Hristiyan Felsefesi - Ortaçağ Felsefesi, Patristik Felsefe, Skolastik Felsefe

 Felsefeye bir bakış

31.Bölüm: Hristiyan Felsefesi ’ne Girişi –Ortaçağ Felsefesi, Patristik Felsefe, Skolastik Felsefe

Yazan: Onur Çoban

Din ve Felsefenin Birleşmesi

Felsefe tarihinin en önemli ve en uzun dönemlerinden biri Ortaçağ Felsefesi olarak adlandırılan ve baskın olarak Semavi Dinlerin etkisinde olan dönemdir. Ortaçağ olarak adlandırılan yaklaşık MS 500-1500 yılları arasında gerçekleşen felsefi döneme genel olarak Ortaçağ Felsefesi adı verilir. Ancak bu 1000 yıllık dönem tek bir felsefe sistemine ait olan bir dönem de değildir.

 Ortaçağ, günümüzde bakıldığında kimi zaman haklı kimi zamansa haksız bir biçimde “karanlık dönem” olarak adlandırılmıştır. Bunun en önemli nedeni yüzyıllar süren felsefe ve siyasi istikrar döneminden sonra gelen uzun süreli karamsar bir dönemdir. Gerçekten de merkezi bir güç olan ve bilinen Dünyanın neredeyse tamamına hükmeden Roma İmparatorluğu, günümüzdeki Avrupa halklarını oluşturacak olan, o günkü barbarlarca yağmalanmış, önce ikiye bölünmüş sonra da Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır. Doğu Roma ise Latin özelliğini kaybetmiş ve Yunan kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Bu ayrımdan hemen önce yaşanılan Helenistik Dönem bir süre felsefi yükselişi sürdürse de zamanla artan savaşlar, salgın hastalıklar, barbar istilaları sonucu artan siyasi istikrarsızlıklar gibi nedenlerle Ortaçağ sanat ve bilim konusunda gelişme gösteremeyen bir döneme girmiştir.

 Bu dönemde eski dinlerin yerini hızlıca alan Hristiyanlık giderek baskınlaşmış ve kiliseler aracılığıyla siyasi, sanat ve düşünce dünyasının tek hakimi olarak batıda üstünlük kurmuştur. Gerçekten de eski Roma topraklarında neredeyse resmi felsefe olan Stoacılık önemini kaybetmiş, Hristiyan Felsefesi tek güç haline gelmiştir.

 Ortaçağ felsefesi olarak düşünüldüğünde doğuda farklı bir durum yaşanmaktadır. Ortadoğu da ortaya çıkan İslam kültürü eski Yunan kültürünün izinden gitmiş bilim ve felsefede Batının hayal bile edemeyeceği ölçüde gelişmiştir. Ayrı bir bölüm konusu olan İslam Felsefesi özellikle karanlık kabul edilen batı ortaçağından ayırmak gereklidir. Örneğin Aristoteles yüzyıllarca batıda unutulmuşken doğuda kitapları üzerine şerhler yazılmaktadır. Batı, Aristoteles’i Yunancadan değil Arapçadan Latinceye tercüme etmiştir.

 Ortaçağ, kara veba, savaşlar, Kilisenin baskısı, dini dogmalarla yakılan insanlar, özgür olmayan düşünce ortamı gibi karanlık bir dönem geçirse de felsefe açısından biraz da haksızca yargılanır. Felsefe, Antik Yunan ve Antik Roma gibi artık sokaklarda, agoralarda yapılmaz. Platon’un Akademisi gibi okullar etkisini kaybetmiş sonunda kapatılmıştır. Felsefe artık din adamlarının uğraştığı Kiliselerde var olan bir etkinliktir. Ancak bu etkinlik hiç de yok sayılacak basit bir etkinlik değildir. Genel olarak Hristiyan Felsefesi olan bu felsefe sadece bir Din Felsefesi de değildir. Önemli filozofların ayrı ayrı belirtileceği bölümlerden önce genel bir değerlendirme de yapmak gerekir.



 Hristiyan Felsefesi sadece ortaçağa ait değildir. Doğal olarak Hz. İsa’nın doğumundan, 500. yüzyıla kadar da etkin bir düşünce geleneği de olmuştur. Hristiyan Felsefesi genellikle iki bölümde incelenir. Patristik Felsefe ve Skolastik Felsefe… Her ikisi de doğal olarak Hristiyan dinini çıkış noktası alsa da özünden birçok farklılık içerir. Diğer bir önemli nokta da bu iki dönem arası yaklaşık 500 yıl süren İslam Felsefesi döneminin de varlığıdır.

 Hristiyan Felsefesini anlamak için Hristiyan dinini ve tarihinin de kısaca ele almak gerekir. Ardından beslendiği diğer alanlara ve genel olarak felsefesine bakılabilir.

 Hristiyanlık dünyanın büyük bir kısmına yayılan 3 semavi dinden biridir. Hristiyanlara göre Museviliğin adeta bir devam bir tamamlayıcısıdır. Yahudiler için ise kabul edilmez. Müslümanlar için ise İslam’dan önceki bir aşamadır ve Yahudiliğin ardılıdır. Hristiyan kutsal kitabı Kitabı Mukaddes olarak bilinir. Bu kitap iki ana bölüme ayrılır. Yeni Ahit ve Eski Ahit… Yeni Ahit daha genel bir ifade ile İncil, Eski Ahit’te genel bir isimlendirme ile Tevrat’tır. Yeni Ahit ve Eski Ahit’in için ayrıca çok sayıda kitap bulunur.

 Ortadoğu’da yaşayan bir halk olan Yahudilerin tarihi çoğunlukla kutsal kitap Tevrat kökenlidir. Yüzlerce yıl Ortadoğu’da yaşadıktan sonra kutsal metinlerde anlatıldığı üzere Hz Yusuf’un idareciliğindeki Mısır’a yerleşilmiştir. Burada geçen yüzyıllar sonrası Firavun baskısı artmış ve Hz Musa önderliğinde Filistin’e gelinmiştir. Burada bir krallık kurulmuş Hz Davud ve Hz Süleyman zamanlarında en parlak zamanlarını yaşamışlardır. Ancak daha sonra ikiye bölünen Yahudi krallığı önce Asur daha sonrada Nebukadnezar zamanı Babil tarafından işgale uğramıştır. Özellikle Babil Sürgünü olarak bilinen ve çoğu Yahudi’nin Babil’e zorunlu göç ettirildiği dönem Yahudi dini ve kültürü ciddi bir değişim geçirmiştir. Babil Sürgünü sonrası Kudüs’e geri dönen Yahudiler burada bir süre daha bağımsız veya Roma İmparatorluğunun bir eyaleti olarak yaşamışlardır.

 Bu yüzlerce senelik dönemde çoğu kişinin aşina olduğu, erkeğin topraktan yaratılması, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması, ilk günah (yasak elmanın yenmesi), ilk kardeş katli( Kabil ve Habil), Hz. Yusuf’un hikayesi, Hz. Musa’nın yolculuğu, Samson ve Delilah, Hz. Yunus ve balık hikayesi, Hz. Davut ve Goliath savaşı, Hz. Süleyman’ın zenginliği, Babil sürgünü, kutsal tapınak, kutsal sandık ve kutsal tabletler gibi unsurlar oluşmuştur.

         Yahudilikte kutsal kitap sadece Müslümanlarca kabul edilen Tevrat değildir. 3 semavi din de Musa’ya vahiy yoluyla verilen kitabı kabul eder. Buna Tevrat ismi verilir ve 5 bölümdür. Bu yüzden  “Musa’nın beş kitabı” da denir.

        Bu bölümler Yaratılış, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye'dir. Yahudilikte bu beş kitaba Torah veya Tora adı da verilir. Üç dinde buraya kadar aynı görüştedir.

    Yahudi ve Hristiyanlarca ilk beş kitap kutsal kitabın sadece bir bölümüdür. Torah, Neviim(Peygamberler) ve Ketuvim kutsal kitabı oluşturur ve buna Yahudiler Tanah adını verir. Hristiyanlar ise farklı bir düzenleme yapsalar ve bazı metinleri kabul etmeseler de çoğunu onaylar ve  Eski Ahit ismini verirler.

        Müslümanlarca 4 kutsal kitaptan biri olan Zebur ayrı bir kitapken, diğer iki din için aslında Tanah'ın bir parçasıdır. Tanah onlarca kitaptan oluşur. Hz. Davut, Hz. Süleyman gibiwww.onurcoban.com peygamberlerin hikayeleri burada anlatılır. Müslümanlarca bu kitaplar kabul edilmez ancak içeriğindeki bazı olayla ve peygamberler kabul edilir.

        Ancak Yahudilikte kutsal kitap burada kalmaz. Bir de Talmud vardır. Talmud, Tevrat (Tanah) ı yorumlayan bir Yahudi geleneğidir. Yahudilik için en geniş kutsal kaynaktır.

        Kısaca genişten dara gidersek Talmud-Tanah-Tevrat(Torah/Musa’nın beş kitabı) şeklinde bir kutsal eserlere inanılır.

         Yahudi toplumu kendisi dışındaki toplumlara kapalı olduğundan genel olarak bir Yahudi Felsefesinden bahsedilemese de özellikle kutsal kitap üzerine çalışan birçok düşünür olmuştur. Özellikle Platon’un etkisiyle Felsefe ve Yahudiliği birleştirmek isteyen filozoflar var olmuştur.

     Bunlardan biri olan Apamealı Numenius Mısır ve Hint gibi doğu düşünce geleneği ile Yahudi inancının Platon felsefesi ile bağlantısını kurmaya çabalar. Platon’u Yunanca konuşan bir Musa olarak tarif eden bu düşünür, Eski Ahit veya Tevrat’ın Platon’un görüşlerine uyumlu olduğunu söyleyerek ileriki yıllarda hem Hristiyan Felsefesinin hem de İslam Felsefesinin yapacağı Antik Yunan düşünce geleneği ile uyum sağlamanın ilk izlerini gösterir.www.onurcoban.com

 İskenderiyeli Philon olarak da bilinen Yahudi Philon (Filon, Philo), İ.Ö. 25- İ.S 45 yılları arasında yaşamıştır. Numenius gibi o da Yahudi inancı ile Platon’un görüşlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Philon için din (Yahudilik) felsefeden daha üstündür ancak Yunan temelli felsefe de benzer şeyler söylemesiyle önemlidir. Her ikisinin de benzer olması ikisinde aynı kaynağa yani Yahudi Tanrısına dayanmasının bir sonucudur. Hz. Musa’nın vahiy yoluyla edindiği bilgilere Platon akıl yoluyla ulaşmıştır. Ancak bu akıl da Tanrının bir yaratımıdır. Bu nedenle benzerlik vardır. Bu görüş Din ve Felsefeyi uzlaştırma açısından önemlidir. Bu uzlaştırma çabası ilerleyen yüzyıllarda hem Hristiyan Felsefesi (AzizAugustinus) hem de İslam Felsefesi (İbni Sina, Farabi) de de taraftar bulacaktır.

 Philon için, Platon’un dediği gibi, fiziki evren ideaların, Tanrısal aklın bir kopyasıdır. Ona göre Tanrı evreni yaratmıştır ve bu yaratım sırasında tüm madde kullanıldığından evren tektir.

 Ancak Tanrı veya onun yarattığı Tanrısal akıl madde ile ilişkili olmamalıdır. Eğer olursa onun mükemmelliği zarar görür. Bu durumu şöyle açıklar. Tanrı ve Tanrısal akıl, fiziki madde dünyası ile aracı kullanarak ilişkiye girer. Yahudilerin melek, Yunanlıların daimonları gibi bu aracılar ile yaratım süreci işler. Ancak bu aracıların varlığı evrende kötülüğün de olmasına neden olmuştur. Bu görüş kısmen Platon’un Timaios’unda ve Tevrat’ta bulunur.

 Ortaçağ’ın önemli düşünürü İbn-i Meymun (Maimonides) Aristoteles ile Yahudi düşüncesini bir araya getirmeyi amaçlamıştır. İkinci Musa ya da isminin baş harfleri olan RAMBAM şeklinde anılmaktadır. Kendisi gibi birçok Yahudi filozof, İslam Felsefesinin altın çağında bu coğrafyada çalışmalarda bulunmuşlardır.

 Bir diğer Yahudi düşünür ise 18. Yüzyılda yaşayan Moses Mendelssohn’dur. Özellikle Baruch Spinoza gibi Yahudi düşünürleri etkilemiştir.

  Hz İsa Yahudi toplumunda ortaya çıkan bir peygamberdir. Kendi ifadesine göre aslında Yahudi Yasasını yok etmeye değil onu yenilemeye gelmiştir. Tevrat ve diğer tüm kutsal kitapları kabul etmiş sık sık ondan alıntılar yapmıştır. Ancak artık kendisi ile Mesih ortaya çıkmış ve yeni bir Müjde sunulmuştur. Ancak çoğu Yahudi lideri bunu kabul etmemiş ve birçok baskı sonrası Roma valisini de ikna ederek Hz. İsa yargılanmış ve çarmıha gerilmiştir.

      Hz. İsa yaşamı boyunca birçok taraftar toplamış ve birçok mucizeyi gerçekleştirdiğine inanılmıştır. Özellikle onun ilk inanları olan 12 Havari, İsa sonrası bu yeni dini Yahudilerin dışında da yaymaya çalışmışlardır. Roma Kilisesinin kurucusu ve doğal olarak da Katolikliğin kurucusu olarak görülen Aziz Petrus en önemli havarilerden biridir. Aziz Pavlus ise özellikle bu yeni dinin evrenselleşmesini sağlayan isimdir. Kutsal kabul edilen mektuplarında görüleceği üzere sünnet, domuz eti gibi konularda Yahudilerin yasasına yabancıların uymayabileceği kararını aldırtmış buda toplumların daha hızlı bu yeni dine geçmesine neden olmuştur.

         Hristiyanlığın kutsal kitabı, Yeni Ahit in ilk dört kitabına İncil ismi verilir. Yaygın kullanımda tüm Yeni Ahit için de İncil kullanılabilir. Aynı Tevrat, Musa’nın beş kitabıTorah ve Tanah gibi birbirinin yerine kullanıldığı da olur. Daha dar anlamlı İncil, Hz. İsa’nın hayatının anlatıldığı bir biyografidir. Bu dört kitap MattaMarkosLuka ve Yuhanna dır. Yeni Ahit’in kalanları ise havarilerin mektuplarıdır.

        Aslında dört kitap hemen hemen aynı şeyi anlatır ki zaten benzer onlarca kitap arasından en doğrusu bunlar denilerek seçilmiştir. Bunların doğrudan vahiy kaynaklı olmadığınıonurcoban Kiliseler aslında kabul eder. (Yeni Ahit’in Vahiy Kitabı ayrı tutulur) İncil’in amacı yaşananları anlatmaktır.

        Hristiyan inancında bu kitaplar Hz. İsa sonrası yazılsa da kutsal kabul edilir. Yahudiler Yeni Ahit i yok sayarlar. Müslümanlar ise -tartışmalar olsa da- Allah tarafından Hz. İsa’ya bir kitap verildiğini ama bunun bozulduğunu kabul ederler.

    Günümüzde var olan İnciller aslında Hz. İsa’nın hayat hikâyesidir. Bu dört kitapta da paralel şekilde olaylar anlatılır. Kimi zaman neredeyse birebir metinlerle kimi zaman da farklı cümlelerle aynı öyküleri anlatır. Özellikle Sinoptik İnciller kabul edilen Matta, Markos ve Luka aslında aynı kitap gibidir.

        Hz. İsa’nın Tanrının oğlu olması sürekli vurgulanır. Hatta onun Tanrı olduğu defalarca belirtilir. Bu da İznik Konsilinin etkisidir.

    En önemli konulardan biri Vaftizci Yahya dır. Hz. İsa sürekli ona olan hayranlığını vurgular. Eski yasada belirtildiği gibi Yahya ve kendisi gelmesi müjdelenen kişidir.

        Gnostisizm etkisi ile var olan birçok İncil ve mektupların ayıklanması gerektiği düşünülmüştür. Bu nedenle 100. yıldan itibaren resmi kanon listeleri yayınlanır. Günümüzdeki son halindeki bazı mektuplar bu listelere dahil edilirken bazıları kabul edilmiyordu. En son haline ise MS  325 yılında İznik Konsili ile belirlenmiştir.

     Bu metinler Hristiyanlığın temeli olduğu gibi aynı zamanda Hristiyan Felsefesinin de temel metinleri olması bakımından önemlidir.

         Hristiyan düşüncesi doğal olarak öncelikle ilahiyat alanında gelişmiştir. Yahudi kültürü ile yavaş yavaş kopuş yaşamış ve zamanla Ortadoğu kaynaklı birçok kültürle etkileşime girmiştir. Günümüzde tartışılan birçok konu (Hz İsa’nın 25 Aralık da doğması gibi) kaynağı Ortadoğu pagan kültürü olması tesadüf değildir. Özellikle Bizans döneminde bu etkileşim özellikle desteklenmiştir. İznik Konsili ile birlikte de Arius'un öğretileri ret edilmiş ve günümüzdeki halini almıştır.

Hristiyan düşüncesi ilk 100 yıl, daha çok bu dinin yayılması amacı gütmüştür. Havarilerin etkin olduğu bu ilk dönemde tam olarak Hristiyan Felsefesinden söz edilemez. Bu dönemde hakim olan Roma İmparatorluğu ve onun neredeyse resmi felsefesi Stoacılıktır. Daha az etkin olsa da Kuşkuculuk ve Epikurosçuluk da taraftar toplamıştır. Platon’un etkisinde olan düşünürlerde hala yaygındır. Burada ilginç olan Yeni Platonculuk’tur. Ammonius Saccas ve Plotinos’un başlattığı bu akım Hristiyanlıktan neredeyse 200 yıl sonra ortaya çıkması nedeniyle, günümüzden bakıldığından bu dinden etkilenmiş sanılabilir. Oysa tam tersi Hristiyanlık, Yeni Platonculuk ’tan çok etkilenmiştir. Hristiyanlığın en önemli isimlerinden Aziz Augustinus; Plotinos için “Biraz geç yaşasaydı ve birkaç söz değiştirseydi Hristiyan olacaktı” der. Ayrıca Vatikan’da Plotinos’un lahdi bulunur. Bu da Katolik Kilisesi tarafından, pagan olsa da, Plotinos’a önem verildiğini gösterir.



 Başlangıçta Platon’un Ortaçağ sonunda Aristoteles’in büyük etkisinin yanında, Logos gibi kavramlarla Herakleitos ’un, Platon’a etkisiyle Pythagoras ve Parmenides ’in de etkisi yok sayılamaz.

         Hristiyan felsefesi, Felsefe tarihinde iki bölüm olarak incelendiğini belirtmiştik. Bunlardan biri olan Patristik Felsefe daha çok Kilise Babaları olarak adlandırılan din adamı/filozoflarca yapılan MS. 2. Yüzyıl ile 8. Yüzyıl arasında etkin olan felsefedir.

          Hz. İsa sonrası havarilerin çabasıyla yayılan Hristiyan düşüncesi büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Toplu katliamlar ve baskı dönemi ile geçen bu yıllarda Hristiyanlık öncelikle kendisini savunma amacı gütmüştür. Stoacılığın etkisindeki Roma İmparatorluğu özellikle yoksul kesimlerde hızla yayılan bu yeni dine karşı çok sert önlemler almıştır. İlginç bir biçimde çoğu felsefi düşünceye hoşgörü ile yaklaştığı bilinen Filozof imparator Marcus Aurelius bile Hristiyanların katledilmesini kabul etmiştir.

             Yaklaşık İ.S. 100.  yıldan itibaren Kilisenin liderleri olan kişiler bu durumu düzeltmek için çabalamıştır. Bu yeni dinin düşünsel kurucu liderliğini yapan bu kişilere Kilise Babaları adı verilmektedir. İlk dönem Yunanca yazdıkları için Yunan Kilise Babaları, sonrakilere de Latinkilise Babaları denmektedir.

             Kilise babaları başta İmparator Marcus Aurelius olmak üzere dönemin yöneticilerine bir nevi mektuplar yazarlar.  Bu eserlere Apoloji yani savunma, yazanlara da Apolojist ismi verilir. Apoloji yazan Kilise Babaları Hristiyanlığa karşı olan ön yargıyı yıkmak, bu yeni dinin yanlış olmadığını göstermek özellikle de Roma’nın gücüne gölge düşürme niyetlerinin olmadığını anlatma gayesi gütmüşlerdir. Hatta hatalı da olsa zaman zaman eski Roma İmparatorlarının bile Hristiyanlığı savunduğunu bile ifade edenler çıkacaktır. Buradaki amaç katliam boyutuna gelen baskıları durdurmak ve bu kurtuluş dinini inananları korumaktır.

         Bu dönemde ortaya çıkan bir başka karşıt görüş Gnostisizm’dir. Hristiyanlık ile eski pagan inancının adeta bir sentezi olan bu inanışa kilise babaları şiddetle karşı çıkmıştır. Gnostisizme karşı dinin doğrularını savunmak için bir dizi düşünsel faaliyetlere de girmişlerdir.www.onurcoban.com

     Yine aynı şekilde gizemci bir ezoterik anlayış olan Occultism (Okültizm) anlayışına da karşı çıkılmıştır.

             Bu dönemin önde gelen isimleri Yunan Kilise Babaları olarak da bilinen Justinus, Tatianus, Meliton ve Athenagoras’tır. Latin Kilise Babaları olarak bilinen Tertullianus ve Aziz Ambrosius diğer önemli isimlerdir.

         Patristik dönemde daha felsefeye yönelik isimler ortaya çıkmıştır. İskenderiye Okulu olarak da bilinen bu dönemin en önemli iki ismi İskenderiyeli Clement (Klement) ve Origenes’tir. Zamanın felsefe alanında en önemli yerlerden biri olan İskenderiye ve orda hızla yükselen YeniPlatonculuk, Hristiyan Felsefesinin oluşmasına yardımcı olmuştur. Platon’un görüşlerini referans alan ve Plotinos başta olmak üzere bu akıma bağlı filozoflarca oluşturulan bu yeni düşünce günümüzdeki Hristiyanlığı bile şekillendirmiştir.

             Kuşkusuz sadece dönemin en büyük ismi değil tüm Hristiyan Felsefesinin en büyük isimlerinden biri olan Augustinus bu yıllarda etkisini göstermiştir. Onun Hristiyan Felsefesinde belirleyici rolü tartışılmazıdır.



             Kapadokya Okulu olarak bilinen Anadolu’da Platon ile Hristiyanlık arası adeta bir köprü vazifesi gören Aziz Basileios, Nazianzoslu Gregorios ve Nyssalı Gregorios önemlidir. Aziz Basileios, Ariusçuluğa karşı çıkmasıyla bilinir. Özellikle Baba, oğul ve kutsal ruh konusunda çalışmalar yapmıştır. Aziz veya Nazianzoslu Gregorios, Yunan düşüncesine ve akla önem verir. Basileios’un kardeşi Nyssalı Gregorios ise Yeni Platonculuğa yakın görüşleri ve mistik teolojisi ile tanıdır.

            Dönemin önemli diğer isimleri Boethius dönemin en büyük filozoflarından biri olarak görülür.  Ayrıca Sahte Dionisos, GramerciYahya olarak bilinen Johannes Philoponus (Yahya En-Navyi)  da bu dönemde yaşamıştır. Sahte Diyonizos Hz. İsa’nın hemen sonra yaşadığına inanılan ancak yapılan incelemelerde eserlerini İ.S. 5-6 yüzyılda yazdığı anlaşıldığından Sahte (Pseudo)  ismi verilen bir yazardır. Özellikle Proclos’un görüşlerinden etkilendiği kabul edilir. Gramerci Yahya ise eserleri İslam döneminde okunan bir isimdir.

            Ayrıca Romalı Hipolit (Hippolytus), İrinaios (İrenaeus) , Antakyalı Lukianos (Lucian) , Sevillalı İsidore, Aziz Maksimos (İtirafçı Maksimus), Aziz Hieronymus (Aziz Jerome), İoannes Hrisostomos (Altın Ağızlı Yuhanna/John Chrysostom) ve Papa Büyük Gregorius gibi teolog ve filozoflar etkin olmuşlardır.

             600’lü yıllardan itibaren ise ortaçağ karanlığı ismine uyacak şekilde bu felsefe geleneği adeta kendini tekrar etmeye başlamıştır. Artık Hristiyanlık baskın dindir. Geçmişte kendisine yapıldığı gibi karşıt dini ve felsefi görüşleri şiddetle bastırma eğilimindedir. Bilimsel gelişmelerinde durduğu bu dönemde Avrupa adeta karanlık bir döneme girer.

             Oysa Ortadoğu’da bambaşka bir durum vardır. Yeni ortaya çıkan İslam hızla yayılmakta, fetihler sonucu büyük bir imparatorluk haline gelmektedir. Özellikle Abbasi döneminde antik yunan kültürü Süryaniler aracılığıyla bu yeni kültüre dahil edilmiş, Yunanca ve Süryanice çeviri hareketleriyle başta Aristoteles olmak üzere felsefe İslam felsefesine dönüşmüştür. İslam felsefesi sade Müslümanların değil bölgede yaşayan Yahudi ve Hristiyanlarında içinde olduğu altın bir döneme girmiştir.

             Ortadoğu ile etkileşim önce daha kısıtlı olarak, Haçlı seferleriyle de daha büyük boyutta olmuştur. Zamanla Avrupalı düşünürler Arapça eserleri tercüme ederek Aristoteles ve Avrupa’da silinmiş olan diğer filozofları yeniden hatırlamıştır. Bu yeni bir Hristiyan Felsefesi geleneğini başlatmıştır: Skolastik Felsefe…

             Skolastik Felsefe kelime olarak okullu demektir. Buradan kasıt ilahiyat okullarında eğitim almış çoğu din adamı olan düşünürlerin yapmış olduğum felsefedir. Patristik felsefe daha alaylı bir anlayış güderken skolastikler okulludur. Patristik felsefe Platon’un görüşlerine daha çok ağırlık verirken Skolastikler Aristoteles den etkilenmiştir.

             Skolastik felsefe sadece din felsefesi değildir. Mantık gibi günümüzde değeri daha iyi anlaşılmaya başlanılan birçok konuda olgun eserler üretilmiştir. Ayrıca Boethius’un başlatmış olduğu Tümeller Tartışması gibi felsefe tarihinin en önemli tartışmasına da sahne olmuştur. Ancak hala belli bir zümreye ait olduğu da gerçektir.

             Bu dönemin en önemli ismi kuşkusuz Thomas Aquinas dır.

             Dönemin diğer önemli isimleri;  Ioannes Scotus Erigena, Anselmus, Abelardus, Bonaventura, DunsScotus, Ockham’lı William, Roger Bacon, Albertus Magnus ayrı ayrı da incelenmesi gereken filozoflardır.

           Ayrıca; Roscelinus, Lafranc, Henry of ghent, Meister Eckhart, Jean Buridan gibi isimler de etkin olmuşlardır.

          Skolastik Felsefe yaklaşık 1400’lere kadar etkin olmuştur. Ancak Rönesans ve Reform hareketleri sonrası kilisenin baskın gücünün kaybetmesi, bilimsel gelişmelerin yaşanmasıyla modern topluma geçilmeye başlaması; Hristiyan Felsefesi genel olarak etkisini kaybetmiştir.

       Bu dönemin önemli bazı isimlerini ayrı ayrı incelemek daha anlaşılır olacaktır.


Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-

.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...