Eşarilik ve Matüridilik

  Felsefeye bir bakış

50.Bölüm: Eşarilik ve Matüridilik

Yazan: Onur Çoban

Ehli Sünnet anlayışı 

            Ehli Sünnet terim olarak Hz. Muhammed’in sünnetini yani onun görüşlerini takip eden demek olsa da genel sınıflandırmada sadece Sünniler için kullanılmaktadır. Terim anlamı bakımından hem Sünni hem de Şiiler sünnetin takipçisi olarak görmek hatalı değildir. 

            Genel sınıflandırmaya göre düşünüldüğünde Ehli Sünnet, Sünni siyasi mezhebinin görüşlerini kapsar. Ancak bu isimlendirme aslında daha çok iki kelam mezhebi olan Eşarilik (Eşariyye) ve Matüridilik i içerir. Birçok kişi Selefiliği de bu sınıflandırmaya sokar. 

            Önceki konularda kısaca Fıkıh mezhepleri ve Kelam konusu incelenebilir.

                        Fıkıh

                        Kelam

         Kelam yani İtikadi mezheplerden Matüridilik sadece Hanefiler kabul edilirken, Eşarilik; Şafii ve Malikiler içinde de yaygındır. Günümüzde Hanefi ve Hanbeliler içinde de Eşarilik yaygınlaşmaya başlamıştır. Eşariliğin kurucusu Eşari kendisini Hanbeli olarak görürken, Cüveyni gibi birçok Eşari önderi ise Şafii’ydi. Yine önemli bir Eşari olan Bakillani ise Malikiydi. 

Ehli Sünnet adı da verilen bu iki kelam mezhebi ortak noktalar içerse de farklılıklar da içermektedir. Özellikle Eşari gelenekten gelen ancak başlı başında bir konu olarak incelenecek olan Gazali etkisi ile Eşarilik hızla yaygınlaşmıştır. 

            Ehli Sünnet düşüncesinin kökenleri Sünni ve Şii mezhebinin ayrılması dönemlerine kadar gitse de mezhep haline gelmesi çok daha ileri bir tarihtir. İlk İslam âlimlerinden Hasan Basri, Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel gibi isimlerin görüşleri bu görüşü yavaş yavaş oluşturmuştur. Yine İmam Malik ve Şafii’de Sünni ekolün oluşumunda yer almışlardır. 

Abbasi devrinde bir resmi devlet mezhebi haline gelen Mutezile, diğer mezheplere baskı uygulanmasına neden olmuştu. Mihne Olayı denilen bu dönemde Ehli hadis grubu olarak isimlendirilen bir grubun oluşmasına neden oldu. Hanbeli Mezhebinin kurucusu olacak olan Ahmed bin Hanbel (ki o dönem hadisçiler olarak bilinirler)  Sünni Müslümanlar arasında önemli hale gelmiştir. Mutezilenin güçten düştüğü bu dönemde Haris el-Muhasibi nin görüşleri ise Sufiler içinde güç kazanacaktır. Bu noktada karışıklık olmaması adına ilk dönemdeki bu isimlere Selefi de denmekte ancak günümüzdeki Selefi Mezhebini tam olarak karşılamamaktadır. 

            Bu geçiş döneminde 900’lü yıllarda yaşayan Ebü’l Hasan Eşari (İmam Eşari), Hanbeli düşüncesi üzerinden kendi kelam ekolünü oluşturmuştur. Eşari önceleri Mutezile okuluna mensuptu. Üç kardeş meselesi olarak bilinen anlatıya göre bu ekolden ayrıldı. www.onurcoban.com

Eşari’nin hocası, ünlü mutezile Ebu Ali el-Cübbaidir. İhve-i Selase yani “üç kardeş meselesi” olarak belirtilen olaya göre Eşari, hocasına sorular sorar. Buna göre biri mümin, biri kâfir, diğeri ise henüz çocukken ölen üç kardeşin öldükten sonraki durumunu sorar. Cübbai; birincisinin cennete, ikincisinin cehenneme, üçüncüsünün ise azaptan kurtulmakla birlikte cennete giremeyeceği şeklinde cevap verir. Ancak Eşari, bu durumda üçüncü kardeşin “Rabbim bana ömür verseydin de sana iman ve itaat ederek yaşasaydım ve cennete girseydim. Benim için en uygun olanı yapman gerekirdi.” Şeklinde itiraz edeceğini söyler. Cübbai, Allah’ın söz konusu çocuk için en uygun olanı yarattığını, zira yaşadığı takdirde isyankar olup cehenneme gireceğini söylemiştir. Ancak Eşari, o zamanda ikinci kardeşin, “Allah’ım o zaman beni neden çocukken öldürmedin” şeklinde isyan edeceğini söyler. Hocası tarafından doyurucu bir cevap alamayan Eşari Mutezileyi tek eder. Bu olayın tarihsel gerçekliği tartışmalı olup ilke kez yüzyıllar sonra Fahreddin Razi tarafında Eşari’ye mal edilmiştir. 

Gerçek olup olmasa da yüzyıllarca bu öykü Eşariliğin kurucu anı olarak görüldü. Aynı Hasan Basri’nin “Vasıl bizden ayrıldı” diyerek,  Mutezilenin (ayrılanlar)  kurulma öyküsü gibi. Muhtemelen Eşari, Mutezilenin Kuran’ı mahluk (yaratılmış) olarak görmesi gibi nedenlerle fikirsel ayrılığa düşmüştü. İleride Hanbeli mezhebinin tepkisini de alsa kendisini Hanbeli temsilcisi gören Eşari kendi ekolünü başlattı. Hemen hemen aynı dönemde ancak kilometrelerce uzak bir coğrafya da benzer bir düşünceyi İmam Matüridi başlatacaktı. 

            Eşari’nin öğrencisi Bahili ve onunda öğrencisi Ebu Bekir Bakillani ile bu ekol devam etmiştir. İbn Furek, Abdülkahir El-Bağdadi, İbn Mücahid, Cüveyni gibi isimlerle Eşarilik sistemli hale gelir. 

             Bakillani bu açıdan önemlidir. Şii Büveyhoğulları devletinde Bizans’a elçi olarak gitmiş ve kadı unvanını almıştır. Eşari’nin aksine o İmam Malik’in oluşturduğu Maliki Mezhebini benimsemiştir. 

            İbn Furek, öncelikle Sufilik ve Tasavvufla tanıştı. Gazneli Mahmut zamanında Gazne’ye giderek çalışmalarını burada sürdürdü. Abdülkerim Kuşeyri gibi sufi öğrenciler yetiştirmesi onu aynı zamanda tasavvuf alanında da görülmesine neden olmuştur. 

            Gazali’nin hocası olan İmamül harameyn el-Cüveyni Şafii fıkhının ilk sistematik usulünü yazan kişidir. 

            Eşariliğin bu dönemine Mütekaddimun dönemi de denir. Gazali öncesi olarak bilinen bu dönem 5 ve 11. Yüzyılla arasından kabul edilir. Sonrasından gelen Müteahhirun döneminde de Gazali’nin gölgesinde olsa da Eşarilik devam etmiştir.  Bu ayrımın ortasında Gazali bulunur. İlk kelamcılar felsefe ve mantıktan daha uzaktır. Fıkıhçıların kullandığı kıyas yöntemiyle eserler üretmişlerdir. Daha çok din usullerini tartışır. Sonraki kelamcılar için mantık önemli olmuştur. Her ne kadar felsefecileri sevmeyen Gazali’nin etkisi olsa da, bu dönemde kelam gittikçe felsefeye de benzemiştir. Gazali bu dönemde tasavvuf ile kelamı uzlaştırmaya da çabalamıştır.           

            Bu dönem aynı zamanda Farabi ve İbn-i Sina’nın güçlü olduğu İslam Felsefesi dönemindir. Bu açıdan genel olarak Kelam, Felsefeye daha çok yaklaşmış bu açıdan başta Eşariler ve Gazali bununla mücadele etmiştir. 

            Sonraki yüzyıllarda Eşari geleneği ile kelamla ilgilense de Gazali öncesi gibi salt bir mezhep ekolü olamadı. Bu dönemde Felsefe ile de oldukça içli dışlı olundu. Aynı zamandaonurcoban.com Türklerin siyasi gelişimi ile Matüridilik de güçlendi. Bu dönemdeki isimler sadece Eşari olarak değil Kelamcı olarak da görmek de mümkündür. 



            Fahreddin Razi (ö.1209) Maveraünnehir bölgesinde dersler vermesi nedeniyle Türkler arasından önem kazandı. Sonraki dönemlerde Osmanlı’da bir Fahreddin Razi ekolü oluştu. Farklı görüşlerde olsa da ünlü düşünür ve bilim adamı ve Nasiruddin Tusi, Fahreddin Razi’den etkilenmiştir. 

             Adudüddin İci özellikle Kelam tanımıyla bilinir. Ona göre “Kelâm, kesin deliller getirmek ve ileri sürülecek karşı fikirleri çürütmek suretiyle dinî inançları kanıtlama gücü kazandıran bir ilimdir.” İci çok yönlü bir düşünür olup, Eşarilik ekolüne de uzak değildir. 

            Teftazani, Timur’un isteği ile Semerkant’ta dersler vermiştir. Teftazani özellikle Osmanlı medreselerinden oldukça popülerdir. Timur tarafından protokolden baş sırada tutulduğu bilinir. Anlatılana göre çağdaşı Cürcani ile yaptığı bir tartışmada kaybetmesi üzerine bu protokol sırası elinden alınarak Cürcani’ye verilmiş ve bu olaydan sonra üzüntüyle bir süre sonra vefat etmiştir. Kelam ile felsefeyi ayırmak istese de bunu tam olarak başaramamıştır. 

            Seyyid Şerif el-Cürcani 1300’lerin sonu 1400’lerin başında yaşayan geç dönem bir İslam alimidir. Molla Fenari ile de tanışan düşünür kelamı felsefeyle birlikte yapmıştır. Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak eserleri okutulmuştur.

             Görüldüğüwww.onurcoban.com gibi Gazali sonrası bu gelenek felsefe ile iç içe geçmiş daha genel bir kelam ekolü haline gelmiştir. Ancak Osmanlı medreselerinde bilinçli bir biçimde ön plana getirilmek istenmesi nedeniyle etkisi günümüze kadar gelmektedir. 

            Ehli Sünnet ’in bir başka kolu olan Matüridilik ise Ebu Mansur El-Matüridi tarafından Ebu Hanife çizgisinde ortaya konmuştur. Maveraünnehir bölgesinde yaşayan bir Türk olan Matüridi, Hanefiliği benimseyen birçok Sünni Müslümanın Matüridi kelam ekolüne dahil olmasını sağlamıştır. Eşariler Mutezilenin Basra ekolüne karşıyken, Matüridiler Mutezilenin Bağdat ekolüne karşı olarak ortaya çıkmıştır. 

            Ünlü bir söyleme göre; Kuran’ın Mekke’de inmiş, Mısır’da okunmuş, İstanbul’da yazılmış ve Maveraünnehir’de anlaşılmıştır. 




            Matüridilik sadece nakle önem veren Selefiyye karşıtıdır. Aynı şekilde akla daha çok önem veren ve Felsefeye yakınlığı ile bilinen Mutezileye de mesafelidir. Bu açıdan akılla nakil arası bir dengeyi göz ettiği söylenebilir. Bu açıdan Eşarilik’e göre akla daha yakındır. 

         Matüridi, 900’lü yıllarda yaşamıştır. Ardından gelen Hakim es-Semerkandi bu görüşün yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ebü’l-Muîn Nesefi, Nureddin es-Sabuni, Ebu'l Berekat en Nesefi gibi isimler bu ekolü geliştirmiştir. Sonraki dönemlerde Beyazizade gibi isimler bu görüşü sürdürmüştür. 

            Matüridilik’te bilgi kavramı önemlidir. Aklın özel bir yeri vardır. Akıl yardımıyla iyi ve kötü seçilebilir hatta Allah’a ulaşılabilir. İnsanlar akılları yardımıyla Allah’ı bilebilirler. Eğer Peygamberler aracılığıyla Allah bilgisi gelmese bile akılla bunu ulaşmak mümkündür. 

            Bu görüşe göre insan işlediği günahlardan sorumludur. Büyük veya küçük günah işleyen kişi dinden çıkmaz.     

Matüridilik bilgiyi üçe ayırır. Fiziki dünyadaki bilgi duyulardır. Geçmiş ve görülmeyen şeylerin bilgisi ise haber kaynaklıdır. Allah ve Peygamberden gelen haber güvenilirdir. İnsandan gelen haber yalan olma durumu olsa da yine de bilgi açısından önemledir. Bilginin önemli kaynaklarından biri ise akıldır. Düşünme, analiz etme, çıkarım yapma yeteneği Allah’ın bahşettiği ve Kuran’da da önem verdiği bir şeydir. Bu açıdan aklı yok saymak saçmadır. 

Mutezile kelamcıları vahiy bilgisine ihtiyaç duyulsa bile aklın en önemli unsur olduğu savunur. Eşarilik ve Matüridilik ise nakle tasavvuf kadar olmasa da kelam içinde daha fazla önem verirler. 

Bir şeyin iyi ve güzel olması da kelamcıların tartıştığı bir konudur. Eşariler din tarafından yasaklanan şeyleri kötü, gerisinin iyi olduğunu söylerler. Mutezile ve Matüridi geleneği ise güzel ve kötünün akılla bulunabileceğini savunurlar. 

Eşarilerin kesb adı verilen görüşe göre her fiili yaratan Allah’tır. İnsanın bir davranış yapma kudreti değil kesbi vardır. Yani yaratıcıdan aldığı yetki, onay ile bir davranışı yapma durumu... Matüridi gelenek her fiili yaratanın Allah olduğu söyler. Kişiler kesb ile yani yaratılmış olan fiili gerçekleştirmek yönünden sorumludur. Bu açıdan insan sorumsuz değildir. 

Ehlisünnet kelamcıları sıfatların olmasının Tanrının düşünülmesine yaradığı ve olmamasının insan aklının Allah’ı bilemeyeceğini belirtmişlerdir. Bu açıdan sıfatlar daha çok bir araç konumundadır. 

            Mutezileye göre Kuranda geçen Allah’ın elleri ve yüzü gibi ifadeler gerçek değil mecazi bir anlam taşır. Oysa Eşari başta olmak üzere birçok Eşariye kelamcısı bunların gerçek olduğuna inanmalı ancak nasıl olduğunu sormamalıdır diye düşünür.          

            Eşarilik 1200’lü yıllarda İbn Teymiyye ve El-Cevziyye gibi isimlerin muhalefetiyle karşı karşıya geldi. Kendilerine Selefiyye diyen bu grup kimilerine göre Ehli Sünnetin bir parçası kimilerine göre tamamen farklı bir akımdır. 

            Kısaca Selefiyye’den bahsetmek gerekirse; Selefiyye /Selefilik “Selef” yani ilk İslam alimlerinden gelir. Ehli Sünnet mezheplerinin oluşumundan önce henüz sistematik bir mezhep yokken bu görüşe yakın olanlara Selefiyye ismi verilmiştir. Ancak günümüzde ki Selefiyye mezhebi her ne kadar kökenlerini buraya dayandırsa da görüş olarak çok farklı ve uç noktalara gitmiştir. 

            İlk dönem Müslümanlar önce Hz. Muhammed’e daha sonra da onunla aynı dönemde yaşayan Sahabeler danışmaktaydı. Ancak bir sonraki nesilde Hasan Basri, Ebu Hanife, Ahmed Bin Hanbel gibi isimler bu geleneği sürdürse de zamanla ayrı bir akım oluştu. Ahmet bin Hanbel’in izinden giden Hanbeliler içinde Selefi ekol oluşmuştur. 

Yüzyıllar sonra İbn Teymiyye tarafından bu akım sistemleşmiştir. Bu dönemde felsefeden ve tasavvuftan kopma başlıca hedef haline gelmiştir.  Gazali’ye göre 7 temel özelliği vardır: Takdis, Tasdik, Aczi İtiraf, Sükut, İmsak, Keff, Marifet Ehline Teslim. 

Selefiyye, Ehli Sünnet içinde değerlendirildiği olsa da son yüzyıllarda diğer akımlara göre oldukça radikalleşmiştir. Vahhabilik gibi modern versiyonları ve radikal şiddet yanlısı oluşumlarıyla ciddi bir tepki ile de karşılaşmıştır. En yaygın bölgesi günümüzde Suudi Arabistan’dır.           

            Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan bu mezhepler tarih boyunca siyaset alanında da etkin olmuşlardır.www.onurcoban.com 

            Osmanlı öncesi, Sünniliği seçen Türkler arasından Matüridilik ön planda olsa da Osmanlı medreselerine Mısırlı hocaların gelmesiyle Eşarilik ön plana geçmiştir. Devlet yönetiminde ise Selçuklular zamanından beri Eşarilik ön plana çıkarmak istenmiştir. Özellikle Selçuklu veziri Nizamülmülk resmi olarak Eşariliği desteklemiştir. Şafi ve Maliki mezheplerin arasından da Eşariliğin benimsenmesi ile coğrafi olarak Eşarilik daha çok yayılmıştı. Matüridilik daha kısıtlı olarak Hanefi Türkler arasında kalmıştır.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban

 Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Mutezile

 Felsefeye bir bakış

49.Bölüm: Mutezile

Yazan: Onur Çoban

Akılcılık ve İslam Düşüncesi

             Yaklaşık 700-1000 yılları arasında altın çağını yaşayan İslam Felsefesini incelerken karşımıza Kelam ve onun akılcı yönünü vurgulayan Mutezile çıkmaktadır. Bir dönem resmi İslam İtikat Mezhebi olan günümüzde ise neredeyse yok olmuş olan bu düşünce geleneği akla verdiği önemle hatırlanır. 

İçerik olarak farklı olsa da tarihsel gelişim adeta Pozitivizmi andırır. Her ikisi de dönemi için ilerici, bilimsel ve akılcı bir akım yaratmıştır. İkisi de zamanla “tek doğru” olduğunu iddia etmiş ve bu nedenle baskı kurmuş, diğer görüşleri dışlamıştır. Yine her ikisi de yıllar sonra hem karşı durdukları akıl ve bilim dışı çevrenin nefretini kazanmış hem de savundukları bilimcilerin karşı durduğu bir akım olmuştur. Bu nedenle, her ikisini de tarihsel döneminde objektif bir biçimde incelemek daha doğrudur. Mihne olarak isimlendirilen döneme geçmeden önce kısaca Mutezile ye bakalım… 

İslam Felsefesi önceki bölümde de anlatıldığı gibi bir anda gerçekleşmemişti. Onunla birlikte Kelam ve Tasavvuf gibi farklı düşünsel hareketler felsefenin adeta öncüsü/yancısı olmuşlardı. Her ne kadar felsefenin akılcı anlayışına göre az veya çok farklılıklar içerse de bu ilimler de düşünce alanında oldukça etkin olmaları bakımında incelenmesi gerekmektedir. 

İslam Düşünce geleneğinin üç ana kolundan biri olan Kelam; akla verdiği önemle dini inanç konularını açıklama ve temellendirme anlayışı güden bir ilimdir. Fıkıh ilminden ayrılarak ve ondan kıyas yöntemini alarak bağımsız bir disiplin haline gelmiştir. Diğer iki düşünce geleneğinden akıl ile nakil konusundaki duruşuyla da ayrılır. 

İslam Düşüncesinin 3 temel ilmi olduğu kabul edilir. Tasavvuf iman ve vahiy bilgisine önem verir. Felsefe ise akla dayalı düşünceyi kabul eder. Kelam ise bu ikisinin adeta ortasında gibidir. Bu açıdan Kelamcılar zaman zaman her iki taraftan da eleştiri almışlardır. Akıl konusunda felsefeye daha yakın olan kelam, dini referans alması bakımından ondan ayrılır. Elbette İslam Felsefe geleneğinde dinin önemi tartışılmaz ancak yine de konu ve yöntemleri bakımdan İslam felsefesi, eski yunanwww.onurcoban.com felsefe geleneğinden beslenirken Kelam İslam’da daha içten ortaya çıkmış olan bir düşünce geleneğidir. Ancak zamanla felsefeye de benzerlik göstermiştir. Zamanla farklı kelam ekolleri ortaya çıkmıştır.

     Mutezilenin ortaya çıkışı bir hikaye ile anlatılır. İlk İslam düşünürlerinden Hasan-ı Basri, Basra’da bulunan okulunda dersler vermektedir. Büyük günah işleyenlerin durumunun tartışıldığı bir derste talebelerinden Vasıl bin Ata “Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir, fasıktır” diye cevap verir. Ancak bu görüşü Hasan-ı Basri kabul etmez. Bunun üzerine Vasıl bin Ata ve yandaşları orayı terk eder. Hasan Basri bunun üzerine “Vasıl bizden ayrıldı” der. Mutezile “ayrılanlar” manasına gelir.

 Vasıl bin Ata 700’lü yıllarda yaşamıştır. Onun döneminde kelam ekolleri yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Hocası olan Hasan-ı Basri, siyasi kargaşadan uzak olan Basra’da bir eğitim çemberi oluşturmuştu. Bu çemberde eğitim görse de “Büyük Günah” ayrışması sonrası kendi eğitim çemberini oluşturdu. Bu dönemde yanında Amr Bin Ubeyd bulunuyordu. Vasıl, Bin Ubeyd’in kız kardeşi ile evlenmişti. R harfini söyleyemediğinden içinde r harfi olmadan konuşmalar yaptığı buna rağmen oldukça etkili bir hatip olduğu söylenir. Dirar bin Amr’ın hocasıdır. Birçok öğrencisini farklı coğrafyalara gönderdiği bilinir. 

Vasıl Bin Ata, Mabed el-Cüheni ve Cehm bin Safvan gibi kendi akımlarını oluşturan ilk kelamcıları da tanıdı. Sonunda Mutezile denilen kelam mezhebinin kurucusu sayıldı. Onun en önemli görüşü fasıktır. Eğer bir mümin günah işleyip ölürse, tövbe ederek de affedilmediyse cehennemde kalacaktır. Ancak bir kafir gibi ağır cezada çekmeyecektir. Bu adeta bir ara durumdur. 

Vasıl bin Ata’dan sonra yakın arkadaşı Amr Bin Ubeyd bu ekolün lideri olur. İslam Felsefesinin de oluşmasında büyük önemi olan tercüme hareketleriyle çağdaş olan Ebü’l Hüzeyl el-Allaf (el-Allaf/ Hudhayl) bu hareketin geniş kitlelere yayan kişi olarak bilinir. Ebü’l Hüzeyl, Allah’ı, iyiyi ve kötüyü akılla bilinebileceğini belirtir.www.onurcoban.com 

800’lü yılların ilk yarısında yaşayan Nazzam, Abbasi halifeleri zamanında yaşamıştır. Hem Ebü’l Hüzeyl ’den hem de İmamiye ekolünün öncülerinden Hişam Bin Hakem’den etkilenmiştir. Ona göre bölünemeyen bir temel parça (atom) yoktur. Her şey sonsuza kadar bölünerek ilerler. Ayın yarılması gibi mucizeler yoktur. 

El-Fuvati olarak bilinen Hişam bin Amr ve öğrencisi Abbad bin Süleyman es-Saymeri gibi isimlerle bu ekol devam eder. 

Cahız, Mutezilenin Basra ekolünün önemli isimlerinden biridir. Arap edebiyatının da önemli isimlerinden birisi olarak görülür. 

El-Cübbai, mutezilede baba ve oğul olarak önemli iki isimdir. Baba Ebu Ali el-Cübbai, yine önemli mutezile kelamcısı Şahham’dan ders almıştır. Öğrencisi olan oğlu Ebu Haşim el-Cübbai’nin görüşleri Behşemiyye olarak bilinir. En ünlü görüşü Ahval Teorisidir.

 Baba Cubbai’nin bir başka öğrencisi ise bir zamanlar mutezile kelamcısı olup “üç kardeş meselesi” ile onlardan ayrılarak kendi mezhebini kuran İmam Eşari’dir. 

Mutezilenin etkisini kaybettiği dönemde yaşayan Kadı Abdülcabbar’ın en önemli özelliği kendinden önceki isimleri ayrıntılı anlatmasıdır. Onun sayesinden tarihsel bilgileri de elde etmekteyiz. 

Mutezilenin Bağdat ekolü Bişr bin Mutemir in kurduğu kabul edilir. Öğrencileri Sümame bin Eşres, Ebu Musa el-Murdar gibi isimler dönemin etkin kişileridir. Murdar’a “Mutezilenin rahibi” yakıştırması yapılmıştır. Bişr’in öğrencilerinden özellikle İbn Ebu Duad halifeyi ciddi bir biçimde etkilemiştir. Mutezilenin en çok eleştirildiği Mihne dönemi de en güçlü olduğu bu zamanda olmuştur. 

Cafer bin Mübeşşir, Cafer bin Harb, Ebu Cafer el-İskafi, Ebü’l Hüseyin el-Hayyat, Belhi şehri ile de hatırlanan Kabi gibi isimlerle bu ekol devam etmiştir. Diğer Mutezile alimlerince çok eleştirilen Dirar bin Amr ve Selçuklular döneminde yaşamış olup mutezile ekolünün son temsilcilerinden olan Zemahşeri diğer mutezile kelamcılarına başka örneklerdir. 

Görüldüğü gibi çok sayıda önemli isim Mutezilenin gelişmesine katkıda bulunmuştur.www.onurcoban.com Hem Vasıl bin Ata zamanı hem de Abbasi Halifelerinin telkinleriyle ilerleyen dönemlerde Çin’den Bizans’a kadar çok sayıda kişi bu düşünceyi yaymaya çalışmıştır. 

Bu açıdan Mihne dönemi ilginçtir. Akılcılık vurgusu yapan bu kelam mezhebi Abbasiler döneminde resmi ideolojinin himayesine girmesi adeta baskıların da kaynağı durumuna geldi. Farklı görüşteki birçok din adamı ve düşünür sürgün, hapis ve idamları yaşadı. Bu açıdan Sünni ve Şii dünyasından tepki topladı. 

Mutezile Vasıl’dan sonra gelen Amr bin Ubeyd zamanından beri Abbasi Halifelerinin dikkatini çekmiştir. Her ne kadar Halife Mansur, Amr bin Ubeyd’in dostu olsa da Amr özel bir ayrıcalık istemediği ve siyasetten uzak durduğu kabul edilir. İlerleyen yılarda ise Halife Memun zamanında yükselişe geçtiler. Halife özellikle Şii ve Ehli-Sünnet akımlarına karşı bilinçli olarak Mutezileyi desteklemiştir. Aynı Türkleri, İran ve Araplara karşı desteklemesi gibi… 

 Mutezile kelamcılarından Bişr bin Mutemir, Sümame bin Eşres ve İbn Ebu Duad zamanında bu mezhep halifeliğin adeta resmi mezhebi haline gelmiştir. Ebu Duad bu dönemde özellikle güçlüydü. Bu resmilik zamanla diğer mezheplere baskıyı da beraberinde -onurcoban- getirdi. Mihne adı verilen bu dönemde hem sünni hem de şii birçok din adamı baskı gördü. Halife Mutasım döneminde de bu güç devam etse de Halife Mütevekkil döneminde destekleri kaybettiler. Zamanla Eşarilik ve Matüridilik akımları güçlendi. İbnü'r Ravendi gibi bazı isimler Şia’ya katıldı. Mihne döneminin etkisiyle mutezile yaygınlığını kaybetti. 

Abbasilerin güç kaybetmesi ve Büveyhoğullarının iktidarı almasıyla Mutezile Kelamcıları kısa bir süre yeniden güçlendiler. Bu dönemde hem bir mutezile hem de vezir olan Sahib bin Abbad’ın nüfusu ile bu görüş yeniden öne çıktı. Son dönem isimlerde Kadı Abdülcabbar bu dönemde önemli mevkilere geldi. Ancak Abbad’ın ölümü sonrası yeniden nüfuslarını kaybettiler. 

Selçukluların bölgeye hakim olması ve Türklerin Eşarileri yönetimden uzaklaştırmasıyla Mutezile kelamcıları önemli mevkilere getirildiler. Sultan Alpaslan döneminde dönemin güçlü ismi vezir Nizamülmülk Eşariliğe özel bir önem verdi. Gazali gibi isimlerin de telkinleriyle bu mezhep baskın duruma geldi. Bu durum zamanla Mutezileyi Sünnilik içinde uzaklaştırdı. Yemen gibi bazı coğrafyalarda Şiilik ile Mutezile arasından bir kesişme oldu. 

Mutezilenin 5 temel ilkesi bulunur. Usul-i Hamse denilen bu beş ilke şunlardır: 

Tevhid, Adalet, Va’d ve Va’id (Ödül ve Ceza vaadi), El Menzile beyne’l-menzileteyn (iki konum arasında üçüncü konum) ve Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker (iyiliği emredip ve kötülükten sakınmak) Mutezilenin Basra ve Bağdat gibi farklı iki ekolü de olsa bu beş temeli kabul etmeyen mutezileden sayılmazdı. 

            Tevhid, Allah’ın bir ve tek olduğunu kabul etmektir. Bu Mutezile için tartışmasız bir konudur. Düşünce sistemlerinin başına bunu koymaları felsefe ile kelam arasındaki farklara bir örnektir. Mutezile kelamcıları özellikle Allah’ın sıfatları olup olmaması veya onların neler olduğu konusu üzerinde durmuşlardır.

             Adalet, kavramına göre güzel ve iyi olan Allah’tan gelir. Kötülük ise insan kökenlidir. Kötü olanın Allah’tan geldiği düşüncesi hatalıdır. Burada özgür irade kavramı önemlidir. Kişi kötülüğü kendi özgür iradesiyle yapmış olduğu seçimler sonucu oluşur. Eğer özgür irade olmasaydı adalet kavramı da anlamsızlaşır. Mutezile, Cebriye ve Kaderiyenin ortasında gibidir. Onlara göre özgür irade olmasa tercih yapılamaz. Bu da Allah’ın sunmuş olduğu ödül ve ceza sistemine uymaz. Adalet kavramı burada önemlidir. İnsanlar yapmış olduğu fiillerle adil bir yaratıcı tarafından ödül veya ceza alacaklardır. Allah insanlara tüm seçenekleri sunar. İyi veya kötüyü seçmek bireyin sorumluluğundadır.

             Ödül ve Ceza vaadi, Allah gelecekte insanlar için vad veya vaid yani ödül veya ceza vereceğini bildirir. Kişiler bu dünyada yaptıkları sevap veya günahlara göre ödül veya ceza alacak, cennet veya cehenneme gideceklerdir.

             İki konum arasındaki üçüncü konum, Mutezilenin de ortaya çıkmasına neden olan Fasık meselesidir. Onlara göre Büyük Günah İşleyen bir mümin kafir sayılamaz. Ancak bir mümin gibi de konumlandırılamaz. Onlara Fasık adı verilir. Mürcie kelamı büyük günah işleyeni de mümin sayılacağını, Hariciler ise onları kafir sayılması gerektiğini savunur. Mutezile adeta orta bir konumu işaret ederek fasıkların da cehenneme gitse bile kafirler derecesinde bir ceza almayacağını söylerlerdi.

             İyiliği emredip, kötülükten sakınmak, her Müslümanın görevidir. Adaleti yaygınlaştırma, iyilik için mücadele etme, İslam dinini yayma yöneticiler kadar inananların da bir görevidir. Bu nedenle birçok Mutezile kelamcısı o dönemde bilinen coğrafyada sürekli gezmişlerdi.

             Akla verdikleri önemle dikkat çeken bu kelamcıların birçoğu Kindi gibi İslam Filozoflarıyla da çağdaştır. Bir dönem baskın İslam görüşünü sahiplense de hem Sünni hem de Şii çevrelerde adeta istenmeyen adam konumuna düşmüşlerdir. Şiilik için de bir dönem varlıklarını devam ettirseler de günümüzde etkisi tamamen kaybolmuş gibidir. Ancak İslam düşüncesine aklı dahil etmeleri sayesinde önemlidirler.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban

 Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Kelam

 Felsefeye bir bakış
48.Bölüm: Kelam

Yazan: Onur Çoban

İslam’da İnanç
 
            İslam Felsefesi, ortaçağda altın günlerini yaşamış ve İslam dünyası ise dönemin en önemli kültür, bilim ve sanat merkezi durumuna gelmişti. Batı Dünyası Hristiyan FelsefesininPatristikFelsefe döneminin zirvesini geri de bırakmış, Skolastik Felsefe dönemine ise uzak gözükmektedir. Bu dönemde tercüme hareketleri ile başlayan düşünce patlaması Ortadoğu’da etkin olmuştur.
           
         İslam Felsefesi önceki bölümde de anlatıldığı gibi bir anda gerçekleşmemişti. Onunla birlikte Kelam ve Tasavvuf gibi farklı düşünsel hareketler felsefenin adeta öncüsü/yancısı olmuşlardı. Her ne kadar felsefenin akılcı anlayışına göre az veya çok farklılıklar içerse de bu ilimler de düşünce alanında oldukça etkin olmaları bakımında incelenmesi gerekmektedir.
 
    İslam Düşünce geleneğinin üç ana kolundan biri olan Kelam; akla verdiği önemle dini inanç konularını açıklama ve temellendirme anlayışı güden bir ilimdir. Fıkıh ilminden ayrılarak ve ondan kıyas yöntemini alarak bağımsız bir disiplin haline gelmiştir. Diğer iki düşünce geleneğinden akıl ile nakil konusundaki duruşuyla da ayrılır.



 
            İslam Felsefesinin oluşumda felsefe dışı düşünce geleneklerinin etkisi büyük olmuştur. Hz. Muhammed’in vefatı sonrası özellikle halifelik konusundaki siyasi kargaşa, EmeviDevletinin Araplara, özel olarak da Emevi ailesine karşı vermiş olduğu ayrıcalıklı tutum, Abbasi Devletinin kanlı bir biçimde iktidarı alması, Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki siyasi ayrışma ve her iki mezhebe de karşı duran Haricilerin mücadelesi bir imparatorluk haline gelen İslam Devletinin karmaşaya sebep olmuştur.
 
            Siyasi konularda yaşanılan bu çekişme zamanla dini anlayışta da farklar oluşmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte çok kısa sürede büyüyen İslam’a; Türk, İranlı, Hintli gibi farklı milletlerden kişilerle dahil oldu. İspanya’dan Mısır’a, Anadolu’dan Hindistan’a kadar farklı coğrafya da yaşayan insanlar bu yeni dine karşı farklı yaklaşımlarda bulunmaları kaçınılmazdı
 
            Bu açıdan kabaca İslam Hukuku diyebileceğimiz Fıkıh ortaya çıktı. Fıkıh alanı genişledikçe
www.onurcoban.com var olan Siyasi Mezheplerin altında farklı Fıkıh Mezhepleri de ortaya çıktı. Zamanla Fıkıhın içinden Kelam ve Kelam Mezhepleri de var oldu.
 
            FIKIH
           
            Kelam inanç(itikat) konusunu ele alırken Fıkıh, davranış (Amel) konusunu ele alır. Akait, usulüd-din gibi de isimlendirilir. En bilinen iki tanımı Farabi’ye göre; “Kelâm sanatı, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir tartışma yeteneğidir”. Adudüddin İci’ye göre “Kelâm, kesin deliller getirmek ve ileri sürülecek karşı fikirleri çürütmek suretiyle dinî inançları kanıtlama gücü kazandıran bir ilimdir.” 
 
            Kelam kısaca dini konuları akıl yardımıyla açıklama ve kanıtlama ilmidir. Kelam’da önemli olan akıldır. Ancak bu nakli yani vahiy bilgisinin önemi yok saymak değildir. Aksine kelamcılar dine ait düşünceleri baştan kabul eder. Ancak bunları sırf vahiy yoluyla tebliğ edildiği için kabul etmekle kalmazlar. Onlar bu düşünce ve kuralların akılla da ispatlanabildiğini savunurlar. Aynı şekilde dine karşı olanların görüşlerini akılcı düşüncelerle mücadele edilebileceğini göstermek isterler. Onlar için Allah’ın verdiği aklı kullanmak önemlidir.
 
            İslam Düşüncesinin 3 temel ilmi olduğu kabul edilir. Tasavvuf iman ve vahiy bilgisine önem verir. Felsefe ise akla dayalı düşünceyi kabul eder. Kelam ise bu ikisinin adeta ortasında gibidir. Bu açıdan Kelamcılar zaman zaman her iki taraftan da eleştiri almışlardır. Akıl konusunda felsefeye daha yakın olan kelam, dini referans alması bakımından ondan ayrılır. Elbette İslam Felsefe geleneğinde dinin önemi tartışılmaz ancak yine de konu ve yöntemleri bakımdan İslam felsefesi, eski Yunan felsefe geleneğinden beslenirken, Kelam İslam’da daha içten ortaya çıkmış olan bir düşünce geleneğidir. Ancak zamanla felsefeye de benzerlik göstermiştir. Hatta ilerleyen yüzyıllarda Kelam eserleri Felsefe geleneğini kullanarak yazılmıştır.www.onurcoban.com
 
            Kelamın sorgulayan yapısı ve akılcı düşünce tarzı bu çalışmanın da konusu olmasına neden olmuştur. Kelam; İlk İslam Filozofu kabul edilen Kindi öncesi adeta felsefenin yerinde olan bir düşünce geleneğidir. Özellikle Gazali sonrası Mantık konusunu (ki Aristoteles mantığı) da içine almasıyla önemli bir disiplin olmuştur.
 
     Kelam genel olarak iki ayrı dönemde ele alınır. İlk Kelamcılar (El- mütekaddimun) ve sonraki kelamcılar (El-müteahhirun) bu ayrımın ortasında Gazali bulunur. İlk kelamcılar felsefe ve mantıktan daha uzaktır. Fıkıhçıların kullandığı kıyas yöntemiyle eserler üretmişlerdir. Daha çok din usullerini tartışır. Sonraki kelamcılar için mantık bilimi önemli olmuştur. Her ne kadar felsefecileri sevmeyen Gazali’nin etkisi olsa da bu dönemde kelam gittikçe felsefeye de benzemiştir. Gazali bu dönemde tasavvuf ile kelamı uzlaştırmaya da çabalamıştır.
 
            İlk dönem kelamcılar içinde;
 
Bakıllani, İbn Fürek, Hakim es-Semerkandi, Ebu Seleme es-Semerkandi, Ebü’l-Yüsr el-Pezdevi, Ebü’l-Muîn en-Nesefi, Said bin Cübeyr, Mabed el-Cüheni, Cehm bin Safvan, Vasılbin Ata, Hişam bin Hakem, Ebü'l-Hasan Eşarî, Ebû Mansur el-Matüridi, Ebu Ali el-Cübbai gibi isimler sayılabilir.
 
          İkinci dönemde ise;
 
Necmeddin en-Nesefi, Siraceddin el-Uşi, Şehristani, Nureddin es-Sabuni, , Fahreddin Razi, Seyfeddin Amidi, Kadı Beyzavi, Adudüddin İci, , Teftazani, Cürcani, İbnü’l-Hümam, Devvani gibi isimler yer alır.
 
            Kelamın ana konusu inanç yani itikattır. Allah’ın sıfatları, Allah’ın birliği ve bu dünya ile olan ilgisi, Peygamberlik, yaratılış, ahiret gibi konuları ele alır. İnanç konusundaki görüşler nedeniyle Sünni, Şii, Harici gibi siyasi mezheplerle; Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Caferilik, İsmaililik, Zeydilik, İbadiyye gibi fıkıh mezheplerinin içinde çeşitli Kelam Mezhepleri de oluşmuştur. Kelam mezheplerine İslam Dini İtikadi Mezhepleri adı verilir. Bunlardan bazıları; Mutezile, Selefilik, Eşarilik, Matüridilik, Mürcie, Cebriye, Kaderiye olarak isimlendirilir. Burada keskin bir sınır yok gibidir. Örneğin Sünni fıkıh mezheplerinden Hanefilik içinde hem Matüridi hem de Eşarilik mevcut olabilir.
 
            İslam düşüncesi alanında felsefeye oldukça yakın olan Mutezile ile İslam düşüncesine etkisi büyük olan Eşarilik ayrıca detaylı incelenecektir. Ayrıca Şii kaynaklı 12 İmam görüşü de farklı bir bölümde detaylanacaktır.
 
            Kelam mezhepleri fıkıh kaynaklı olarak çıkmış olsa da tarihsel bir süreci de vardır. Özellikle Hariciler ’in “Büyük Günah İşleyenler” in dinden çıktığını söylemeleri diğer bazı düşünürlerin ise bunun aksini savunmaları ilk fitili ateşlemiştir. Ayrıca İslam’ın ilk büyük düşünürlerinden Hasan-ı Basri ile yaşadığı görüş ayrımı ile Mutezile taraftarlarının ortaya çıkması bu tarihsel süreci başlatmıştır.
 
    Büyük Günahlar sayısı kesin olmasa da genellikle İslam’ın kesinlikle yasakladığı düşünülen günahlardır. Allah’a ortak koşmak (Şirk), adam öldürmek gibi günahları işleyenlerle diğer günahları işleyenler aynı mıdır? Bu soru kelamcıların ilk önemli sorusu olmuştur.
 
    Mutezilenin ortaya çıkışı bir hikaye ile anlatılır. Hasan-ı Basri, Basra’da bulunan okulunda dersler vermektedir. Büyük günah işleyenlerin durumundun tartışıldığı bir derste talebelerinden Vasılbin Ata “Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kafirdir, fasıktır” diye cevap verir. Ancak bu görüşü Hasan-ı Basri kabul etmez. Bunun üzerine Vasıl bin Ata ve yandaşları orayı terk eder. Hasan Basri bunun üzerine “Vasıl bizden ayrıldı” der. Mutezile “ayrılanlar” manasına gelir.
 
           İslam’ın ilk akılcıları olarak görülen Mutezile, kelamın da önemli olmasına sebep olmuşlardır. Düşünce alanındaki önemleri nedeniyle daha detaylı incelenmesi gerekmektedir.
 
           Haricîler Büyük Günahlar konusunda netti. Onlara göre Büyük Günah işleyenler dinden çıkmıştı. Tarihsel süreçte birçok kişi bu nedenle haricilerce öldürüldü. Günümüzdeki Harici kolu İbadiyye (İbadilik)  bu açıdan daha ılımlıdır.
           
    Bir kelam ekolü olan Mürcie, günahların özellikle büyük günahların kişiyi dinden çıkardığı görüşünde olan Haricilere karşı bir akımdı. Onlar göre günah işleyen bir kişinin durumuna sadece Allah karar verirdi. Davranışların ahiret yaşamına doğrudan bir etkisi onlara göre yoktur. Bir mümin günah işlesin veya işlemesin onun ahiretteki durum önceden belli değildir.
           
        Fıkıh mezheplerinden Hanefiliğin içinde yaygın olarak görülen kelam ekolleri Eşarilik ve Matüridiliktir. Sünni mezhebine bağlı olan Ebu Hanife, inanç ve büyük günahlar konusunda bazı temel görüşler öne sürmüştür. Vefatından çok sonra onu görüşleri Hanefilik fıkıh mezhebi olarak kabul edilmiştir. Kelam yani itikadi mezheplerden Matüridilik sadece Hanefiler kabul edilirken, Eşarilik; Şafii ve Malikiler içinde de yaygındır. Günümüzde Hanefi ve Hanbeliler içinde de Eşarilik yaygınlaşmayaonurcoban başlamıştır. Eşariliğin kurucusu Eşari kendisini Hanbeli olarak görürken, Cüveyni gibi birçok Eşari önderi ise Şafii’ydi. Yine önemli bir Eşari olan Bakillani ise Malikiydi.
 
            Bu iki kelam mezhebinde iman ile davranış aynı şey değildir. Bir kişi dürüstçe inanıyorsa mümindir. Ancak hata, yanlış ve öfke gibi duygusal nedenlerle günah işlerse bu kişi dinden çıkmaz. Affedilmeyi umar, tövbe eder. Kararı Allah verecektir. Ancak mutezile gibi üçüncü bir sıfatta da gösterilmez.
 
        Düşünsel alanda etkin olan bu akımlar ayrıca incelenecektir
 
            Kelamcılar bilgi ile itikati (inancı) bir tutar. Onlara göre inanç kesinleşmiş bilgi demektir. Matüridilik ise bilgiyi üçe ayırır. Fiziki dünyadaki bilgi duyulardır. Geçmiş ve görülmeyen şeylerin bilgisi ise haber kaynaklıdır. Allah ve Peygamberden gelen haber güvenilirdir. İnsandan gelen haber yalan olma durumu olsa da yine de bilgi açısından önemledir. Bilginin önemli kaynaklarından biri ise akıldır. Düşünme, analiz etme, çıkarım yapma yeteneği Allah’ın bahşettiği ve Kuran’da da önem verdiği bir şeydir. Bu açıdan aklı yok saymak saçmadır. Mutezile kelamcıları vahiy bilgisine ihtiyaç duyulsa bile aklın en önemli unsur olduğu savunur. Eşarilik ve Matüridilik ise nakle tasavvuf kadar olmasa da kelam içinde daha fazla önem verirler.
 
            Bir şeyin iyi ve güzel olması da kelamcıların tartıştığı bir konudur. Eşariler din tarafından yasaklanan şeyleri kötü, gerisinin iyi olduğunu söylerler. Mutezile ve Matüridi geleneği ise güzel ve kötünün akılla bulunabileceğini savunurlar.
 
            Kelamın ana konularından biri de kaderdir. Cebriyye (cebriye, cehmilik) adı verilen kelam grubu kaderci bir yaklaşımla konuyu ele alır. İnsanın özgür iradesinin bulunmadığı kabul ederler. Onlara göre her şey, her davranış Allah’ın iradesiyledir. Bu görüşü ilk defa olmasa da sistemsel hale getiren Cehm bin Safvan’dır. Bu düşünceye göre Allah, tüm kaderi önceden belirlemiştir. İnsanların isyan etmeleri bile bu önceden yazılmış olanın bir parçasıdır. Hiç kimse kaderini, davranışları değiştiremez. Bunun böyle olmaması mantıksızdır. Çünkü bireyin özgür iradesi her şeyi bilen Allah’ın belirlediğinin dışına çıkmaktır ki bu da Allah’ın anlamına aykırıdır.
 
            Diğer kelamcılar bu düşünceye karşı çıkarlar. Eğer özgür iradeye tamamen karşı çıkılırsa Allah’ın insanları uyarmak ve tercih yapmalarını sağlamak için gönderdiği peygamberlere gerek yoktur. onurCennet ve cehennem veya bu dünyada ceza ve mükafatın da bir önemi kalmayacaktır. Bu hem Allah’ın merhamet ve iyilik özelliğine hem de dinin yapısına aykırıdır. Ayrıca her şeyin tüm ayrıntısına kadar yazılı olması sorumluluktan da kaçmaya neden olabilir bu da toplumsal yaşama ve ahlak anlayışına zarar verir.



 
            Bu anlayışında karşısında Kaderiyye (kaderiye, kaderilik) vardır. Kelime kaderci anlamını çağrıştırsa da tam tersidir. Bu görüşe göre Mabed el-Cüheni tarafından özellikle Emevi kaderci anlayışına karşı olarak başlamıştır. Emevi idareciler mutlak iktidarlarını kadere bağlıyor ve karşı çıkılmaması gerektiğini belirtiyorlardı. Kaderriye grubu özellikle kötü davranışların Allah tarafından değil insan tarafından geldiğini söylerler. Kötülük özgür iradeye sahip bireyin yaptığı bir tercih sonucunda gerçek olabilir. Kaderiye görüşüne karşı çıkanlar, insan özgür iradesini fazla önem verildiği ve Allah’ın gücünü yok saydıklarını söyleyerek onları eleştirilmiştir.
 
            Mutezile, Cebriye ve Kaderiyenin ortasında gibidir. Onlara göre özgür irade olmasa tercih yapılamaz. Bu da Allah’ın sunmuş olduğu ödül ve ceza sistemine uymaz. Adalet kavramı burada önemlidir. İnsanlar yapmış olduğu fiillerle adil bir yaratıcı tarafından ödül veya ceza alacaklardır. Allah insanlara tüm seçenekleri sunar. İyi veya kötüyü seçmek bireyin sorumluluğundadır.
 
            Eşariye ve Matüridilik ise ortada bir görüş benimser. Eşari geleneğindeki kesb adı verilen görüşe göre her fiili yaratan Allah’tır. İnsanın bir davranış yapma kudreti değil kesbi vardır. Yani yaratıcıdan aldığı yetki, onay ile bir davranışı yapma durumu... Matüridilik de her fiili yaratanın Allah olduğu söyler. Kişiler kesb ile yani yaratılmış olan fiili gerçekleştirmek yönünden sorumludur. Bu açıdan insan sorumsuz değildir.
 
            Kelamın bir başka sorunu Allah’ın sıfatları konusudur. Cebriyye, Allah’a verilen tüm sıfatların insanlara özgü sıfatlar olduğunu bunları yaratıcı için kullanmanın onu yüce ve üste olduğu anlamına aykırı olduğu söylerler. Bu yüzden; gören, işiten, duyan gibi sıfatların Allah’a ait olamayacağını söylerler. Bu adeta Aristoteles’in bu dünya ile ilgilenmeyen Tanrı anlayışına benzemektedir.
 
            Ehli sünnet kelamcıları sıfatların olmasının Tanrının düşünülmesine yaradığı ve olmamasının insan aklının Allah’ı bilemeyeceğini belirtmişlerdir. Bu açıdan sıfatlar daha çok bir araç konumundadır.  
www.onurcoban.com        
 
İslam’a özgü bir düşünce sistemi olan Kelam günümüzde de hala etkili bir alandır. İnanç alanında ortaya koyduklarıyla İslam filozoflarına da adeta bir yol açmışlardır. İslam Felsefesi döneminden sonra da Yeni Kelamcılar olarak bilenen din alimleri modern yöntemlerle kelamı incelemeye devam etmişlerdir.
 
            Yeni devir kelamcıları arasında İzmirli İsmail Hakkı, İsmail Fenni Ertuğrul, Elmalılı Muhammed Hamdi, Filibeli Ahmed Hilmi, Ferid Vecdi gibi isimler sayılabilir.

            Kelam’ın düşünce tarihi içinde önemli akımları Mutezile, Eşarilik, Matüridilik ve İmamet düşüncesi ayrıca ele alınacaktır.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban

 Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...