişlerdir.
Yeni devir kelamcıları arasında İzmirli İsmail Hakkı, İsmail Fenni Ertuğrul, Elmalılı Muhammed Hamdi, Filibeli Ahmed Hilmi, Ferid Vecdi gibi isimler sayılabilir.
Kelam’ın düşünce tarihi içinde
önemli akımları Mutezile, Eşarilik, Matüridilik ve İmamet
düşüncesi ayrıca ele alınacaktır.
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
Onur Çoban
Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder