Felsefeye bir bakış
36.Bölüm: AugustinusTanrı Devleti
Ortaçağ Felsefesinin özel olarak da Hristiyan Felsefesinin en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Aziz Augustinus’tur. Hatta o sadece Hristiyan teolojisini etkilemekle kalmamış Felsefe Tarihi içinde de en etkin filozoflardan biri olmuştur.
Augustinus, 354-430 yılları
arasında yaşamıştır. Hayatının önemli bir kısmını Kuzey Afrika’da geçiren Augustinus,
yazmış olduğu Tanrı Devleti ve İtiraflar adlı eserleriyle Hristiyan Felsefesinin
belki de en etkin eserlerini yazmıştır. Kiliseye yapmış olduğu katkılarla aziz unvanı
verilmiş ve Aziz Ambrosius, Aziz
Hieronymus (Aziz Jerome) ve Büyük Gregorius’la birlikte
kilisenin ilk dört doktorundan biri seçilmiştir.
Augustinus, oldukça çalkantılı bir tarihte yaşamıştır. Yüzyıllarca merkezi otoritesini Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz havzasına yansıtan Roma İmparatorluğu önce ikiye ayrılmış ardından da artan barbar istilasıyla Batı Roma yıkılmıştır. Augustinus bu dönemde Roma’nın yağmalanmasını görmüş, hayatını kaybettiği kent işgal edilirken son günlerini geçirmiştir. Var olan dünyanın radikal bir biçimde değişmesinin yanından, bir zamanlar kaçak olarak var olan Hristiyan dinini yaygınlaşmasını sürecini yaşamıştır.
Gerçekten de Hz İsa öğretileriyle EskiAhit üzerine oluşan Yeni Ahit ve
Hristiyanlık ilk önce Havariler sonrasından da Kilise Babaları aracılığıyla var olmaya
çalışmıştır. Bu dönemde Roma İmparatorlarına özellikle Stoacı filozof imparator MarcusAurelius a savunmalar ve mektuplar yazan Yunan Kilise Babaları bu yeni dini anlatmaya çabalasa da işkence
boyutunda baskılar devam etmiştir. Ardından Latin Kilise Babaları, İskenderiye
Okulundan faaliyet gösteren Clement
ve Origenes gibi isimlerle ortaya
çıkan Patristik Felsefe hızla
ilerlemiştir. Bu dönemde Hristiyan Felsefesi dönemin baskın üç ana akım
felsefesi Stoacılık, Epikurosçuluk ve Septiklik ile mücadele etmiştir. Kendi içeresinde de Ariusçuluk ve Gnostisizm tartışmaları
yaşanmıştır.
Bu dönemde yaşayan Augustinus, Pagan bir baba ve Hristiyan bir annenin
çocuğu olarak yaşamının ilk yıllarında bir arayışta bulunmuştur. Ancak önceleri
Yeni Ahit’in dilini yavan bulmasıyla
Hristiyanlığa uzak kalmıştır. İtiraflar adlı kendi yaşamını anlatan kitapta bu günlerini
anlatır. Bu kitap aynı zamanda otobiyografi türünün ilk örneği olarak kabul
edilir. Bu açıdan bu türünde yaratıcısıdır.
İtiraflarda belirtildiği üzere Augustinus gençliğinde oldukça erdemsiz
bir yaşam sürer. Ancak yine de arayışına devam eder. Ünlü “Tanrım beni iffetli kıl ama henüz değil” sözünü bu dönemde söyler.
Yunancayı tam olarak öğrenemez ancak iyi derecede Latince öğrenir. Cicero ile felsefe ile de tanışır. Ardından
Mani Dinine dahil olur.
Maniheizm 3. Yüzyılda İran’da
yaşayan Mani tarafından kurulmuştur.
Tüm Ortadoğu ve Avrupa’ya yayılmış hatta Orta Asya’da Uygur Devletinin resmi
dini olmuştur. Bu dine göre dünyada biri aydınlık diğeri karanlık iki varlığın
mücadelesi vardır. Seçilmişler olarak
belirtilenlerin yardımı ile aydınlık yeniden güç kazanacaktır. Et yemek, cinsel
ilişkide bulunmak, dalından meyve koparmak gibi şeyler yasaktır. Yaşamlarını
ancak Dinleyenlerin yardımıyla
geçirebilirler. Manicilik Zerdüşt inancı, Budizm, Ortadoğu kültürü ve Hristiyanlığın bir sentezi gibidir. Gerçekten
de Mani, Hz İsa’nın birçok öğretisine inanıyor ve onun devamı olarak kendisini
görüyordu. Ancak klasik kilise inancından çok farklı şeyler söylüyordu. Bu
açıdan Gnostisizme benzerlikte gösterir.
Zerdüşt, Buda ve hatta İsa'nın başarılı olamamalarının nedeni, kendi öğretilerini
yazıya geçirmemiş olmalarıdır. Bu düşünce ile Mani, herkesçe anlaşılabilen
basit bir dil kullanarak kendi öğretisini yazıya dökmüştür. Bu da çok geniş bir
coğrafyaya yayılmasını sağlamıştır. Ancak Mani dini sosyalonurcoban ve politik konularda
uzak kalmayı seçmiştir. Ayrıca eserlerin gelişi güzel kopyalanmasını önlemek
için belki de fazla seçici davranmış var olan metinlerin çoğu da karşıt
görüşlerdekilerce yok edilmiştir. Bu gibi nedenlerle zamanla Manicilik etkisini
kaybetmiştir.
Augustinus özellikle bilimsel konulardaki tutarsızlık nedeniyle zamanla
Maniciliği bırakır. Epikurosçuluk ve
Aristotelesçilik ilgisini çekmez. Stoacılığı incelese de onu da yetersiz
bulur. Bir süre Kuşkuculuğa yönelir.
Septiklerin Akademi de etki olan düşüncelerini inceler. Ardından Platon’la tanışır ve Yeni Platonculuğa yönelir. Yeni
Platoncu düşüncelerin adeta Yeni Ahit’le uyumlu olduğunu görür. Bu felsefeden
kendi düşüncesine çok şey katar. Bu durum Platon ile Hristiyanlığın uyumunu hızlandırmıştır.
Elbette ki o ilk değildir. OrtaPlatonculuk denilen dönemde ApamealıNumenius Yahudi inancı ile
Platon arasında bağ kurmaya çalışmış, Platon’u “Yunanca konuşan bir Musa” olarak tarif etmiştir. Aynı şekilde Yahudi Philon da Yahudi inancı ile
Platon’un görüşlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Yine Yunan Kilise Babalarından Justinus ve Athenagoras Platonu savunur. İskenderiyeliKlement ve Origenes de Yeni Platonculuk ile Hristiyanlığı
uzlaştırmaya çalışır.
Başta Thomas Aquinas olmak üzere
ortaçağın sonuna doğru Aristoteles
etkisini Batıda göstermeyecektir. Ancak bu iki dönem arası Farabi, İbni Sina gibi
isimler İslam Felsefesi ile Aristoteles’i
savunmaya devam edecektir.
Augustinus, Roma’da AzizAmbrosius’la tanışır. Hristiyan felsefesinin önemli Latin Kilise
Babalarından olan bu isim onu derinden etkiler. 386 yılında Hristiyan olur. Bu
dönemde Kilisenin en önemli savunucusudur. Önceden mensubu olduğu Manicilik, Ariusçuluğa,
o dönemde hızla yayılan Donatizm’e ve
Pelagius’a karşı resmi kilise
öğretisini savunur.
Augustinus her şeyden önce bir Hristiyan’dı. O “inanabilmek için anla, anlayabilmek için iman et” görüşünü
savunuyordu. Onun için gerçek kurtuluş sadece bu dinle mümkündü. Ancak o, bazı
düşünürlerin aksine felsefeyi gereksiz görmedi. Özellikle Platoncu felsefe ile
dinini ortak özelliklerini bulmaya çabaladı.
Augustinus, bir dönem uzak kalmadığı Kuşkucu Felsefenin yanıldığını söylemektedir. Ona göre Septikler özellikle Akademi Septiklerin aksine doğru bilgiye ulaşmak mümkündü. Ona göre insan her şeyden kuşku duyabilirdi. Ancak kendi varoluşundan kuşku duyamazdı. Si fallor sum yani “kuşku ediyorsam varım” diyen Augustinus, kuşku duymanın bile var olmanın kanıtı olarak görür. Eğer bir şeyden kuşku duyuyorsam bu duyguyu düşünen ben varımdır. Bu yüzyıllar sonra Descartes’in ünlü “düşünüyorum o halde varım” sözünün de habercisidir. Gerçekten de Descartes gibi rasyonel filozoflara öncülük edercesine, duyuların bilgisine değil aklın bilgisine önem verir. Augustinus a göre duyusal bilgi bir bilgi türüdür ancak en aşağısıdır. Bu noktada Platon felsefesiyle uyumlu da davranır. Ona göre duyumsal nesneler sürekli değişir Bu açıdan değişen şeylerin bilgisi kesin değildir. Platon’unwww.onurcoban.com ideaları gibi cisimsel olmayan ezeli nesnelerin bilgisi en doğrusudur buna da akıl yoluyla ulaşabiliriz. Ancak bunu kendi başımıza da yapamayız adeta bir aydınlanma yaşamamız gerekir. Bu aydınlanma da ancak Tanrı ile gerçekleşir.
Augustinus göre Tanrının en önemli özeliği değişmezliktir. Bu noktadan
Platon ve Yeni Platoncularla uzlaşır. Ancak eski yunan felsefesinde yoktan var
olma bulunmaz. Antik Yunan Felsefesinde Tanrı evreni yoktan var eden bir
yaratıcı değil adeta bir mimardır. Platon’un belirttiği ve Gnostisizmin de kullanmış olduğu Demiurgos ezeli maddelerle adeta
evreni dizayn eder. Augustinus ise Hristiyan inancında olduğu gibi Tanrı’nın
evreni yoktan var ettiğini belirtir. Tanrı’nın önemli özelliklerinden biri
yaratıcı olmasıdır.
Augustinus’un hayatı boyunca üzerinde durduğu şey kötülük problemidir. Kendisinden sonra gelen Skolastik Felsefede Ortaçağ boyunca bu sorgulamıştır. Augustinus,
iyi bir Tanrı varsa dünyada neden kötülük var sorusunu hep merak etmiştir.
Sonunda mutlak kötülük gibi bir kavramın olamayacağına karar verir. Buna göre
evrende kötülük diye bir kavram olmaz. Çünkü her şeyi yaratan Tanrı iyidir ve
ondan kötülük oluşamaz. O halde kötülük neden var? Augustinus a göre kötülük
ancak iyiliğin yokluğu ile açıklanabilir. İyiliğin biraz veya çok az olması ile
kötülük dereceleri oluşur. İyiliğin kaynağı Tanrı olduğuna göre ondan
uzaklaşmak iyiliği azaltır. Bu nedenle kötülüğün kaynağı Tanrı değil bizzat
özgür iradeye sahip insandır.
Augustinus, Tanrı Devleti
kavramını ortaya atar. Ona göre bu dünyada yeryüzü
devleti bulunur ancak önemli olan Tanrının devletidir. Yeryüzü krallığı
şeytanın, Tanrının krallığı ise İsa’nın krallığıdır. Onun yazmış olduğu Tanrı Devleti kitabı günümüzde de Hristiyan
din okullarında hala okutulur. Augustinus a göre Tanrı Devletini kilise temsil
eder. Özellikle dini konularda kiliseye uymak zorunludur. Bu ileriki yıllarda
Papalık Devletinin gücünün kaynağı bir düşüncedir.
Augustinus zaman konusundaki
düşünceleri onun felsefe tarihindeki en yetkin isimlerden bir olduğunu
gösterir. Zamanın ne olduğu konusunda o güne kadarki en büyük sorgulamaları
gerçekleştirmiştir. Ancak uzun bir süre sonuca ulaşamaz. Kendi değişiyle “Hiç kimse bana sormazsa biliyorum da, biri
sorup da ona açıklama yapmam gerektiğinde bilmiyorum” der. Günümüzde bile geçerli
döneminden bağımsız bir söz.
Augustinus a göre geçmiş bellektir. Şimdiki zaman görünendir. Gelecek zaman ise beklentidir. Asıl önemli olan şimdiki zamandır. Ancak gelecek ve geçmiş de vardır. Ona göre zaman öznel bir düşüncedir. Zaman, bellekte hatırlanan ve gelecek için beklenen insan zihninin bir ürünüdür.onurcoban Yaratılan bir insanın ürünü olması onun yaratıldığını gösterir. Zamanın öznelliği insan var oluşunun da önemini öncüler. Bu açıdan Descartes ve Kant felsefesinin hazırlığı gibidir.
Ona göre evren zaman içinde değil zamanla birlikte yaratılmıştır. Bu
açıdan Tanrı zamandan da bağımsızdır. Felsefe tarihinde çok sorulan neden Tanrı
tam da o anda evreni yarattı neden daha önce değil sorusunu saçma bulur. Çünkü
o andan önce bir zaman yoktur.
Augustinus görüşleri yüzyıllarca Kiliselerin temel görüşü olmuştur.
Günümüzde dahi Yeni Platoncu kaynaklı birçok görüş Hz İsa zamanı ortaya çıktığı
sanılsa da aslında Augustinus’un yapmış olduğu sentez kaynaklıdır. Yine de onun
bazı görüşleri resmen Katolik Kilisesince de tanınmaz. Örneğin Cehenneme ve
Cennete gidecek olan ruhlar için bir zorunluluk yoktur. Tanrı sadece kendi
seçtiği ruhları cennete alacaktır. Cehenneme giden ruhlar Tanrının merhamet
etmedikleridir ve bunu sorgulayamayız. Bu öğreti Hristiyanlığın kurtuluş
öğretisiyle çelişir. Ancak ortaçağda yakılarak öldürülen kişilerin de düşünce kaynağıdır.
Çünkü yakılanlar Tanrının merhamet etmediği ruhlardı Belki de doğrudan inanç
karşıtlarına yapılanları savunmuyordu ancak onu görüşlerinin yüzyıllar sonra
böyle de bir etkisi oldu.
Augustinus, Avrupa’da sonraki 800 yıl boyunca en etkin isim oldu. Onun
görüşleri adeta birer tabu haline gelmesi felsefede bir duraklık başlattı.
Ortaçağın önemli bir kısmında batıda kilise artan gücünü ve baskını hissettirdi
ve özgür düşünce kayboldu. Bu dönemde Boethius
ve Sahte Dionisos gibi birkaç
Yeni Platoncu Hristiyan isim çıksa da karanlık bir dönem başladı. Ancak aynı
yüzyıllarda orta doğuda ortaya çıkan İslam
Felsefesi ile Yunan Felsefe geleneği artarak devam etti. Kindi, Farabi, İbni Sina gibi
isimlerle Aristoteles etkisi devam
etti.
İki toplumun özellikle Haçlı seferleri sonrası etkileşime girmesiyle ortaçağın son döneminde Skolastik Felsefe ortaya çıktı. Thomas Aquinas, Ioannes Scotus Erigena, Anselmus, Abelardus, Bonaventura, Duns Scotus, Ockham’lı William, RogerBacon, Albertus Magnus gibi isimlerle Hristiyan Felsefesi en etkin dönemini yaşadı
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder