Kuşku
Felsefe
tarihi içerisinde bir okul olmaktan çok genel bir düşünce tarzı olan
şüphecilik, hem kurucusu kabul edilen Piron’dan önceki filozoflarda hem de bu
akıma dahil olmayan sonraki düşünürlerde izlerine rastlanabilen bir düşünme
tarzıdır. Ancak özellikle ilk çağda spesifik bir akım olarak felsefe tarihinde
yerini almıştır.
Piron’a (Pyrrhon / Pyrrho) geçmeden
önce septisizmi
kısaca inceleyelim. Düşünce tarihi boyunca şüphe duymak, sorgulamak ve kesin
bir karar vermeden önce en ince ayrıntısına varıncaya dek irdelemek önemli
olmuştur. Özellikle ilkçağda yaşayan filozof ve bilimadamlarının bir kısmı
klasik anlamda şüpheci olarak görülmese de bir tavır olarak kuşkuculuktan izler taşımışlardır. Örneğin Ksenophanes tanrı anlayışı ile şüpheci izler taşır. Kendi bölümünde de
belirttiğimiz gibi bu filozof Afrika’da Tanrıların siyahi, Kuzey Avrupa’da ise
sarışın olarak görüldüğünden yola çıkarak, “eğer hayvanları anlayabilseydik,
onların Tanrıları da kendilerine benzediğini görürdük” der. Burada kastettiği
kesin bir Tanrı anlayışının olamayacağı bir göreceliktir. Benzer şekilde Herakleitos her şeyin değiştiği, hiçbir şeyin sabit olmadığını söyler. Parmenides ve Elealı Zenon ise yargıda bulunmanın mümkün olmadığı durumları göstermeye
çalışmışlardı.

Daha birçok
filozof şüpheci/kuşkucu ifadeler taşısa da, bu noktada Sofistler hemen dikkat
çeker. Özellikle Protagoras “insan her
şeyin ölçüsüdür” diyerek, neredeyse tüm konularda göreceli bir anlayış
sergilemişti. Ayrıca Demokritos ve kısmen de olsa Sokrates ve Platon’da bir
tavır olarak kuşkuculuğun izlerini görmek mümkündür.
Ele alınacak
olan Kuşkuculuk bir akım olarak ise yüzlerce yıl popülerliğini korumuştur.
Özellikle Platon’un Akademisininonurcoban.com ana görüşü haline gelmesiyle iyice güç
kazanmıştır. Ancak Roma İmparatorluğunun yükselişe geçmesi ile önce Stoacılık ve Epikurosçuluk, Hristiyanlığın
ortaya çıkması ile de Din Felsefeleri akım olarak Kuşkuculuğun unutulmasına
neden olmuştur.
Kuşkuculuk,
akım olarak etkisini kaybetse de bir yöntem olarak felsefede kendisine yer bulmaya devam etmiştir. Yöntem
olarak kuşkuculuğun en bilinen isimlerinden biri Descartes’tır. Descartes’ın
felsefi bilgi anlayışına göre temel olan, kendi ifadesi ile Açık ve Seçik bilgiye
ulaşmaktır. Bir yöntem olarak kuşku duymak bir amaç değil araçtır. Descartes’e
göre düşünen özne kendi varlığına ancak kuşku duyarak ulaşabilir. Ona göre her
şeyi iyice irdelememiz ve kuşku duymamız sonucu yanlış olanlar olumsuzlanacak
ve geriye açık ve seçik doğru kalacaktır. Descartes bir anlamda “anlamak için
kuşkulanmayı” savunur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken Yöntem olan
kuşkuculukda mutlak bir kuşku
hedeflenmez.
İngiliz Deneycilerinin önemli isimlerinden David Hume’da kuşkucu yöntemiyle
dikkat çeken düşünürlerden biridir. Empirizmin diğer filozofları gibi Hume’da
doğuştan bir bilgi anlayışına karşı çıkar. Ona göre gerçek bilgi ancak deney ve
gözlemle yani duyularca ulaşılabilen bilgidir. Ancak algıların göreceliği
peşinden kuşkuculuğu getirmiştir.
Günümüzde de bilim
anlayışında da kesin kararlar vermemek, emin oluncaya dek araştırmak önemli bir
yöntem olarak görülmüştür. Bu açıdan Septisizm olmasa da şüphecilik akımlar
üstü bir yapı haline gelmiştir.
Septisizm ve Septiklik, dilimizde Şüphecilik veya Kuşkuculuk olarak çevrilebilir. Septikler olarak belirtilen
filozoflara Kuşkucu
veya Şüpheci
filozoflar olarak da isim verilmektedir. Hatta bu akımın en önemli ismi
Piron’dan ötürü Pironculuk olarak da adlandırılır.
Septikliği
genellikle üç farklı dönem halinde incelenmektedir. Bunlardan ilki Pironculuk (Pyrrhonculuk),
ikincisi Akademi Şüpheciliği, üçüncüsü ise Son dönem Septikliğidir. Özellikleonurcoban son dönem septikliğinin en önemli ismi Sextus Empiricus, yazmış
olduklarıyla Kuşkuculuğu günümüze kadar taşır. Ayrıca Şüpheci tarafı baskın
olan bir eklektik felsefeye sahip Cicero ’da Kuşkucular hakkında bilgiler vermektedir.
PİRONCULUK
(PYRRHONCULUK)
Helenistik
dönemin filozoflarından olan Piron (Pyrrhon) İ.Ö. 360/365 yılında doğmuş, İ.Ö.270/275 yıllarında
ölmüştür. Bu dönem Makedonya İmparatoru Büyük
İskender’in Antik Yunan’da bilinen dünyanın
neredeyse tamamını fethettiği bir dönemdir. Batı ile doğunun
daha önce olmadığı kadar iç içe geçtiği bu dönemde düşünce dünyası da
etkilenmiştir. Bu dönem Felsefe Tarihinde Helenistik
Felsefe olarak bilinir. Kuşkuculukla birlikte
Epikurosçuluk ve Stoacılık Helenistik dönemin felsefe anlayışında etkili olmuştur.
Piron veya Pyrrhon, Megara Okulunun önemli
isimlerinden Stilpon ve Demokritos’un öğrencilerinden Abderalı Anaksarkhos'un öğrencisidir. Bu
birbirinden farklı felsefe akımlarından şüpheci tarafları almıştır. Ayrıca
hocası Anaksarkhos (Anaxarchus) ile birlikte Büyük
İskender’in seferlerine katılmıştır. Hindistan’a kadar giden Piron buradaki
rahiplerden de etkilenmiştir.
Yunanistan’a geri döndüğünde
kendisiyle anılan Pironculuğu ortaya koymuş ve kendisi gibi önemli bir filozof
olan öğrencisi Timon’u yetiştirmiştir. Yazılı bir eser bırakmayan Piron’un
görüşlerini öğrencisi Timon aracılığıyla bilmekteyiz.
Piron (ve Timon) herhangi bir şey hakkında kesin bir şey bilebilir miyiz
diye sormuşlardır. Neredeyse her şey görecelidir. Örneğin bir kişi havanın
sıcak olmasının iyi olduğunu savunurken bir başkası bunun kötü olduğunu
savunabilir. Peki bu durumda hangisi haklıdır? Ya da daha doğrusu hangisinin
haklı olduğunu nasıl bilebiliriz? Örneğin Hazcılar, hazzın mutluluk verdiğini söylerken, Kinikler hazza tamamen karşıydılar. Kendi konusunda belirtildiği gibi Antisthenes, “hazdan delilikten daha fazla korktuğunu” söylemiştir. Peki bu durumda hangisi haklıydı?www.onurcoban.com
Piron sonrası filozoflar bu konuda
daha detaylı açıklama getirseler de, Piron ve Timon göreceli
düşünceler arasında bir ayrım yapamayacaklarını düşündüler. Yani bir düşünceyi
diğerine tercih etmemiz için geçerli hiçbir neden yoktu. O zaman kesin
konuşmamak ve bir kanıya varmamak en doğrusudur. İnsanı mutluluğa getirecek
olan her şeyden şüphe duymaktır.
Hiçbir karara varmamak ve her şeyden
kuşku duymak teorik olarak kabul edilse de pratik olarak bazı sorunlar yaratır.
Piron hakkında (belki de abartılı olarak) anlatılan öykülere göre, bir
uçurumdan düşmemesi veya bir atın altında kalmamasını hep onu koruyan
arkadaşları sağlamıştır. Çünkü Piron kendi yaşamında da şüpheciliğini sürdürmüş
ve uçurumun kenarında yürürken önlem almak gibi kararlara bile dikkat
etmemiştir.
Bu durum elbette ki Pironculuğun
önündeki en önemli eleştiridir. Gerçekten her şeyden şüphe edebilir miyiz?
Örneğin bir ağaca yeşil demek yanlış mıdır? Evet gördüğümüz renk yeşildir.
Ancak bu; insan gözü, güneş ışığı ve ağacın pigmentleriyle alakalı bir şeydir.
Güneş ışığını farklı gören veya renk körü olan bir insanın görüşünü hatalı
yapan nedir? Yeşil olmak gerçekten ağacın özünde olan bir şey midir?
Kuşkusuz bu göreceli bakış açısı
heyecan verici olsa da pratik yaşamda sorunları gören Septikler buna çözümler
aramışlardır. İlk dönem Kuşkuculukta Timon bunu şöyle açıklar;
Gerçekler ile görünenin ayrı şeyler
olduğunu bilmeliyiz. Yani bir balın tatlı olduğuna gerçek diyemeyiz. Çünkü
tatlı olmak balın özü değil, onun dilimizde bıraktığı histir. Başka bir canlıda
bu his olmayabilir. Ancak Timon, balı tattığında tatlı olduğunu kabul eder.
“Ben balın tatlı olduğunu iler sürmüyorum ama onun öyle göründüğünü kabul ediyorum”
der.
AKADEMİ DÖNEMİ
Septisizm, Piron ve Timon zamanında
bir okul haline gelememiştir. Kuşkuculuğun bir okul bünyesinde ilerlemesi
ilginç bir biçimde Platon’un ünlü okulu Akademi ile olmuştur.
Platon’un kurmuş olduğu Akademinin ilk dönemine Eski
Akademi ismi verilmiştir. Platon’dan sonra
yeğeni Speusippos, Ksenokrates (Xenocrates), Polemon ve Krates başkanlık etmiştir. Bu dönemde Akademi daha çok Platon'un
görüşlerini koruma eğiliminde olmuştur. Ayrıca her şeyi matematiğe indirgeyen
anlayışı daha da artırmışlardır.
Ardından gelen Kuşkucu döneme İkinci Akademi veya Orta Akademi
dönemi denir. Bu dönemdeonurcoban.com Akademinin başına Arkesilaos geçer. Arkesilaos, Platon okuluna bağlı Pitaneli (Çandarlı) Autolykos (Autolycus),
Krates ve Krantor’un (Crantor) öğrenciliğini
yapmıştır. Ayrıca Aristoteles’in Lisesinin önemli isimlerinden Theophrastos ’un (Theophrastus) da öğrencisi olmuştur. Ancak Aristoteles felsefesinden
ayrılıp Liseyi terk etmiştir. Hatta bunu üzerine Theophrastos’un “Yetenekli ve hevesli bir genç okulumdan ayrıldı” diyerek
üzüldüğü söylenir.

Arkesilaos, Piron, Kıbrıslı Zenon ve Epikuros (Epikür) gibi her biri kendi düşünce akımlarını yaratan kişilerle
çağdaştı. Ayrıca Sokratesçi okulların da hala etkisini gösterdiği bir çağda yaşıyordu. Kuşkusuz bu
dönemde Akademi en güçlü felsefi okul durumundaydı. Ancak
Arkesilaos her ne kadar Akademinin başına geçse de ilk dönem Akademinin
görüşlerine birebir katılmıyordu. Doğrudan olmasa da Piron’un Şüpheciliğinden
oldukça etkilenmişti. Ancak o felsefesindeki kuşkucu öğeleri Piron’a değil
Platon’a dayandırıyordu. Bu çarpıcı görüşü ile ilgili Stoacı Ariston; “Başını Platon,
kuyruğunun Piron, ortasının ise Megara okuluna mensup Diodoros
Kronos’un meydana getirdiği bir felsefesinin
olduğunu belirtmiştir.
Arkesilaos, tüm bu eleştirilere
karşı Platon’da da bir nevi Şüphecilik olduğunu belirtmekteydi. Cicero’dan
öğrendiklerimize göre Arkesilaos, Platon’un özellikle Sokrates’i anlattığı
eserlerde bu görüş olduğunu savunur. Platon’un bu eserlerinde gerçekten de Sokrates,
net bir görüşü savunmaz. Karşısındakinin görüşlerini soru sorarak çürütmeye
çalışır. Hatta yeri gelir ortaya çıkan yeni görüşü de aynı şekilde eleştirir.
Septikler daha önce de belirtildiği gibi sadece Şüpheci/Kuşkucu demek değildir.onurcoban Aynı zamanda doğruyu arayan sürekli sorgulayan araştırmacılardır. Sokrates’de
sürekli bilgiyi sorgular, doğru olana ulaşmaya çalışır. Cicero’ya göre de bu
konuda Arkesilaos haklıydı. Onun yaptığı aynı Sokrates (doğal olarak Platon)
gibi sorgulamak ve kesin emin olmadığı bir şeye inanmamaktı.
Arkesilaos’un Akademinin başına
geçmesiyle bu bakış açısı Akademiye yerleşti. Aslında günümüzde dahi Platon’un
salt şüpheci olduğu iddia edilmez. Elbette Arkesilaos’un belirttiği unsurlar
vardır. Ancak Platon’un Felsefesini Septisizm olarak değerlendirmek oldukça
radikal bir düşüncedir. Ancak yaklaşık 200 yıl boyunca bu kabul görmüştür.
Yüzyıllar sonra Cicero, bu dönemi
incelerken Arkesilaos ve Piron’a hak verir. Çünkü hiçbir şeyin tam olarak
kavranması mümkün değildir. Bir şeyin doğru olduğundan tam olarak emin
olamıyorsak bir görüş belirtmek de hatalı olacaktır.
Arkesilaos, ahlak konusunda
göreceliğin var olmasının Kuşkuculuğa temel oluşturduğu söyler. Bu açıdan
dönemin en önemli akımlarında Stoacılığı eleştirir. Hatta bu eleştiriler
sonunda savunmasız kalan bu okulun öğrencilerinden Krizippos (Khrysippos) ciddi değişikliklere gitmek zorunda kalmıştır.
Bu dönemde de Pironculukta olduğu
gibi teori ve pratik şüphecilik sorunu ortaya çıkmıştır. Teoride hiçbir görüşe
katılmamak uygulanabilir olsa da pratikte bu çok zordur. Piron’un zamanında
gündelik yaşamda birçok sorun yaşadığını belirtmiştik. Arkesilaos bu sorunu
çözmek için kesin bir şey söylemese de, akla uygunluğun gerekli olduğunu
söyler. Ancak bu konuda daha ayrıntılı açıklamaları Akademinin bir başka önemli
ismi Karneades
yapar.
Karneades’in (Carneades) Akademide
başkanlık yaptığı döneme Yeni Akademi ismi verilir. Bu dönemde de Şüphecilik akademinin ana görüşü
olur. Karneades’in felsefesi, en iyi şekilde yaptığı Roma yolculuğuyla
açıklanır. Diplomatik bir görev için İ.Ö. 155 yılında Atina’nın üç önemli okulu
Roma’ya temsilci gönderir. O dönemde Roma İmparatorluğu Atina’yı çoktan
fethetmiştir. Özellikle Stoacı bir felsefeyi benimseyen Roma’ya Aristotelesçi Kritolaos, (Critolaus)
Stoacı Babilli Diogenes ve Akademiden
Karneades Roma senatosunda konuşmalar yaparlar.
Karneades bu toplantıların ilk
gününde bir konuyu kendi üslubuyla savunur ve dinleyicilerin hem onayını hem de
beğenisini toplar. Ancak ertesi gün yaptığı konuşmada, bu sefer söylediklerinin
tam tersini savunan bir konuşma yapar. İlginç bir biçimde yine konuşmacıların
onayını ve beğenisi kazanır. Burada göstermek istediği tek bir doğrunun
olmadığı, bir savı savunmanın gerçekçi olamayacağıdır. Bu Roma İmparatorluğu
gibi sabit kurallara dayalı bir dünya görüşünü savunan devletin kabul
edebileceği bir şey değildir. Senatonun önde gelenlerinden ünlü Yaşlı Cato buna şiddetle karşı
çıkar ve bu sapkın görüşlü filozofların bir an önce Roma’dan gitmesini ister.

Karneades, Larissalı
Philon ve sonradan Akademinin başına geçen Kleitomakhos (Clitomachus)
gibi filozoflarında hocalığını yapmıştır. Hocası Arkesilaos gibi
Stoacılığı eleştirmiştir. Bunu yaparken de önemli Stoacı Krizppos’u hedef alır.
Ancak tamamen farklı görüşü savunduğu bu filozofun da hakkını verir. Diogenes Laertius’un belirttiği
üzere” Krizippos olmasa ben de olmazdım” der.
Stoacılara en önemli
eleştirilerinden biri Tanrı anlayışıdır. Stoacılar, genellikle insanların
“Tanrının var olduğunu” söylediklerini, bu genellemenin de, Tanrının var
olduğunu gösterdiğini söyler. Çünkü Tanrı olmasaydı bu düşüncede olmazdı.
Karneades ise bu ortak görüşü kabul eder. Ancak bunun Tanrının var olduğu
değil, İnsanların Tanrıların varlığına dair bir inanç beslediklerinin kanıtı
olduğunu söyler. Daha sonraki şüpheciler Cicero ve Sextus Empiricus,
Karneades’in görüşlerinden hareketle Tanrıların varlığın sorgularlar. Örneğin
Tanrılar, insanların gibi duyulara sahip midir? Eğer koku, tat gibi duyulara
sahip değillerse İnsanlar, Tanrılardan daha üstün olur ki bu imkansızdır. Eğer
bu duyulara sahiplerse kötü tat ve kokuları da almaları gerekir ki bu da
Tanrının kusursuzluğuna gölge düşürür. Bu varsayımlara göre Tanrı yoktur.
Karneades, Pironculuktan beri olan
pratik yaşamdaki kuşkuculuk sorunu için, gündelik yaşamda olasılıklara göre
hareket etmemiz gerektiğini belirtiyordu. Gerçekten de hiçbir konu da emin
olamıyorsak nasıl yaşayacaktık? Bu noktada en makul gelen olasılığı zorunlu
kabul etmemiz gerektiğini söylüyordu. Ancak bu yine de yüzde yüz bir kabul
değildi. Daha çok pratik yaşama devam edebilmek için bir yoldu. Mesela
hırsızlık yapmak doğru mudur, yanlış mıdır? Çoğu insan bunun yanlış olduğunu
söyler. Ancak bazı insanlar ise aç kalacağıma hırsızlık yaparım daha iyidir
der. Bu iki görüş arasında yüzde yüz doğru seçilemez. Çünkü aç olan bir kişi
hırsızlık yapmaz ve başka da şansı olmadığından da ölürse bu o kişi için kötü
bir sonuçtur. Şüpheciler bu durumların, kendinde yani özü itibariyle iyi ve
kötü bir şey olmadığını gösterdiğini belirtirler. Eğer hırsızlık yapmak özü
itibariyle kötüyse bu herkes için her durumda öyle olmalıydı. Ancak doğada hiç
bir şey bu kadar kesin değildir.onurcoban.net Öyleyse hırsızlık yapmak konusunda karar ne
olacaktır? Karneades, toplumsal genel görüş, ahlaki genel normlar ve hırsızlık
yapılması sonucunda oluşan iyi-kötü sonuçlarını değerlendirir. Ortaya çıkan
algılar toplamı hırsızlığın kötü olduğu sonucunu çıkarır. Evet belki yüzde yüz
bir sonuç değildir ama “genelde” hırsızlık kötü, yanlıştır. O zaman gündelik
yaşamda bunu kabul etmemiz gerekir. Ancak bu konuda da hep şüpheci olmak
gerekir.
Bu göreceli şüpheci görüş daha
sonraki yüzyıllarda da kendine taraftar bulmuştur. David
Hume, Berkeley,
Kant ve Poper’da bu yaklaşımdan izler vardır.
Ancak bu filozoflar farklı felsefi ekollerin temsilcileridir. Daha önce
belirtildiği gibi akım olarak Septiklik devam etmese de belki biraz daha
yumuşatılmış halleri yüzyıllarca devam etmiştir.
Karneades’ten sonra Akademinin
başına Kleitomakhos
geçmiştir. Kleitomakhos, daha çok hocasının görüşlerini yaygınlaştırmaya
çalışır. Aynı şekilde Stratonikeialı Metrodorus da bu görüşü benimser. Akademinin daha sonraki başkanlarından
Larissalı Philon ise
hem Cicero’nun hocası olması bakımından hem de getirdiği yeni görüşlerle önemli
bir isim olmuştur. Daha önceki şüpheci akademi mensuplarının aksine “her türlü
yargıyı askıda tutmak gerektiği” görüşünü ret eder. Ona göre Şüpheciler mümkün
olduğu kadar doğruyu hedeflemelidir.
Askalon’lu Antiokhos ise Stoacılık ile Akademiyi birleştirmeye çalışır. Ona göre
Stoacılık Platon’dan ayrı bir görüş değil sadece ondan çıkmış bir yöntem
farkıydı. Bu görüşe Cicero şiddetle karşı çıkar. Cicero’ya göre Antiokhos
kendisini Septik olarak görse de aslında Zenon ve Krizippos’u takip
etmektedir.
Aynı şekilde Akademinin önemli
isimlerinden Ainesidemos da bu görüşe şiddetle karşı çıkar. Ona göre bu yeni düşünce “Stoacılıkla dövüşen bir Stoacılıktır” Bu karşı çıkışı nedeniyle Ainesidemos okuldan ayrılmış ve
İskenderiye’ye giderek Son Dönem Septikliğini kurmuştur.
SON DÖNEM SEPTİKLİĞİ
Akademinin gittikçe Kuşkuculuğu terk
etmesi ve özellikle Antiokhos’un Stoacı görüşleri Akademi içerisine aktarması
sonucunda, Ainesidemos İ.Ö. 1. Yüzyılda İskenderiye’ye gidip yeni bir Septik Okul
kurar. Bu dönem Geç veya Son Dönem Septiklik olarak isimlendirilir.
Ainesidemos, okuluna Pironcu olarak
isim verir. Eserlerinin hiçbiri günümüze gelmese de Pironcu
Konuşmalar adlı eserine yapılan alıntılar
günümüze ulaşmıştır. Ainesidemos’un amacı artık “yolundan” çıktığını belirttiği
Akademik Şüpheciliğin yanlışlarını göstermektedir.
Ainesidemos, Şüpheci olmayan
filozoflara dogmatik der. Bu filozoflar kesin gördükleri savlara üzerinden yani
dogmalar üzerinden felsefe yaparlar. Ainesidemos’a göre Akademik Septikler de
dogmatiktir. Çünkü Akademinin mensupları bazı konuları tasdik etmekte
bazılarını da redetmektedirler. Oysa Pironculuğa göre hiç bir şeyde kesin
yargı bulunmamak gerekir. Ainesidemos’a göre Akademi mensupları giderek
Stoacılığa bağlanmakta adeta Stoacılıkla dövüşen Stoacılar haline gelmektedirler.
Gerçekten de Karneades başta olmak
üzere birçok Akademi üyesi bir orta yol bulma peşindedir. Onlara göre en makul
olan algı gündelik yaşam için kabul edilebilir. Oysa Ainesidemos’a göre bu
Septisizme aykırı bir tutumdur.
Daha sonraki yüzyıllarda Sextus Empiricus tarafından
aktarıldığı üzerine Ainesidemos’un 10 adet argümanı bulunmaktadır. Bunlar;
-Farklı Türden Hayvanlar Farklı
algılara sahiptir
-Farklı insanlar farklı algılara
sahiptir
-Farklı duyu organları farklı
algılara yol açar
-Aynı duyu farklı durumlarda farklı
algılara yol açar
-Algılar, algılanan nesnenin farklı
durum, mesafe ve yerde bulunmasına göre değişirler
-Algılar, algılanan nesne ve
algılayan öznenin her zaman bir karışım olmasından dolayı güvenli değildirler.
-Algılar, algılanan nesnenin miktarı
ve parçaları bir arada bulunma biçimlerine göre farklıdırlar.
-Hiç birşey kendi başına bir şey
değildir: Her şey bir başka şeye görelidir.
-Algılar, algılanan şeylerin bir
arada bulunmalarının sıklığına veya seyrekliğine göre değişirler.
-Ahlaki yargılar farklı hayat
tarzlarına, alışkanlıklara, yasalara, inançlara bağlı olarak farklıdırlar.
Agrippa’ya mal edilen
argümanlarda ise bu sayı beşe iner.
Şüphecilik hakkındaki en önemli kaynak İS 2. Yüzyılda
yaşamış olan Sextus Empiricus’tur.
Aynı zamanda bir hekim olan bu filozof Tarsuslu Herodotos’un
okuluna mensuptur. En önemli özelliği Kuşkuculuk hakkındaki ayrıntıları
günümüze taşımasıdır. Yazmış olduğu Pironculuğun Ana
Görüşleri bu konudaki günümüze ulaşan en önemli kaynaktır.
Sextus Empiricus, felsefecileri üç gruba ayırır.
Dogmatikler, her konuyu bildiklerini ve doğrunun ne olduğunu keşfettiklerini
söyleyenlerdir. Bunlar Stoacılar gibi okullardır. Negatif Dogmatikler ise
Karneades gibi Akademik Şüphecilerdir. Bunlar her ne kadar şüpheci olsalar da
doğrunun ulaşılamaz ve bilinemez olduğunu savunarak bir çeşit dogmatizmin
içinde yer alırlar. Gerçek şüpheciler ise son grubu oluşturur. Kendisinin de
dahil olduğu Pironcu bu şüpheciler gerçeğin bulunamadığını kabul eden ama bunun
hep öyle kalacağı dogmasına da saplanmayan kişilerdir. Onlar gerçek bulunana
kadar şüphe etmeye devam eden ve yargıları askıda tutan kişilerdir.
Görüleceği
gibi bir akım olarak Kuşkuculuk yüzyıllarca felsefe tarihinde kendisine yer
bulmuştur. Günümüzde de şüpheci tutum devam etse de bu bir akım değil bir araç
olarak görülür. Oysa yüzyıllarca Septikler bunu bir amaç olarak görmüşlerdir.
Akademi döneminde felsefenin en önemli akımlarından biri haline gelmiş,
özellikle Platon’un görüşleriyle birlikte öğretilmiştir. Ancak Roma’nın resmi
felsefesi Stoacılık karşısında iyice zayıflamıştır. Ardından değişen dünyada
Hristiyanlık gibi katı doğruları olan ve bir kurtuluş vaat eden din ile felsefe
anlayışlarının karşısında tamamen güncelliğini kaybetmiştir. Şüpheciliğin
yeniden gündeme gelmesi için Rönesans sonrası bilimsel aydınlanmanın yaşanması
beklenecektir.
Yazının diğer bölümleri için tıklayınız: Felsefeye bir bakış-Giriş-
Onur Çoban
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder