Bonaventura

  Felsefeye bir bakış

43.Bölüm: Bonaventura

Yazan: Onur Çoban

Fransisken Tarikatının Yükselişi

 

Skolastik Felsefenin önemli isimlerinden olan Aziz Bonaventura, 1217-1274 yılları arasında yaşamıştır. 1482’de Kilise tarafından Aziz, 1588’de ise Kilise Doktoru ilan edilmiştir.

 

Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan Hristiyan Felsefesi önceki bölümlerde anlatıldığı gibi iki bölümden oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe.

 

Skolastik felsefenin en üretken dönemlerinde yaşayan Bonaventura, mistik felsefenin en önemli isimlerinden olduğu gibi, asıl düşünce yapısını yansıtan Fransisken Tarikatının önemli de bir üyesidir.

 

Halesli Alexander (Alexander of Hales) ve John of Rochelle gibi isimlerden ders alan Bonaventura, Paris Üniversitesinde dersler vermiştir. Skolastik felsefenin, Patristik Felsefeden ayrıldığı en önemli kurum olan üniversiteler o çağda hem din hem de felsefe konusunda en yetkin yerlerdi.

 


Bonaventura, o dönemin iki önemli tarikatından biri olan Fransisken Tarikatına üyeydi. Aziz Fransis (Assisili Fransis, Francis, Aziz Francesco) varlıklı bir aileye mensup olsa da bir cüzzamlıyı görüp kendini dine adamasıyla tam bir yoksulluk savunucusu haline geldi. Onun öğretisine göre tarikatın mensupları bir ev, bir kiliseye sahip olamayacaklar, dilenecekler, yemeklerini başkalarından alacaklardı. Bu mutlak yoksulluk önceleri Papa tarafından şüpheyle yaklaşılsa da zamanla tarikata izin verildi. Hızla yayılarak dönemin diğer tarikatı Dominiken Tarikatı ile birlikte hem kilise de hem de felsefede etkin oldu. Aziz Fransis, doğuya giderek Müslüman Sultanına Hristiyanlığı öğretmek için bile gitti. Ancak döndüğünde tarikatın yoksulluğu yavaş yavaş terk ettiğini gördü. Ölümünden sonra ise yoksulluk yerini varlıklı olma sevdasına kaptırdı. Dominikenler gibi Engizisyon Mahkemelerinin önderliği ile birlikte varlıklı bir din sınıfı oluştu. Tüm bunlara rağmen Dominiken Tarikatı Thomas Aquinas’ın baskınlığı karşısında çok farklı fikirler üretemese de, Fransisken Tarikatı; Bonaventura, Roger Bacon, Duns Scotus ve Ockhamlı William gibi önemli din adamı / filozoflar yetiştirdi.

 

Bonaventura, Fransisken tarikatının en üst basamağına kadar yükselmiştir. Bu dönemde kendisinin aksine Aristoteles’e büyük önem veren ve İbni Sina’ya hayranlık duyan,onurcoban.com tarikatın bir başka üyesi Roger Bacon’un eserlerini yasaklattı. Roger Bacon, deneye verdiği önemle ileride gerçekleşecek bilimsel gelişmelerin adeta habercisi olsa da yaşadığı dönem için tehlikeli görüşe sahip olduğu söylenen bir filozoftu. İbni Sina, İbn Rüşd ve Farabi gibi İslam Filozoflarından alıntılar yapan Roger Bacon, bilim ve astrolojiye büyük önem veriyordu.

 

Bonaventura, Bacon’un aksine Aristoteles’ten çok Platon’a önem verir. Özellikle Platoncu görüşleri nedeniyle AzizAugustinus’a büyük önem verir. Yine Ontolojik Tanrı Kanıtlamasıyla da AzizAnselmus geleneğine dahildir. Döneminde önemli bir felsefe geleneği olan İslam Filozoflarına ise alıntı yapmaz. Ancak onların eserlerini okuduğu bilinir. Bazı görüşleri de onlara benzer. Ancak doğrudan bir takipçiliği yoktur, bunu da söylemez.

 

Bonaventura, döneminde Skolastik felsefe ve üniversitelerde baskın görüş artık Aristotelesçiliktir. Önceki Hristiyanfilozoflarının aksine Skolastik Felsefede, Platonculuk daha geri planda kalır. Özellikle İslam Filozoflarının Yunanca ve Süryaniceden yapmış olduğu Aristoteles çevirileri, ortaçağda bu filozofun önem kazanmasına neden olmuştur. Arapçadan Latinceye yapılan çeviriler ile Avrupa’da yoğun bir Aristoteles etkisi başlamıştır. Bonaventura ise bu dönemde Aziz Augustinus’un görüşleriyle Platonculuğu yeniden canlandırır.

 

Bonaventura’ya göre felsefe ile teoloji farklı şeylerdir. Ona göre inançlar otoriteye, bildiklerimiz de aklımızla dayanır. Felsefeye önem verir ancak felsefe ne kadar önemli olursa olsun din her şeyden önce gelir. Akıl karşısında, iman ve vahiy üstündür. Örneğin Tanrının varoluşu akılla bilinebilir ancak bu şekilde kazanılmış bilgi eksiktir. Vahiy bilgisi bu eksikliği tamamlar. Ona göre felsefe teolojinin hizmetinde olmalıdır.

 

Bonaventura, Aristoteles’i küçümsemez ve onun görünür dünya ile ilgili çalışmalarına önem verir. Ancak ona göre Platon’un ideaları gibi bir metafizik düşünceden yoksun olması bakımından Aristoteles eksiktir.www.onurcoban.com

 

Tüm varlıkları meydana getiren bir ilk varlığın yani ilk nedenin olması ona göre apaçık bir kesinliktir. Bu zorunluluk sadece doğadaki varlıklara bakılarak bile fark edilebilir. Platon ve Augustinus gibi o da, maddesel dünyayı kusurlu ve eksik görür. Kavramsal olarak kusursuz ve eksiksiz olanın, olmak zorunda olduğunu, bunun da Tanrının kanıtlarından biri olduğunu söyler.

 

Ona göre her şey Tanrı’dan yaratılmıştır. Ancak Yeni Platoncuların savunduğu gibi Tanrından pay alma yerine Örnekçilik adı verilen bir görüşü savunur. Örnekçilik e göre her şey bir ilk örnekten, Tanrı zihninden bir pay alarak yaratılır. www.onurcoban.comBurada doğrudan Tanrıdan pay alma yoktur. Çünkü bu Panteizme yol acır Daha çok Tanrının ilk örneğine benzemek olarak ifade edilir. Bu ilk örnekler Tanrının zihninde sonsuz sayıdadır. Yaratılan her şey bu örneklere sadece benzer. Ancak hiçbir zaman onun kadar mükemmel olamazlar.

 

Bonaventura’nın izinden giden Aquaspartalı Matthew, Bonaventura’nın aksine İbni Sina’dan alıntılar yapar. Platon ile Aristoteles’in bir uyum sağlaması gerektiğini düşünür.

 

Albertus Magnus, Thomas Aquinas gibi Dominiken Filozoflarla rekabet eden Fransisken filozoflardan Roger Bacon, Duns Scotus ve Ockhamlı William gibi isimler Skolastik felsefede üretken bir düşünce geleneğine sahip olmaya devam etmişlerdir.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-



Roger Bacon

 Felsefeye bir bakış

42.Bölüm: Roger Bacon

Yazan: Onur Çoban


Skolastik Felsefede Bilim

 

Skolastik Felsefenin etkin olduğu dönemde özellikle deneyciliğe verdiği önemle dikkat çeken Roger Bacon, Ortaçağda bilim alanında da önemli bir düşünür olarak dikkat çeker.

 

Aslen Fransisken Tarikatının bir üyesi olan Roger Bacon, bu görüşün diğer isimlerinden ayrı bir duruş sergiler. Bu nedenle eserleri yakılır, kendisi de uzun yıllar hapis yatar. Özellikle tarikatın önemli ismi Bonaventura ile anlaşamaz. Aziz Bonaventura,  Aziz Fransis’in tam bir yoksulluk savunucusu haline getirmek istediği ve Dominiken Tarikatı ile düşünsel bir rekabet gösteren Fransiskenleri açıklamak için daha doğru bir örnektir. Yine de Bacon; ileri de tarikatın önemli isimlerinden olan Duns Scotus ve Ockhamlı William gibi önemli filozoflardan biridir.

 


1200’lü yıllardan yaşayan İngiliz Filozof Bacon (kendisinden yüzyıllar sonra yaşayan yine bir İngiliz ve bilim destekçisi filozof Francis Bacon’la karıştırılmamalı) çağının bilim anlayışına şiddetle karşı çıkmıştır. Birçok kişi onu ileride yaşanacak bilimsel gelişmelerin habercisi olan erken dönem bir bilim adamı olarak görür. Gerçekten Rönesans sonrası Galileo, Kepler ve Newton gibi isimlerle hızla yükselişe geçen bilimsel patlama ve daha sonra yaşanan İngiliz Deneyciliği’nin (Ampirizm) ilk izlerini Roger Bacon’da görülür. Yüzyıllar sonra yaşanacak bu iki önemli dönemin aksine ortaçağda bilim hala deneyden uzak bir anlayış güdüyordu.onurcoban Oxford’da dersler veren Bacon, döneminde düşüncenin önemli merkezleri olan birçok üniversitede bulundu. Ancak bu üniversiteler günümüzdeki kadar özgür bir bilim anlayışı gütmüyordu.

 

Roger Bacon için bilim felsefeye yardımcı bir araçtı. Felsefe sayesinde de çoğu Skolastik düşünürün amaçladığı gibi Tanrıya ulaşmak mümkün olacaktı. Skolastik filozofların çoğunun aksine o deneysel bilginin önemine vurgu yaptı.

 

Bacon, her şeyden önce bir Fransisken ve Hristiyan filozofuydu. Onun nihai amacı ileriki yüzyıllardaki bilimin yükselişinin aksine Tanrıya ulaşmaktı. Bunun için ortaya koyduğu ve “hikmetin birliği” denilen düşünceye göre bilim, sanat, teoloji, hukuk gibi disiplinler birbirleriyle bağlantılıydı. Bunları birlikte ilerletmek mutlak amaç olan Tanrıya ulaşmaya yardımcı olacaktı.

 

Bacon, bunun için öncelikli olarak bilgisizliğin nedenleri üzerine durdu. Dört nedene ayırdığı bu görüşlerin üçü yani, “Otoriteye teslim olma, geleneğin etkisi ve önyargı” kendisinden önceki filozoflarca da incelenmişti. Oysa dördüncü neden yani bilgisizliğin gizlenmesini ilk kez kendisinin incelediği söyledi Bu dördüncü neden aslında ilk üç nedenin soncuydu. Örneğin Aristoteles’in söylediği her şeyi doğru kabul etmek ve bu nedenle yanlış bir bilgiyi savunmak doğru bilginin gizlenmesine neden olacaktı. Geçmişten gelen düşünceler sorgulanmalı ve gerekirse değiştirilmeliydi. Bunu belirtirken belki de Papa baskısından da çekindiğinden Kilisenin, otorite sorgusunu muaf tuttu.

 

Yine de bu ortaçağ için radikal bir düşünceydi. Bu düşünceyi en doğru uygulama şekli deneyimdi. Empirizm’in (Deneycilik) ileride vurgulayacağı gibi (ve Akılcıların karşı çıkacağı gibi) her şeyden önemli olan şeyi akıl değil deneyimdi. Akıl yürütmewww.onurcoban.com ile bir takım şeylere ulaşılabilir ancak hep bir kuşku var olacaktır. Oysa deneyim ile gerçek bilgiye ulaşmak mümkündür. Örneğin buza dokunduğundan soğukluk hissedeceğini sadece bilebiliriz. Ancak bunu deneyimlemek gerçek olanı bize gösterecektir. Ateşe dokunmadan acıyı farz edebiliriz. Acıyı duymak için deneyimlemek gereklidir.

 


Deneyim ona göre iki türlüdür. Biri dış dünya ile duyularımız aracılığıyla yaptığımız deneyim; diğeri de Tanrı tarafından verilen içsel ve manevi deneyim. Dışsal deneyim ne kadar önemli olursa olsun Tanrının vermiş olduğu içsel deneyim her şeyin üstündedir. Matematik ve bilim kesinliğe giden en önemli araçlar olsa da bunun zirvesi kutsal yazılar yani Kitabı Mukaddes’tir. Tanrının kurallarına uymak ahlak felsefesinin en doğal ve gerekli şeyidir. Tanrının istediklerini yapmak iyi, onun istemediklerini yapmak kötüdür. Dinsel başvuruya oldukça vurgu yapsa da zaman zaman Stoacı bazı düşünceler de Roger Bacon’un etik anlayışında yer alır.

 

Matematikle bilime olan hayranlığı ve başarısı onu zaman zaman büyücü ve Herektik olarak görülmesine de neden oldu. Bonaventura’nın baskısı ile hapis yattı, eserleri toplatıldı. Aristoteles’e hayranlık duyuyordu. Ondan sonra gelen en büyük filozofun ise bir Hristiyan değil İslam Felsefesinin en önemli isimlerinden İbni Sina olduğunu söylüyordu. İbn Rüşd ve Farabi gibi İslam Filozoflarından çok sık alıntılar yapan Roger Bacon, Cicero üzerinden de Platon’u incelemiştir. Her ne kadar inançlı bir Hristiyan olsa da doğru bilginin Paganlardan veya Müslümanlardan gelmesi onun için önemli değildi. Önemli olan doğru bilgiye ulaşmaktı. Bu düşüncesiyle de döneminde tepkiler çekti.www.onurcoban.com

 

Barut, simya, optik gibi alanlarda çalışmalar yapan Bacon; bir doktor ve filozof olan Galen’in de tıp görüşleri hakkında yazılar yazmıştır. Dönemindeki John of London, Peter Peregrinus of Maricourt gibi bilim adamlarıyla etkileşime girmiş, William of Sherwood, Robert Grosseteste ve Adam Marsh gibi isimlerden etkilenmiştir.

 

        Döneminde fazla etkin olmasa Rönesans ve Bilimsel Gelişme sonrası kendisine ilgi gösterilmiştir. John Locke, George Berkeley, David Hume gibi Deneycilerin ilk izlerini göstermesi bakımdan da önemlidir.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-




Abelardus

  Felsefeye bir bakış

41.Bölüm: Abelardus

Yazan: Onur Çoban

Felsefe, Din ve Aşk arasında bir yaşam

 

            Hristiyan ortaçağ Felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Abelardus, hem önemli bir din adamı hem de -kendisi bunu doğrudan kabul etmese de- bir filozoftur. Ayrıca her iki kişiye de büyük acılar çektiren, bir aşk hikayesinin de kahramanı olan Fransız bir din adamıdır.

 

Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan Hristiyan Felsefesi önceki bölümlerde anlatıldığı gibi iki bölümden oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe.

 

Skolastik felsefenin önemli isimlerinden olan Aziz Anselmus ile hemen hemen aynı tarihte yaşayan Abelardus (1079-1142) Pierre Abélard, Peter Abelard gibi isimlerle de bilinir. Gençliğinde farklı görüşlere sahip birçok kişiden ders aldı. Roscelinus, Champeauxlu William, Laonlu Anselmus gibi isimlerden dersler aldı, tartışmalara girdi. Bir dönem Aziz Anselmus’un derslerine katıldı. Paris’te uzun bir süre yaşayan Abelardus, bu dönemde felsefesinin önemli noktasını oluşturacağı mantık ve diyalektik üzerine çalıştı.

 


Din adamlarını eleştirdiği için ciddi bir tepki toplasa da kariyerinde hızlıca ilerleyen Abelardus bu dönemde Notre Dame semtinde yaşayan önemli bir isim Canon Fulbert’in kuzeni Héloise ile tanıştı. İbranice, Yunanca ve Latince bilen eğitimli bir kadın olan Heloise ile Abelardus birbirlerine aşık oldular. Ancak bu ilişkiyi bir süre gizli yaşadılar. Gizlice evlenmeleri ve bir çocukları olması o dönemde bir skandal olarak görüldü. Fulbert’in kışkırtmasıyla bir gece zorla Abelardus’un odasına girildi ve zorla hadım edildi. Héloise’de bir manastıra rahibe olarak gönderildi. Hadım edilmesiyle bazı din adamlarınca alay edilen ve ciddi bir bunalım yaşayan Abelardus, Kilisede daha üst görevleri alma şansını da kaybetti. St.Denis manastırına giderek keşiş hayatı yaşamaya başladı.

 

Bu dönemde Abelardus ve Héloise karşılıklı mektuplaşmaya başladı. Bu mektuplar, Batı Edebiyatının en önemli aşk mektuplarından biri durumundadır. Sonu acı biten bu öykü en önemli aşk öykülerinden biri olarak hem sanatın her alanında hem de popüler kültürde yüzlerce yıl olduğu gibi günümüzde de etkilidir. Ancak mektuplar incelendiğinde Héloise’nin daha tutkulu bir aşkla yazdığı yazıları, Abelardus’un tam bir karşılık vermediğiwww.onurcoban.com de gözükmektedir. Özellikle uzun yıllarca ondan haber alamayan Heloise’nin daha duygulu bir ifadesi vardır. Ne olursa olsun bu mektuplar önemli birer eser olarak günümüze kadar geldi.

 

Abelardus bu olaydan sonra çalışmalarına devam etti. En önemli eserinden biri olan “Evet ve Hayır” ı ( Sic et Non) u yazdı. Özellikle Hristiyanlık için yazmış olduğu yazılar din adamlarını karşısına almaya başladı. Bir Hristiyan tabusu olan üçleme koşunda herektik görüşe sahip olmakla tepki topladı. Bir süre mantık dersleri verdikten sonra dönemin önemli ve güçlü ismi olan mistik din adamı Clairvauxlu Bernard ile rakip oldu. Tapınak Şövalyelerinin güç kazamamasına destek olan, Sistersiyen tarikatının kurucularından Bernard aynı zamanda İkinci Haçlı Seferini organize eden kişilerden biriydi.

 

Abelardus, dönemindeki din adamlarınca çok eleştirilse de aslında onun önceliği hep vahiy bilgisiydi. Onun akla verdiği önem vahiy bilgisini eleştirmek değil onu daha anlaşılır kılmak için vardı. Yuhanna İncil’in en başında “Başlangıçta Logos vardı sözü aklın kutsallığını işaret etmesi bakımından önemliydi. Abelardus, ortaçağ alimlerinin çoğunun savunduğu gibi Havariler, Kilise Babaları ve Papaların yanılmazlığına karşıydı. Ona göre Kutsal Kitap dışında herkes yanılabilirdi.

 

Ortaçağ felsefesinin en önemli tartışmalarında olan Tümeller Tartışmasında da önemli bir taraf olmuştur. Boethius tarafından başlatılan tümeller tartışmasında bazı taraflar tümellerin sadece birer ad / isim olduklarını bazıları da gerçekte var olan bir kavram olduklarını savunmuşlardır. Abelardus kendisi gibi düşünenlerle birlikte tümellerin gerçekte var olmasa bile ona verilen adların da basit bir şey olmadığını savunur. Bu isimler tüm insanlar için ortak bir anlam içermesi bakımında sıradan bir kelimeden ayrılır.

 

Aslında Platon’dan beri tümeller tartışılan bir konudur. Platon, idealar öğretisiyle doğadaki her şeyi aslından birer gölge, birer yansıma olduğunu savunmaktaydı. Ona göre gerçek dünyaonurcoban aslında idealar dünyasının bir yansımasıydı. Örneğin kırmızı bir kalem olabilir ancak kırmızılık bir ideadır. Bir kalem ne kadar kımızı olursa olsun mükemmel/kusursuz bir kırmızılığa ulaşamaz. O ideaya ancak benzeyebilir. Aristoteles form öğretisi ile bunun bazı noktalarına katılmakla birlikte karşı çıkar. Ona göre gerçeklik ayrı bir idealar evreninde değil bu dünyadadır. İnsanlık, kırmızılık gibi tümel kavramlar soyutlama kolaylığı için oluşturulan birer ifadedir.

 

Ortaçağ felsefesinde Boethius ile başlayan bu tartışmada Platon’un izinden gidenler Gerçekçi / realist olarak isimlendirilirler. Anselmus ve Augustinus gibi isimler bu görüşü savunur. Diğer bir grup tümellerin gerçekte olmadıklarını onları sadece birer ortak isim olduğunu savunanlardır. Bunlara Adcılar / Nominalistler denir. Bu görüşü savunan en önemli isim Ockhamlı William’dır. Üçün bir görüş ise ilk iki görüşün adeta sentezidir. Aristoteles’in izinden giden ve tümellerin nesnelerin dışında değil ona içkin olduğunu savunanlar. Tümeller gerçekte yokturlar ama sadece birer ad da değillerdir. Abelardus, Albertus Magnus, Thomas Aquinas bu görüşe dahil olan filozoflardır.

 

Abelardus çalkantılı yaşamı ve düşünceleri ile ortaçağ için önemli bir isim olmuştur.


Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Anselmus

 Felsefeye bir bakış

40.Bölüm: Anselmus

Yazan: Onur Çoban

Ontolojik Kanıt / Anlamak İçin İnanıyorum

 

Ortaçağ Hristiyan Felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Anselmus veya Aziz Anselmus, Patristik Felsefenin sona ererek Skolastik Felsefenin erken dönemine girmesini de gösterir.

 

Daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi Hristiyan Felsefesi, Platon ve Yeni Platoncu görüşlerin Hz İsa’nın öğretileriyle harmanlandığı ve daha çok alaylı diyebileceğimiz ilk dönem kilise babalarının başlattığı Patristik Felsefe ile başlamıştır. Daha kurumsal bir öğretim alan ve Aristoteles etkisi hissedilen Skolastik Felsefe ise yine din adamı/filozoflarca yapılan bir felsefe geleneğidir. Bu iki dönem arasında yaklaşık 400 yıllık bir “karanlık dönem” batıda etkin olmuş ancak doğuda aynı anda bir bilim ve kültür patlaması yaşanmıştır. İslam Felsefesi dönemi olarak anlatılan bu dönem tarihsel olarak Anselmus’tan önce olsa da bütünlüğü bozmamak adına çalışmaya bu şekilde devam ediyoruz.

 


Anselmus, 1033-1109 yılları arasında yaşayan bir din adamıdır. Ona hem aziz unvanı hem de 2. Augustinus lakabı verilmesi bakımdan önemli bir isimdir. 1700’lü yıllarda da Kilise Doktoru ilan edilmiştir. Anselmus her ne kadar erken skolastik filozofu olarak görülse de Aristoteles etkisinden çok Platon etkisi onda daha fazla gözükür.www.onurcoban.com

 

Anselmus özellikle 2 düşüncesiyle tanınır. Bunlardan biri “Anlamak için İnanıyorum” ve Ontolojik Tanrı Kanıtıdır.

 

Anselmus iki çeşit bilginin doğruluğunu kabul eder. Bunlarda biri akla dayalı bilgi diğeri de vahiy bilgisidir. Bu iki bilgi, aslında birbirine karıştırılmamalı ayrı ayrı ele alınmalıdır. Ancak daha üstünlük kurulacaksa vahiy yani Tanrının vermiş olduğu bilgi üstündür. Buradan ünlü “Anlamak için İnanıyorum”, yani Credo ut İntelligam düşüncesine gelir. Ona göre inanç olmadan hiçbir bilgi tam olarak bilinemez. İnanmak için anlıyorum düşüncesine karşıt koymuş olduğu bu düşünceye göre, kişiler Tanrıya inanmakla işe başlamalıdır. Bu temel doğruyu kabul ettikten sonra akıl devreye konabilir.  Anselmus, akılla her şeyin kavranabileceğini savunuyordu ancak onun amacı, akılla inanç konularını keşfetmek onu değildir. O, inandıktan sonra bunların doğruluğunu akılla da savunmanın mümkün olduğunu söylemekteydi. Bu düşünce kendisinden yüzyıllar önce yaşayan Hristiyan filozof, İskenderiyeli Klement tarafından da ilk örnekleri verilen bir düşünce türüydü.

 

Anselmus, Tanrının var olduğunu kanıtlamak için birçok argüman ortaya koymuştur. Ancak bunların en ünlüsü kendisiyle özdeşleşen Ontolojik Argüman veya Ontolojik Kanıttır. Bu düşünceye göre; her insanın zihninde hatta inanmayanlarda bile şöyle bir düşünce vardır. Her şeyden mükemmel olan bir Tanrı... Bunu herkes düşünebilir. Peki, bu düşünce bizim zihnimizde neden var. Bunu deneyimlemesek bile böyle bir şeyi düşünebiliyoruz. Yani A piori olarak deneyimlemeden, mükemmel her şeyden üstün bir varlık hayal edebiliyoruz. Bu argümanının ilk aşamasıdır. Sonra şöyle devam eder. Eğer mükemmel bir Tanrı düşünebiliyorsak bu ya sadece zihnimizdedir ya da hem zihnimizde hem de gerçek dünyada vardır.

 

Şöyle devam der; eğer hem zihnimizde hem de gerçek dünyada mükemmel varlık yani Tanrı varsa zaten Tanrı vardır. Ancak bir şey sadece zihnimizde varsa ve gerçek dünyada yoksa o en mükemmel olamaz. Çünkü bir şeyin en mükemmel olması için var olması zorunludur.onur Var olamayan bir şey kusurludur. Bu durumda mükemmel bir Tanrıyı gerçekte yoksa, bizim mükemmel Tanrı düşüncemiz hatalı/eksik olur. Bu durumda düşünce kendisiyle çelişir çünkü mükemmel düşüncesi mükemmel değildir. (Çünkü var olmak bakımında eksiktir)

 

Bu durumda, hem zihinde hem de gerçekte bir mükemmel olan yani Tanrı var olmak zorundadır. Bu Ontolojik kanıt olarak sunulan düşüncenin Anselmus tarafından ortaya çıkan ilk halidir. Ondan yüzyıllar sonra Descartes, Spinoza, Leibniz gibi filozoflar bunu daha da geliştirecektir. Ancak Hume ve Kant gibi filozoflar bu düşünceyi hatalı bulacaktırlar. Özellikle Kant bu konuda detaylı eleştiriler verecektir. O zamana kadar Anselmus argümanı olarak biline bu argümana bilinen isim Kant tarafından verilecektir.

 

Ontolojik kanıt aslında temelde düz bir mantıksal açıklama olarak görülmektedir. İlk bakıldığına Tanrının var olduğunun baştan kabul edildiği biraz zorlama bir argüman olarak durmaktadır. Ancak konu incelendikçe tam olarak nerede tutarsızlık başladığı derede bittiği sorunu yüzyıllarca tartışılmıştır. Ayrıca Anselmus’un bu konuda çelişkiye düşmediği, onun zaten en baştan inançla başladığı “Anlamak için İnanıyorum” görüşü ile belirtilmişti.

 

Bu düşünce sadece Hristiyanlık veya farklı bir din karşıtlarınca eleştirilmemiştir. Sanılanın aksine bizzat kilise de bu düşünceyi resmen kabul etmemiştir. Skolastik Felsefenin en büyük ismi Thomas Aquinas gibi birçok din adamı/filozof bu düşünceden yola çıkarak gerçekte olmayan şeylerin de bu şekilde kanıtlanabileceğini bunun da safsata olduğunu gösterdiği söyler. Özellikle Anselmus ile aynı dönemde yaşayan Gaunilo yaptığı eleştirileri bu açıdan önemlidir.www.onurcoban.com Bir din adamı olan Gaunilo, Anselmus’un yaptığı bu çıkarsamanın hiç bilinmeyen ve mükemmel bir yaşamın olduğu kayıp bir ada içinde yapılabileceğini belirtmiştir. Anselmus ise bunun hatalı olduğunu bu çıkarsamanın Tanrının zorunlu olması dolayısıyla sadece ona uygulanabileceğini belirtmiştir. Yine de ontolojik delil günümüzde bile oldukça popüler bir Tanrı argümanıdır.

 

Anselmus’un düşüncelerin çoğu kaynağı Platon ve Augustinus kaynaklıdır. Yeni Platoncu düşünceler içerse de bunları doğrudan onlardan öğrenip öğrenmediği bilinmemektedir. Büyük ihtimalle bu geleneğe JohannesScottus Eriugena’ın çevirisini yaptığı Sahte Dionisos ve kısmen Boethius’dan almıştır. Daha sonraki yıllarda daha da tartışılacak olan Tümeller Tartışmasında Platoncu ideaları savunması bakımından gerçekçiler tarafında sayılmaktadır. Hocası olan Roscelinus’dan bu düşüncele ayrılır.

 

Kendisi ile aynı dönemde yaşayan Lanfranc dan etkilenmiş, Thomas Aquinas,  Bonaventura, Duns Scotus, Ockham’lı William gibi isimleri etkilemiştir.

 Ayrıca hocası Roscelinus aynı zamanda yine önemli bir Hristiyan filozof olan Abelardus’un da hocasıdır

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...