Aristoteles ve
Hristiyanlığın Birleşimi
Skolastik Felsefesinin doruk noktası olarak görülen Aquinolu Thomas,
Hristiyanlığı Platon etkisinden çıkararak Aristoteles etkisine sokan önemli bir
din adamı / filozoftur.
Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan Hristiyan Felsefesi önceki bölümlerde anlatıldığı gibi iki bölümden
oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık
kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe.
Patristik Felsefede özellikle Aziz
Augustinus nedeniyle ile Platon’un etkisi oldukça yüksektir. Yeni Platonculuktan da birçok şey alan Hristiyanlık,
yüzlerce yıl boyunca felsefesini bu akıma göre şekillendirmiştir. Aziz Augustinus; Plotinos için “Biraz geç yaşasaydı ve birkaç söz
değiştirseydi Hristiyan olacaktı” der. Ayrıca Vatikan’da Plotinos’un lahdi
bulunur. Bu da Katolik Kilisesi tarafından, pagan olsa da, Plotinos’a önem
verildiğini gösterir. Yunan Kilise Babalarından Justinus da, Platon’un idealar öğretisine özel bir önem vermiştir. İskenderiye Okulundan İskenderiyeli Clement, Origenes; Latin Kilise Babalarından Aziz Ambrosius ve öğrencisi Hristiyan
Felsefesinin iki büyük isminden biri olan Augustinus,
Platon’un görüşleri ile Hristiyanlığı adeta şekillendirmişlerdir.

Ortaçağda Platon’un eserlerinin önemli bir kısmı Latinceye çevrildiğinden
Avrupa’da biliniyordu. Ancak Aristoteles’in
eserleri Hristiyanlarca pek bilinmezdi. Boethius
’un çevirisi ile Aristoteles’in sadece mantık
alanında çalışmaları Latinceye çevrilmişti. Oysa aynı dönemde İslam Felsefesi Aristoteles hakkında
şerhler yazıyordu. Yunancadan Süryaniceye oradan da Arapçaya çevrilen
Aristoteles’in eserleri, özellikle İslam Dünyasındaki büyük çeviri hareketi ile
doruk noktasına ulaştı. İbni Sina ve
Farabi gibi filozoflar Aristoteles
etkisi ile eserler yazdılar. Endülüs (İspanya) de yaşayan İbn Rüşd bu geleneği sürdürdü. Onun etkisi ile Aristoteles
kitapları Arapçadan Latinceye çevrilerek Avrupa’da yayıldı. Önce İbni Rüşdcülük denilen bir akım baş gösterdi.
Yine de Kilise Platon’un özellikle İdealar kuramının etkisi ile İbni Rüşdcülere
karşı çıktı. Müslüman bir filozofun etkisi ile felsefe yaptıkları gerekçesi ile
bu Hristiyan filozoflar çoğunlukla cezalandırsa da Aristoteles etkisi yavaş
yavaş yayıldı.
Skolastik Felsefenin ilk yıllarında Anselmus gibi isimler Platoncu felsefeye devam etseler de bir Dominiken olan Aquinolu Thomas, Aristoteles’i Skolastik felsefenin merkezine
oturttu. O yıllarda rakip durumda olan Dominiken
ve Fransisken Tarikatları önemli din
adamı / filozoflar yetiştirdi. Fransisken Tarikatı, Roger Bacon, Bonaventura,
Duns Scotus, Ockhamlı William gibi isimler çıkarsa da Dominiken Tarikatı daha
çok Aquinolu Thomas’ın gölgesinde kaldı. Yine de Albertus Magnus gibi Dominiken Filozoflar da yetişmiştir.
1225-1275 yılları arasında yaşayan Aquinolu Thomas; Thomas Aquinas, Aziz Thomas isimleriyle de bilinir. 1322 yılında Aziz olmuş, 1879
yılında ise Papa tarafından görüşleri Katolik Kilisesinin resmi görüşleri
olarak kabul edilmiştir. O tarihten itibaren Aquinolu Thomas’ıwww.onurcoban.com eleştirmek
Kiliseyi eleştirmekle eşdeğerdi. Bu yüksek mevkii doğal olarak Aristoteles de
almıştır. 1960’lardan sonra ise bu hafifletildi. Aquinolu’nun görüşleri günümüzde
tartışılmaya başlanmıştır.

Soylu bir aileden gelmesine rağmen Dominiken Tarikatına üye oldu. Aziz Dominik tarafından kurulan bu
tarikat kilisede ve üniversitelerde Fransiskenlerle mücadeleye girişti. Albertus Magnus’dan dersler alan
Thomas, Paris Üniversitesinde dersler vermeye başladı. Aristoteles’ten oldukça etkilendi. Onun eserlerine yorumlar yazdı.
O sıralarda Arap yazarların etkisinde bir Aristotelesçilik
uygulanmaktaydı. Aziz Thomas’ın amacı başta İbn Rüşd olmak üzere İslam Filozoflarının
Aristoteles’i yanlış yorumladığını, gerçek Hristiyan düşüncesinin bu olması
gerektiğini göstermekti. Bu fikir ilk zamanlar Kilise tarafından tepki çekse de
zamanla hakim görüş haline geldi.
Aquinolu Thomas, inançlı bir din adamı olarak vahiy bilgisinin önemine
vurgu yapar. Ancak çağdaşları gibi akılcı düşünceyi bir kenara atmaz. O vahiy bilgisinin
mutlak doğru olduğunu kabul eder. Ancak bunu daha çok rasyonel düşüncenin ilk
ilkeleri olarak görür. Bu ilkelerin hazır bir ön koşul olması veya onların ispatlanamaması
sorun değildir. Birçok bilimde ön koşul olan ve ispatlanmadan sürecin sürdürüldüğü
varsayımlar olduğunu vurgular. Aquinolu Thomas’a göre aklın yardımıyla
kanıtlanabilen şeylere felsefe,
sadece iman yoluyla kabul edilebilen şeylere teoloji bakar. Örneğin akıl yardımıyla Tanrı bilinebilirdi ki Aristoteles’te
“Hareket etmeyen hareket ettirici”
Tanrı anlayışına ulaşmıştı. Ancak Teslis
yani üçlemenin (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) kanıtlanması imkansızdır. Onu sadece iman
yoluyla bilebiliriz. Akıl ve vahiy tezat değil birbirini tamamlayan konulardır.
Aquinolu Thomas, birçok Hristiyan teoloğunun sadece Tanrı ile uğraşmasını;
bilim ve felsefe ile yani bu dünya ile uğraşmamasını eleştirir. Ona göre maddi
dünyayı yok saymak, Tanrının yarattıklarından da kopmak anlamına gelir. İdealar dünyasını savunan Platonculuğa bir tepki…
Platon ve onun izinden gidenler ikili bir dünya anlayışını benimsiyorlardı.
Bu dünya maddi ve tıpkı bir gölge
gibi gerçek olmayandır… Asıl var olan idealar
dünyası ise kusursuzdur. Bu dünyadaonurcoban her şey ideaları örnek alır ve o
kusursuzluğa ulaşmaya çabalar. Oysa Aristoteles
sadece bu dünyanın gerçek olduğunu savunuyordu. O da Platon gibi ikili bir yapı
öneriyordu, Form ve Madde… Ancak her ikisi de bu dünyaya
aitti. Aquinolu Thomas’ta birçok Hristiyan din adamının Platonculuğunu
eleştirdi.
Aquinolu Thomas, bu dünyaya verdiği önemle devam eder. Ona göre bir varlık
zinciri bulunur. Bu zincirin tepesinde ise Tanrı vardır. Ona göre Tanrının
varlığı apaçık bir gerçektir. Ancak yine de bunu akıl yoluyla kanıtlanabileceğini
söyler. Bu iki şekilde gerçekleşir. Biri salt akılla, ön kabulle yani a priori şekilde; diğeri ise deneyimle a posteriori şekilde.
A priori yönetimi Augustinus ve Anselmus kullanır. Örneğin; Anselmus’un,
kendisiyle özdeşleşen Ontolojik Argüman
veya Ontolojik Kanıta göre; her
insanın zihninde hatta inanmayanlarda bile şöyle bir düşünce vardır. Her şeyden
mükemmel olan bir Tanrı... Bunu herkes düşünebilir. Peki, bu düşünce bizim
zihnimizde neden var. Bunu deneyimlemesek bile böyle bir şeyi düşünebiliyoruz.
Yani A piori olarak deneyimlemeden, mükemmel
her şeyden üstün bir varlık hayal edebiliyoruz. Bu argümanının ilk aşamasıdır.
Sonra şöyle devam eder. Eğer mükemmel bir Tanrı düşünebiliyorsak bu ya sadece zihnimizdedir
ya da hem zihnimizde hem de gerçek dünyada vardır.
Şöyle devam der; eğer hem zihnimizde hem de gerçek dünyada mükemmel
varlık yani Tanrı varsa zaten Tanrı vardır. Ancak bir şey sadece zihnimizde
varsa ve gerçek dünyada yoksa o en mükemmel olamaz. Çünkü bir şeyin en mükemmel
olması için var olması zorunludur. Var olamayan bir şey kusurludur. Bu durumda
mükemmel bir Tanrıyı gerçekte yoksa bizim mükemmel Tanrı düşüncemiz
hatalı/eksik olur. Bu durumda düşünce kendisiyle çelişir çünkü mükemmel
düşüncesi mükemmel değildir. (Çünkü var olmak bakımında eksiktir)www.onurcoban.com
Bu durumda, hem zihinde hem de gerçekte bir mükemmel olan yani Tanrı
var olmak zorundadır. Bu Ontolojik kanıt olarak sunulan düşüncenin Anselmus
tarafından ortaya çıkan ilk halidir. Ondan yüzyıllar sonra Descartes, Spinoza, Leibniz gibi filozoflar bunu daha da
geliştirecektir. Ancak Hume ve Kant gibi filozoflar bu düşünceyi
hatalı bulacaktırlar.
A posteriori yöntemi Aquinolu Thomas kullanır. Ona göre doğuştan bir bilgiye sahip
değiliz.onurcoban.com Deneyim ve gözlemle bilgileri elde etmekteyiz. Bu nedenle Tanrı’da
ancak bu şekilde kanıtlanabilir. Tanrıyı göstermek için kullandığı ve Beş Yol olarak bilinen ünlü beş kanıtı
bu açıdan önemlidir.
İlk kanıtına Kozmolojik Argüman adı verilir. Bu
kanıta göre, doğada her şey hareket halindedir. Ancak hiçbir varlık kendi
kendisini hareket ettiremez. Her hareket eden, bir hareket ettiriciye
muhtaçtır. O hareket ettirici de başka bir hareket ettiriciye bağımlıdır. Bu zincir
aşama aşama ilerlese de sonsuza kadar gidemez. En başta ilk hareketi başlatan bir
hareket ettirici olmalıdır. Bu, hareket etmeyen
hareket ettirici bir zorunluluktur. Bu da Tanrı’dır. Burada Aristoteles’in Tanrı anlayışı hemen
hatırlanacaktır.
İkinci Kanıt yine Kozmolojik
Argümana ve Aristoteles’e dayanır. Her şeyin bir fail nedeni vardır. Bir nedeni
olmayan sonuç olamayacağı gibi, o nedeninde kendi nedeni vardır. Bu zincir bizi
ilk nedene götürür. Her şeyi başlatan bir ilk neden yani Tanrı olmazsa bu neden
zinciri oluşamaz ve varlıklar meydana gelemez.
Üçüncü Kanıt hem Kozmolojik
Argümana hem de İslam Filozoflarına
dayanır. Bu kanıta göre varlıkların iki aşaması olur. Var olmak ve var olmamak.
Doğal varlıkla bu ikisine de sahiptir. Bir hayvan şuan var olabilir ancak öncesinde
var değildi. Tüm varlıklar bu şekilde var olup var olmuyorlarsa, evrende hiçbir
var olan olmadığı bir an bulunabilir ki bu da saçmadır. O zaman hep var olan ve
hiç yok olmayacak bir zorunlu varlık
olmalıdır. Bu da Tanrı’dır.
Dördüncü Kanıt, varlık
derecelerine dayanır. Bazı varlıklar iyi, güzel, çirkindir. Bazı varlıklar
ondan daha iyi, daha çirkindir. Bu şekilde bir karşılaştırma yapabiliriz. Ancak
bunun içinde bir standart olmalıdır. En iyi, en güzel olanı bilirsek bu karşılaştırmaları
yapabiliriz. Bu mutlak iyi mutlak güzel sadece Tanrıdır. Tüm iyilikler ondan
kaynaklıdır.
Beşinci Kanıt, evrendeki düzene
dayanır. Canlı varlıkların bir uyumu bir amacı vardır. Ancak doğa
gözlemlendiğinde cansız varlıkların da birer amacı birer faydası olduğu
gözükmektedir. Evrendeki düzenin ve uyumun mükemmelliğine sadece Tanrı sebep
olmuş olabilir.
Aquinolu Thomas’a göre Tanrının e olduğunu tam olarak bilemeyiz.
Tanrı’ya iyi ve güzel diyebiliriz. Ancak bunlar insani sıfatlardır. En güzel,
en iyi bile Tanrının iyilik seviyesini gösteremez. İnsan zihni onun özünü
kavrayamaz. Sadece Tanrı kendi kendisini bilebilir. Yüzyıllar önce yaşayan Johannes Scottus Eriugena Tanrı’nın da
kendisini bilemeyeceğini söylemiştir. Çünkü biz şeyleri; büyüklük, ağırlık
konum gibi kavramlarla bilebiliriz. Tanrı ise bunlarla sınıflandırılamaz. Bu
açıdan aşkındır ve bilinemez.
Aquinolu Thomas’ın en önemli felsefi konusu öz ve varlıktır.
Aristoteles’in izinden giden Aquinolu Thomas’a göre Öz bir şeyi, o şey yapan
temeldir. İnsanların hem özü hem de sıfatları vardır. Aristoteles’e göre bir
şeyi anlamak için 10 kategoriyi kullanırız. Bunlar Töz, nicelik, nitelik,
bağıntı, yer, zaman, iyelik (sahiplik), durum, etkinlik ve edilginliktir.
Örneğin,
dün sınıfta otururken yazı yazan 1.70 boyunda esmer, diğer insanlardan zayıf
birini izlediğimizi düşünelim. İnsan, tözdür.
Yani asıl olan, kendisinden başka bir şeye ihtiyaç olmayan... İnsanın boyunun
1.71 olması niceliği yani
sayılabilir bir özelliği, esmer olması niteliği yani ölçülebilir olmayan özelliğidir. Bu insanın
diğer insanlardan zayıf olması bağıntı,
okulda olması yer, dün okulda
olması zaman, oturuyor
olması durumu gösterir. Bu
kişin şapka takması sahiplik/iyelik,
yazı yazması etkinlik bizim
tarafımızdan izlenmesi ise edilginliktir.
İbni
Sina ve Farabi’nin vurguladığı gibi İnsanın yer, zaman, nitelik gibi arazları /
ilinekleri zorunlu değil ama içkindir. Yanı bu sıfatlar onun o anki durumunu
gösterir ama onu için zorunlu bir unsur değildir. Bir insanı insan yapan şey bu
sıfatlar değil daha zorunlu bir iç nedendir. Bu özdür. İnsanların bazıları
sarışın bazıları esmer olabilir. Ama hepsine insan diyoruz. Onları insan yapan temel
bir ortak nokta vardır. Bu özdür.
Aquinolu
Thomas, Aristoteles’in izinden giden birçok filozof gibi öz ve varlık
kavramlarına önem verir. Ona göre Öz
ve varlık farklı şeylerdir. Öze sahip
bir şeyin var olması olasıyken olmaması da olasıdır. Örneğin bir ağacın özü
vardır. Ağacın varlığı da mümkündür. Ancak tek boynuzlu atı ele alalım. Onu
tarif edebiliyoruz. Onu o yapan varsayımı tüm insanlık hayal edebiliyor. Ancak
tek boynuzlu at gerçek değildir. Yani var değildir. O halde bir şeyin özü ile
varlığı farklı şeylerdir. Maddi varlıkların aynı türleri aynı öze sahiptir.
Bunun tek istisnası uzaydaki konumlarıdır.
Sadece
Tanrıda varlık ve öz birdir. Onda var olmama diye bir şey olamaz. Tanrının özü
ve varlığı iç içedir. Bu konuda DunsScotus farklı düşünmektedir. Ona göre varlık ile öz tüm şeylerde birliktedir.
Aquinolu Thomas’a göre, Tanrının bir iradesi vardır. Tanrı her şeyi
isteyebilir ancak bazı şeyleri zorunlu olarak istemez. Örneğin Tanrı başka bir
Tanrı yaratamaz, kendisini yok edemez, Üçgenin iç açılarının toplamını
değiştiremez. Bu zorunlu ve mutlak şeylerin Tanrı tarafından değişmesi özünde
tutarsızlıktır. Oysa İradeciliğe önem veren Duns Scotus, Tanrı’nın
evreni zorunluluktan değil kendi isteğiyle yarattığını söyler. Tanrı özgür
iradesiyle varlıkları meydana getirmiştir. Bu nedenle bu evren olması gereken
en iyi evren demek yanlıştır. Öyle bile olsa bu zorunlu olduğundan değil Tanrı
öyle istediği için öyledir. Tanrı bambaşka bir şey isteseydi o evren ve o
varlıklar gerçek olurdu.
Ortaçağın ünlü problemi olan Tümelle
Sorunun da Aquinolu Thomas adcı
bir düşünce belirler. Boethius
tarafından başlatılan tümeller tartışmasında, bazı taraflar tümellerin sadece
birer ad / isim olduklarını, bazıları da gerçekte var olan bir kavram
olduklarını savunmuşlardır.www.onurcoban.com Bu tartışmada Platon’un izinden gidenler Gerçekçi / Realist
olarak isimlendirilirler. Anselmus
ve Augustinus gibi isimler bu görüşü
savunur. Diğer bir grup tümellerin gerçekte olmadıklarını onları sadece birer
ortak isim olduğunu savunanlardır. Bunlara Adcılar
/ Nominalistler denir. Bu görüşü
savunan en önemli isim Ockhamlı William’dır. Üçüncü bir görüş ise ilk iki görüşün adeta
sentezidir. Aristoteles’in izinden giden ve tümellerin nesnelerin dışında değil
ona içkin olduğunu savunanlar için Tümeller gerçekte yokturlar ama sadece birer
ad da değillerdir. Abelardus, Albertus Magnus, Aquinolu Thomas bu görüşe dahil olan filozoflardır.
Aquinolu Thomas, tümellerin
ayrı bir gerçekliği olduğunu kabul etmez. Gerçek olan tek tek kişiler, tikellerdir. Oysa Ockhamlı William gibi
de katı bir adcılığı savunmaz. Realistlerle orta bir noktada adeta birleşir.
Ona göre Platon’un ideaları gibi
ayrı bir Tümel yoktur, ancak tikellerin içinde bir ortak duyu vardır. Tümeller
ona göre bir tür soyutlamadır. Bu soyutlama sayesinde varlıklar daha rahat
açıklanabilir. Ancak bu gelişi güzel yapılmış bir soyutlama değildir.
Skolastik felsefe içerisinde Bonaventura
gibi Platon görüşlü filozofların karşısında Aristoteles’i kayan Aquinolu
Thomas, Aziz Augustinus ile birlikte
en büyük iki Hristiyan filozofundan biridir. Onun etkisi sadece ortaçağda değil
günümüze kadar sürmüştür. Bilimsel
Gelişme, Reform ve Rönesans döneminde bu etki felsefe de
kırılsa da teoloji konusunda neredeyse tek otorite olması devam etmiştir. Her
ne kadar bir Dominiken olsa da Fransisken iki düşünür Duns Scotus ve Ockhamlı William
onun görüşlerinden oldukça etkilenmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder