Platon

 Felsefeye bir bakış

19. Bölüm Platon

Yazan: Onur Çoban

“İdealar”

             Felsefe tarihinin kuşkusuz en büyük isimlerinden biri Platon’dur. O, hem batı hem de doğu kültürünü sadece felsefe de değil din ve kültür gibi birçok alanda derinden etkilemiş olan tarihteki ender kişilerden biridir. Onun bu başarısına hocası Sokrates ve öğrencisi Aristoteles’te dahil olmuş olup bu üç büyük filozof insanlık tarihinde önemli bir iz bırakmıştır.

             Sonradan göreceğimiz Aristoteles gibi Platon’un felsefesine de “Sistematik Felsefe” veya “Sistem Felsefesi” adı verilir. Bu isimlendirmenin nedeni neredeyse tüm felsefe konularında düşünceler üretmeleri ve bunları tutarlı bir sisteme oturtmalarıdır. Gerçekten de hem Platon hem de Aristoteles felsefe tarihindeki birçok filozofun aksine tek bir konuya değil birçok alana yönelmiş ve buralarda özgün eserler yazmayı başarmışlardır.

            Platon’un hem hayatı hem de felsefesi için en önemli figür kuşkusuz hocası Sokrates’tir. Daha önceki bölümde ayrıntılı olarak incelemiş olduğumuz Sokrates, hem düşünceleri hem de trajik ölümüyle Platon’u derinden etkilemiştir. Bu nedenle Platon’u anlamak için Sokratesi de anlamak gerekir. Kuşkusuz bu iki ismin görüşleri günümüzde iç içe geçmiş ve zaman zaman hangisinin Platon’a hangisinin Sokrates’e ait olduğunu anlamak güçleşmiştir.

             Sokrates hakkında detaylı bilgi için: Sokrates

             Platon M.Ö. 427-428 yıllarında Atina’da doğmuş yaklaşık M.Ö. 348-347 yıllarında ölmüştür. Genel düşünceye göre gerçek adı Aristokles’ti. Ancak geniş anlamına gelen “Platon” ismi omuz-alın gibi uzuvlarının geniş olması dolayısıyla kendisine verilmiştir. Kendisi de bizzat eserlerinde bu adı kullanmıştır. Doğuda ise daha çok “Eflatun” ismi ile anılır.

            

          Platon, Atina'nın en önemli ailelerinden birine mensup olarak dünyaya geldi. Babası Ariston'un soyu Atina'nın son kralı Kodros'a dayanıyordu. Annesi Perictione’un (Periktione) büyük büyük dedesi ünlü kanun koyucu Solon'un yakın dostu (ya da erkek kardeşi) Dropides'ti. Dayısı Kharmidesotuz tiran denilen devirde üst düzey bir yönetici, annesinin amcası ise bu yönetimin en önemli ismi (diyaloglarında da göreceğimiz) Kritias'tı. Diogenes Laertius MS. 3.yüzyılda yazmış olduğu Ünlü Filozofların Yaşamları ve Görüşleri adlı kitaba göreonurcoban.com Solon ile akraba olması onun soyunu tanrı Poseidon’a bağlanmasını sağlamaktaydı. Adeimantos ve Glaukon adlı erkek kardeşleri, Potone adlı kız kardeşi vardı. Oğlunun ismi ise Speusippos’tu.

             Bu soylu ailede büyüyen Platon, çok iyi şartlarda yetişti. Dönemin önemli isimlerinden dersler aldı. Hicivler, şiirler yazdı. Yani dönemin parlak bir genci olarak belki de ileride önemli yerlere gelmek üzere yetiştirildi. Ancak bir şeylerin yanlış olduğunu bir yandan biliyordu. Atina, hem siyasi hem de kültürel açıdan dibe doğru gidiyordu. İşte bu genç adam yirmili yaşlarının başında Sokrates ile tanıştı. Tüm hayatı tüm görüşleri bir anda değişti.

     Ancak kısa bir süre sonra kendisi gibi tüm Atinalı gençlerin hayran olduğu Sokrates, idam edildi. Platon’a göre “tüm insanların en doğrusu” olan Sokrates’in suçsuz yere idam edilmesi tam bir şok etkisi yarattı. Atina’yı terk ederek bir şehir devleti olan Megara’‘ya gitti. Burada Eukleides'den dersler aldı. Bugünkü Libya sınırlarında olan Kirene'ye giderek Theodoros'dan matematik dersleri aldı. Ardından Mısır'a giderek yüzlerce yıllık geçmişi olan matematik ve felsefe teorilerini öğrendi. Hatta İran’a da gitmek istedi ama savaşlar nedeniyle bunu yapamadı. Neredeyse o zaman bilinen tüm dünyayı dolaşarak Atina’ya geri döndü.

Kesin olmamakla birlikte muhtemelen, Atina adına atlı asker olarak savaştı. Ancak felsefe ile olan tutkusu ağır basarak Sicilya’ya gitti. O dönemde en az Yunanistan gibi önemli bir kültür merkezi olan Sicilya’da; Sirakuza şehrinin kralı 1.Dionysios'un yanına gitti. Amacı hem felsefesinin önemli bir noktası olan "filozof-kral" yönetimini sağlamak hem de yine Sicilya’da bulunan Taranto şehrinin filozof yöneticisi Arkhytas'ın yanında bulunmaktı. Ancak Sirakuza kralının "işlerine fazla karışması" ve Platon’un takdirini kazanmış olan kralın akrabası Dion'un tahta geçme arzusu nedeniyle ülkeden gönderildi.

 Hayal kırıklığıyla evine deniz yoluyla dönen Platon, yolda Atina ile savaş halinde olan Aegina adasına uğrar ve yakalanıp köle yapılır. Köle olarak satılacağı sırada biri onu tanır ve bedeli ödeyerek serbest kalmasını son anda sağlar. Atina'ya geri dönerek bir okul açmaya karar verir. Günümüzde akademi isminin de geldiği ünlü okulu Akademia'yı kurar.

 


Uzun bir süre dönemin en kaliteli eğitimi verilen bu okulda ders verdikten sonra artık tüm dünyanın tanıdığı bir filozoftur. Ancak tam bu sırada 1.Dionysios’un öldüğü öğrenir ve Dion'un çağrısıyla yeniden İtalya'ya döner. Ancak yine işler umduğu gibi olmaz. Yeni kral 2.Dionysios, babası gibi, iktidarını kısıtlayan felsefi söylemlerden hoşlanmaz. Dion'u tahta çıkmasında yardımcı olma ihtimaline karşı da Platon'u esir eder. Bir süre sonra serbest kalan Platon, Atina’ya geri döner.www.onurcoban.com

 5 yıl sonra bir kez daha Sicilya’ya geri döner. Yine ikinci yolculuğundaki olaylar tekrarlanır. Sözünü krala dinletemez ve yine göz hapsine alınır. Onu hep koruyan Arkhytas'ın çabalarıyla Atina’ya geri döner. Sirakuza tiranlarının hayalindeki filozof-kral olamayacağını anlayan platon, Dion'la buluşur. Dion'un tahta geçmesi için ona destek verir ancak bu darbe başarısızlıkla sonuçlanır ve Dion öldürülür. Yönetimde söz sahibi olma şansı tamamen yok olur.

 Hayatının sonuna kadar okulunda ders vermeye ve günümüze kalan eserlerini yazmaya devam eder. Onlarca ünlü filozof yetiştirir ki belki de en ünlüsü Aristoteles'tir.

 Görüleceği üzere oldukça hareketli bir yaşamı olmuştur. Birçok filozofun aksine sadece teorik olarak düşünce alanında çalışmamış, pratik anlamda da düşüncelerini hayata geçirmek için girişimlerde bulunmuştur.

 Platon oldukça üretken bir yazardı. Çok sayıda eser yazmış olup bunların önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserler felsefe yönünden oldukça doyurucu olmakla birlikte edebi anlamda da birer başyapıttır. Örneğin hocasının idamını anlattığı Sokrates’in Savunması adlı diyalog hem geniş kitlelerin kolayca okuyabileceği bir felsefi eser hem de antik dönemin en önemli edebi yapıtlarından biri olarak görülür. Dilinin basit ve anlaşılır olması bu açıdan dikkat çekicidir.


         Platon, eserlerini yazarken aynı hocasının gerçek hayatta yapmış olduğu gibi diyalog yöntemini benimser. Sokrates’in insanlarla konuşarak onların bir nevi açıklarını bulması ve aslında bildiklerini inandıkları şeyi bilmediklerini göstermesi, Platon’a da ilham kaynağı olmuştur. Edebiyatta diyalog olarak geçen bu yazım şeklini başarılı bir biçimde kullanan Platon, kitaplarında başrolü genellikle hocasına verir. Sokrates diyalektik bir yöntemle tartışmadaki görüşleri soru cevapla kanıtlama ve çürütmeye çalışır. Kimi zaman Sokrates’in kendi düşüncelerini kimi zamanda kendi düşüncelerini Sokrates’in ağzından okuyuculara aktarır. Hem hocasına duyduğu saygı hem de onun trajik ölümünü kabul edememesi nedeniyle bu yöntemi izlediği düşünülmektedir. Ancak burada hangi eserlerin Sokrates’in orijinal düşünceleri hangilerininonurcoban Platon’un düşünceleri olduğu sorunu çıkar. Genel kabul gören düşünce, Platon’un gençlik döneminde yazdığı eserlerin Sokrates’in görüşlerini ilettiği, ileriki yıllarda yazdığı eserlerin ise kendi görüşleri olduğudur. Gerçekten de Platon’un felsefesindeki değişim bu durumu haklı çıkarır. Gerçek ne olursa olsun en çok kabul edilen konu, Platon’un yazmış olduğu “Sokrates’in Savunması” eserinin Sokrates’in görüşlerine en yakın olduğudur. Sokrates’in duruşmadaki savunmasını anlatan bu diyalogla beraber aynı konuyu anlatan Euthyphron, Kriton ve Phaidon neredeyse bir bütünlük oluşturur.

 Genellikle eserleri farklı sınıflandırmalar olsa da yaklaşık şu şekilde sınıflandırılır:

 -Gençlik: Sokrates’in Savunması (Apologia), Kriton, Euthyphron, Lakhes, İon, Protagoras, Kharmides, Gorgias, Küçük Hippias, Büyük Hippias, Lysis

-Olgunluk: Devlet (Politeia/Republic), Şölen (Symposion), Phaidros, Euthydemos, Meneksenos, Kratylos, Menon, Phaidon

-Yaşlılık: Parmenides, Theaitetos, Sofist, Devlet Adamı (Politikos), Timaios, Kritias, Philebos, Yasalar (Nomos),

 Ayrıca hayatı hakkında detaylı bilgi aldığımız Mektuplar vardır. Bunun dışında bu sınıflandırmaya girmeyen ve orijinalliği şüpheli olan birçok eser bulunur. (Birinci ve ikinci Alkibiades, Epinomis, Axiochus…)

 Platon’un düşünceleri oldukça özgün argümanlar içerse de, bunların bazı arka planları olduğu da bir gerçektir. Tüm felsefi sistemi olmasa da etik ve ahlak sorunları ve hayata bakış açısında da kuşkusuz Sokrates’in payı vardır. Ayrıca Parmenides hatta Herakleitos’un da üzerinde etkin olduğu bir gerçektir. Ancak Pythagoras (Pisagor) ve onun izinden giden kişilerin matematiğe verdikleri önem ve mistik Orpheusçu öğretileri ile olan ilişkisi dikkat çekicidir.

Herakleitos

Parmenides

Pythagoras

Platon’un felsefesinin temelini idealar öğretisi içerir. Bunu anlatmak için yine kendisi çok güzel bir anlatıya başvurur. Mağara Alegorisi olarak bilinen benzetme şu şekildedir.

Uzun bir girişi olan mağara düşünelim. Bu mağarada, sırtlarını çıkış yönüne dönen insanların var olduğunu hayal edelim. Bu insanların elleri ve vücutları zincirlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Hareket edemezler sadece önlerindeki mağaranın duvarını görürler. Hayatları boyunca bu şekilde yaşamışlardır. Şimdi bu insanların arkasında (çıkış yönüne doğru) bir duvar veya perde olsun. Perdenin hemen ardında ise büyük bir ateş… Bu perdenin önünden, sanki bir karagöz oyununda olduğu gibi insan, hayvan, eşya veya dünyada gördüğümüz tüm nesnelerin hareket ettiğini ve arkalarındaki büyük ateş nedeniyle bunların gölgelerinin karşıdaki (insanların önündeki) mağara duvarına düştüğünü varsayalım. Aynı Karagöz-Hacivat oyunundaki gibi mağara duvarına, arkadaki perdenin önünden geçen nesneler yansıyacaktır. Zincirlenmiş olan insanlar arkada olup biteni asla bilemezler. Onlar karşılarındaki gölgeler dışında hiç bir şey bilmemektedirler. Onlar için bu gölgeler “gerçek” ve tek “doğru” olan şeydir. Onlarla iletişime geçmek imkansızdır ama eğer mümkün olsaydı duvardaki bu gölgelerin gerçek olmama ihtimaline bile inanmayacaklardır.

 

Platon anlatıya devam eder. Eğer bu insanlardan biri zincirlerinden kurtulmayı başarır tüm bu perde/ateş oyununu görürse hatta mağaradan çıkıp gerçek dünyaya çıkarsa ne olur? Elbette ki hayatı boyunca güneşi görmeyen bu insanın gözleri kamaşır hatta acı çeker. Gözleri mağara gölgeleri dışındaki nesneleri görmekte önce zorluk çeker ama sonra alışır. Peki, mağaraya geri döner ve diğer insanları uyarırsa ne olur? Diğer insanlar ona inanmayacaklar, onun deli olduğunu düşüneceklerdir. Hatta özgürlüğü görmüş olan insan daha da ısrar ederse onu düzen bozucu ilan edecekler belki de onu şiddetle yok etmeye çalışacaklardır. Çünkü mağara gölgesi gerçekliğine inanmış olan insanlar için, dış dünya bir yalandan ibaret hatta belki de kendi inançlarına hakarettir.

 Bu anlatı popüler kültürde de çok sık karşılaştığımız (ki ilk akla gelen Matrix filmi) bir konudur. Bu dünyanın gerçek olmadığı aslında farklı bir gerçekliğin var olduğu, bu gerçekliğe ulaşmanın zor olduğu hatta başarılırsa diğer “mahkumların” buna karşı çıkacağı fikri çarpıcıdır. 

 Platon, mağara anlatısında aslında İdealar kavramına da giriş yapar. Oldukça derin bir konu olsa da kısaca bu teori şöyleydi. Platon bu dünyada gördüğümüz somut şeylerin aynı mağarada olduğu gibi birer gölge olduğunu düşünüyordu. Evet, bu dünya gerçekti ama en ideal olan değil. (İdeal kavramının günümüzde kullanımı burada ilginçtir) Platon aynı mağara dışındaki dünya gibi farklı bir yerde bulunan bir gerçekliğe de inanıyordu. Ona göre örneğin bir kedi, bir masa veya kavram olarak iyilik, güzellik soyut bir biçimde vardı. Tüm nesne ve kavramların bu soyut gerçekliğine idea adını veriyordu. Bu idealar, en uyumlu en düzgün ve en mükemmel olandı. Yani mutlak bir “iyilik” kusursuz bir “kalem”, hatasız bir “eşya”... Ancak gördüğümüz yani fenomenler (görüngü) dünyasında bu idealar yoktur. Örneğin kusursuz bir masa bulamayız. Veya iyilik derken tüm inşalar aynı şeyi mi kast eder? Bir insan için “güzel olan” bir başkası için “çirkin” olabilir. Oysa “güzellik” kavram olarak “mutlak güzeli” tanımlar. Bunun göreceli olmaması gerekir. Doğada ise bu tanımların yüzde yüz uyduğu bir durum söz konusu değildir. İşte Platon burada idealar kavramını yaratır. Ona göre olması gereken kavramlar kusursuz olmalıdır ancak bu dünyada bu mümkün değilse kısaca şu sonuca varır.wwwonurcoban.com Farklı bir yerde (belki başka bir dünyada) soyut idealar vardır. Bu dünyadaki şeyler ise o ideaların benzerleri/gölgeleridir. Bazen bu ideaya çok yakın bazen uzaktırlar. Tüm nesneler o kusursuz ideaya ulaşmaya çalışır ama bu imkansızdır. Böylelikle idealizm denilen bir düşünce akımının tohumları atılır. Aynı şekilde ikili dünya anlayışı, gerçekliğin belki de önemli olanın bu dünya olmadığı inancı hatta birçok dinde var olan çeşitli görüşlerin izlerini bulmak mümkündür. (Daha sonra göreceğimiz üzere özellikle Hristiyanlık Platon’a çok şey borçludur) Bu idealizme karşı ortaya çıkan materyalizm de, felsefenin başka bir ana akımı olacaktır.

 Aslında birçok antik filozofta olduğu gibi Platon’da soyut kavramına çok yakın değildi. Günümüzde ideaları tamamen soyut olarak hayal edebilsek de Platon’da bu çok belirgin değildir. Bugün anladığımız anlamda soyutluk kavramı henüz antik Yunan dünyasında yoktu. Bu ideaların aklımızın bir parçası, insan zihninde bulunan bir şey diye tanımlamak o çağa göre pek mümkün değildi. Ancak İdeaların madde olmadıkları için uzay-zamanda bir yer işgal etmeleri de mümkün değildir. Yüzyıllar sonra Yeni Platonculuk anlayışında özellikle bu akımın en önemli temsilcisi Plotinos’da bu soyutluk daha belirginleşecekti.

 Platon’a göre idealar ebedi ve ezelidir. Oysa dünyadaki benzerleri yok olabilir. İdealar değişmezdir. Çünkü onlar tam da olması gerektiği gibidir. Aristoteles’e göre bir değişim unsuru olan harekette bu kapsamda olduğundan idealar hareket etmez, yer değiştirmezler. Özel olarak bir bireyin veya bir nesnenin ideası yoktur. Yani Onur'a ait bir idea yoktur. İnsan ideası vardır. Aynı şekilde bahçedeki ağacın değil genel olarak ağaç ideası vardır. Platon’un üzerinde durduğu bir başka konuda her şeyin bir ideası olup olmadığıdır. Onun felsefesine göre idealar mükemmel ve doğru şeylerdir. Bu onların “iyi” bir şey olmasını zorunlu yapar. Peki, kötülük, çirkinlik ideaları var mıdır? Bunlar da birer kavram olsa da özü itibariyle iyilik ve kusursuzluğu içermez. Bir idea doğası gereğince kötü olamayacağına göre bu tarz varlıkların ideası olamaz. Ancak bu konu günümüzde de hala tartışılan bir konudur.

         Platon, hocası Sokrates gibi (bu görüş biraz iç içe geçmiştir) demokrasiye karşıdır. Ona göre alanında en iyi kişiye en iyi olduğu yetki verilmelidir. Nasıl bir kaptan varken ayakkabıcı geminin kontrolüne geçmezse, devleti de bu konuda uzman olan kişilerin yönetmesi gerekmektedir. Kısaca Platon, sadece bilge bir yöneticinin yani filozof bir kralın başta olmasının en iyi olduğunu düşünür. Tabi önemli olan bu kişinin gerçekte olup olamayacağıdır.

 


Platon idealar kavramını günlük yaşama yani devlete de uyarlar. Ona göre “ideal” devlete ulaşmak önemlidir. Hayatında birçok girişimi bunun için yapmış ancak başarılı olamamıştır. Zamanla bu ideal devletin mümkün olmadığını görecek ve siyaset felsefesinde görüşlerini biraz değiştirecektir. Devlet, Devlet Adamı ve Yasalar kitaplarında bu değişim göze çarpar. Kuşkusuz en önemli eseri ve belki de tarih boyunca en çok okunan eserlerden biri olan Devlet, Platon’un temel siyaset felsefesi için ilk kaynaktır. Ancak zamanla bu görüşleri biraz yumuşatarak Devlet Adamı’nı yazar. Yaşlılığında ise Yasalar’da bu çizgiyi sürdürür. Ancak bilinmelidir ki Yasalar, Platon’un ölümünden sonra yayınlanmış ve filozofun son kontrolünden de geçmemiştir. Genel olarak bu üç kitapta da Platon çiftçiler, askerler, yöneticiler gibi farklı sınıfların olduğu bir toplum hayal eder. Ona göre her sınıf en iyi olduğu işi yapacak bu sayede devlet kusursuz bir biçimde işleyecektir.

 Platon, toplumların zorunlu olarak devletlere ihtiyacı olduğunu düşünür. Çünkü o zamanki ülkeler olan “şehir devletleri” (siteler) büyüdükçe, ticaret, kültür gibi konular gelişmiş, ülkeler arası yayılmacılık ve savaşlar ortaya çıkmıştır. Artık insanın doğada bireyler veya küçük gruplar halinde yaşama şansı kalmamıştır. Bu nedenle devletler kurulmuştur. Ancak bunların çoğu iyi bir devletin olması gerektiğinde çok uzaktadır. İleride görüleceği gibi Aristoteles var olan devlet yönetimlerini daha detaylı sınıflandırmakla birlikte, Platon’a göre de iyi ve kötü devlet yönetimleri şöyledir:

  4 farklı kusurlu yönetim vardır. İçlerinde iyiye en yakın olan Timokrasi (Timarşi) bir çeşit aristokrasiydi. Bu aristokraside iyi eğitimli bir yönetici varsa bile bir sınıfın giderek zenginleşmesine ve bu sayede güçlenmesine engel olamayacaktı. Bu da Oligarşi yönetimine neden olacaktı. Oligarşi zengin bir azınlık sınıfının yönetimiydi. Bu devlette, azınlık her zaman kendi çıkarları için büyük kitleleri ezecekti. Bu nedenle de bir isyan bir devrim gerçekleşecek ve çoğunluğun yönetimi olan Demokrasi doğacaktı. Platon’a göre Demokrasi, günümüzdeki gibi olumlu bir şey olarak görülmez. Ona göre, herkesin eşit olduğu bu yönetimde herkes her istediğini yapmakta özgür olacaktır. İstemeyen savaşmayacak istemeyen yönetime katılmayacaktır. Herkesin tüm görevlere gelmesinin yolu açıktır. Ancak bu da işin ehli olmayan kişilerin önemli görevlere gelmesinin önünü açar. Vasıfsız insanların toplum için önemli işleri yapmaları giderek bir kaos oluşturur. Zamanla demagoglar, dalkavuklar önem kazanır. En sonunda da popülist yöneticilerin ortaya çıkmasıyla Tiranlık ortaya çıkar. En kötü yönetim olan Tiranlıkta halk için baskı uyguladığını söyleyen bir lider vardır. Bu tiran düzeni sağlamak için kanunlara uymaz, karşı çıkanları askeri güçle yok eder. Artık ona karşı çıkmak imkansızdır.onurcoban.com

 Devlet Adamı kitabında ise yasalara yaptığı vurgu nedeniyle yeni bir sınıflandırmaya gider. Eğer başta tek bir kişi var ve yasaya uyuyorsa bu krallıktır. Tek bir kişi var ve yasaya uymuyorsa Tiranlıktır. Başta bir azınlığın olduğu yönetimlerden, yasa uyanlar Aristokrasi, uymayanlar Oligarşidir. Çoğunluğun yönetimi demokrasidir. Bunda da yasaya uyma ve uymama durumu vardır. (Platon bu iki demokrasi devletine ayrı isim vermez ancak ileride Aristoteles, çoğunluğun kötü yönetimine demokrasi, iyi yönetimine Siyasal/anayasal yönetim adını verir) Genel olarak bu kitaba göre yasaya uyan devletler daha iyidir.

 

Platon ideal bir devlet öneriyordu. Her ne kadar bir umudu olsa da, kendisi de bu ideal devlete ulaşılamayacağının farkındaydı. Ama ondan hiç söz etmemek doğru değildi. Önemli olan ideal devlete en yakın şekilde yaşamaktı. Devlet, adlı eserinde bu ideal ülkeyi ilk kez bir ütopya şeklinde sundu. Ki sonraki yüzyıllarda bu ütopya anlayışına birçok yazar da katıldı.

 İdeal ülkenin başında bir filozof kral olmalıydı. Bu filozof kral, 30 yaşında eğitilmeye başlanacak ve 50 yaşına gelinceye kadar eğitimi sürecekti. Hem beden hem ruh eğitiminin yanıonurcoban sıra idealar konusunda da kuşkusuz mükemmel bir bilgiye sahip olacaktı. Sonunda öyle bilge bir kişi olacaktı ki devlet için doğru kararları veren bir şahıs haline gelecekti. Bu filozof kralın gerçek olup olamayacağına göre zaman içinde farklı görüşler ortaya sundu.

 Devlet’e göre ülkede 2 tür ana sınıf olmalıydı. Yönetenler ve yöneticiler... Yönetilenler; köylü, çiftçi, işçi gibi üretimi sağlayan sınıflarla birlikte; esnaf, tüccar gibi orta sınıfları kapsıyordu. Yöneticiler ya da diğer isimlendirmeyle koruyucular ise, memurlar, üst düzey yöneticiler ve askerler gibi kişilerdi. Ona göre bu sınıfsal ayrım zorunluydu. Ancak günümüzden bakıldığı gibi despotik bir anlayışla bunu söylemedi. Ona göre nasıl bireyler kendi bildikleri iş dışında bir iş yapmazlarsa, sınıflarda bu şekilde davranmalıydı. Her sınıf kendi görevlerini yapmazsa toplumsal düzen bozulacaktı. Ayrıca burada belirtilmelidir ki Platon’un hayalini kurduğu bu ütopik devlette sınıflar arası geçiş mümkündü. Ona göre bir çocuk zor da olsa başka bir üst sınıfa çıkabilir veya aşağı inebilir. Platon için önemli olan bireyler değil tüm toplum ve devlettir. Örneğin yönetici bir sınıfa ait çocuk doğuştan yönetici olması zorunlu değildi. Onu yönetici yapacak şey kanı değil “yüksek ruhu” ve “erdemli” olmasıdır. Koruyucu sınıfına ait bir çocuk, yönetilen sınıfa geçebileceği gibi, alt sınıftan da üst sınıfa yükselme mümkündü.

 Bu ütopik devlette en önemli konulardan biri eğitimdir. Hem beden hem de müzik eğitimine büyük önem verilir. Çünkü Platon, sadece bildiğimiz klasik eğitim dersleri değil (ki matematik başta olmak üzere buna zaten çok önem verirdi) hem sağlam bir vücut hem de sağlam bir ruha sahip olunması gerektiğini savunuyordu. Özellikle ruhun bedenden önce gelmesi nedeniyle, ruhun eğitilmiş olması bir zorunluluktu. Ayrıca tüm koruyucu sınıfı içerisinde yasaları koyacak ve onları uygulayacak “üst düzey” yöneticilerin eğitimine daha da önem verilmeliydi. Onlar birer filozof gibi yetiştirilmeli tüm bilimler hakkında üst düzey bilgi sahibi olmaları gerekliydi.

 Platon; özel mülkiyet ve zenginlik konularına mesafelidir. Onun ideal devletinde özellikle koruyucu sınıfının mal mülk sahibi olmaması gerekmekteydi. Eğer yöneticiler zenginleşirse değer yargılarını kaybederler. Yöneticilik görevinin para için değil toplumun düzeni için yapılması gerekmektedir. Bu nedenle yöneticilerin sadece hayatlarını sürdürebilecek kadar maaş almaları gerekir. Bu düşünce tarih boyunca var olmuş yöneticilere büyük tezat oluşturmaktadır. Kendi konumu itibariyle eğer bu ideal devlet var olsaydı Platonun da servet sahibi olmasının önü kapanacaktı. Bu açıdan düşünceleri dürüstçeydi. Platon sadece yöneticilerin değil tüm toplumun aşırı zengin veya aşırı fakir olmasına karşıydı. Eğer böyle bir ekonomik uçurum olursa o devletten kargaşa yaşanacaktır. Ancak yine de yönetilenlerin mülkiyet hakkına karşı değildir. Toplumun çoğunu oluşturan bu sınıfın evi ve iş yerleri olabilir. Ancak yöneticilerde olamaz. Yöneticiler hep birlikte oturdukları evleri ve sofraları olacaktır. Bu açıdan sanki devlete hizmet eden bir komün yaşamı öngörür. Yasalar diyaloğunda ise hiç kimse kişisel olarak altın ya da gümüş para sahibi olamaz ama günlük alışverişlerde madeni para kullanabilir (742a). Yasalar’da  “Hiç kimse benden izin almadıkça, elden geldiğince benim malıma dokunamaz, en küçük parçasını kımıldatamaz” olarak genel bir kural konmasını savunur. (913a)


 Platon’un yaşadığı döneme bakıldığında, demokrasi ile yönetilen ülkelerde bile kadınların ikinci sınıf vatandaş olduğu gözükmektedir. Bu demokrasilerde belli bir yaş grubundaki erkekler oy verebiliyorlardı. Oysa kadınların böyle bir hakkı yoktu. Bu dönemde Platon’un –o dönem şartlarına göre- kadın erkek eşitliğine inanması dikkat çekicidir. Kadınlarda, erkekler gibi iyi bir eğitim almalı ve devlet için gerekli görevlere gelmeliydi. Hatta Sparta için normal olduğu gibi, kadınların erkekler gibi çıplak bir şekilde jimnastik eğitiminden geçmeleri doğaldı. Bu durum, Platon zamanında da, Sparta dışında, radikal bir görüştü. Kadın ve erkek doğal olarak farklılıklar barınsa da özünde birer insandır. Platon’a göre fiziki farklılık nedeniyle birebir aynı işleri alamasalar da, kadınları değerlendirmemek büyük bir insan kaynağı israfıdır.

 Bu devlette, aile devletin yönetiminde olacaktır. En iyi anne babaların en iyi çocuklar yapabilmesi için gerek seçilim gerekse kura ile devlet bunu kontrol edecekti. Sağlıklı ve doğuştan yetenekli çocukların doğması için gerekli anne baba uyumunun sağlanması devletin göreviydi. Hatta çocukların eğitimini devlet üstlenecek, çocukların kendi anne babalarını tanımamaları sağlanacaktı. Çocuklar tüm kadın ve erkeklerin çocuklarıydı. Onlar herkesin kardeşiydi. Tüm toplum bir aile gibi davranacaktı.  

 Platon sanata karşıdır. Ona göre bu dünya zaten gerçeğin taklididir. Sanat eserleri ise bu taklidin taklidini üretir. Örneğin bir ağaç resmini düşünelim. Ağaç ideası gerçektir. Ama bizim gördüğümüz ağaç bu gerçeğin bir kopyasıdır. Bu ağacın resmini çizersek aslında kopyanın kopyasını yapacağız. Bu da gerçeklikten iyice uzaklaşmak anlamına gelir. Platon, gençliğinde yazmış olduğu birçok oyun ve şiiri yakmıştır.

 Platon, Sofistlerin parayla felsefe öğretme yöntemine karşıydı. Ona göre felsefeyi bir şekilde para ile satmak gurur duyulacak bir davranış değildi. Sokrates’in ağzından neredeyse tüm eserlerinde Sofistleri eleştirmiş, hatta onları gülünç duruma düşürmüştü. Aynı şekilde görüşlerinden etkilense de Pythagorasçı okul anlayışına da karşıydı. Bu okullar gizli daha kapalı bir öğretimi benimsiyorlardı. Oysa Platon’un Akademisi herkese açıktı. Öğrencilerden ücret alınmazdı. Sadece biraz da matematiğin önemine verdiği vurgu ile okulun kapısında “Geometri bilmeye buraya girmesin” yazdırmıştı.

 Platon, Tanrıları kabul ederdi. Örneğin Yasalar’da güneşin bir Tanrı olduğunu kabul etmemeyi akılsızlığın son noktası olarak görür. (899b) Ünlü sofist Protagoras’ın aksineHer şeyin ölçüsü insan değil Tanrı’dır” der. Onun inancına göre Tanrıları doğru, adil ve en iyi olarak kabul etmek gerekirdi. Bu nedenle onların kusurlarını gösteren veya zaaflarından bahseden eserler ideal devlette olmaması gereken bir konudur. Birçok Yunan Mitolojisinde Tanrıların bu tarz zaafları yer alır. Bu durum Tanrıların doğal iyiliğine tezat oluşturur. Platon bu yüzden bu eserlerin hiç üretilmemesini var olanların da yok edilmesi gerektiğini savunur. Bu durum doğal olarak akıllara sansür konusunu getirir. O bu tarz bir sansür anlayışına karşı değildir. Çünkü bu doğaldır.

 

Zaman geçtikçe Platon, Devlet’teki görüşlerini biraz yumuşatır. Devlet Adamı’ında yasa kavramını vurgular. Her ne kadar yasa koyucu yasanın üstünde olsa da (çünkü o kusursuz bir filozof-kraldır) diğer herkesin üstünde olan bir yasa anlayışı vardır. Kusursuz bir filozof kralın olmama ihtimali Platon’u düşündürmüştür. Çünkü bu kadar mükemmel bir yönetici her zaman olamaz. Olsa bile her konuya yetişemez. Ya da ölümü sonrası hemen kendisi gibi biri çıkamaz. Bu nedenle toplumun gelişimine göre değiştirilebilir olan ancak genel kuralların konulduğu bir yasa olmalıdır. Yasalar kitabında ise yasayı hükümdarın da üstüne yerleştirir. Ayrıca birçok konuda ayrıntılı sayılar verir. Örneğin ev sayısının her zaman 5040 olması gerektiği, meclisin 360 kişi olması, düğünlerde her iki tarafında çağırdığı arkadaş sayısının 5’i geçmemesi gibi… Ayrıca işlenecek suçları ve onlara verilecek cezaları da tek tek açıklar.

 Platon’un özellikle Devlet kitabı felsefe tarihi içinde önemlidir. Onun idealizme yaptığı bu başlangıç birçok düşünürü de etkilemiştir. Her ne kadar çok farklı temel argümanları olsa da 20. Yüzyıldaki totaliter faşist ve sosyalist yönetimlerle ilgili bazı noktaları buralarda bulmak mümkündür. Rousseau’nun birçok görüşünün ardından Platon’u bulmak ilginçtir.

 Platon’un düşünceleri sadece felsefe de değil dinde de etkili olmuştur. Özellikle Hristiyanlığın ilk ortaya çıktığı yüzyıllarda Yunanca en önemli kültür dilliydi. Platon’un felsefesi de özellikle Anadolu ve Ortadoğu’da önemli bir yer tutuyordu. Ortodoks Hristiyan inancı ile Platon’un düşüncelerinin benzerliklerinin kaynağı aslında buydu. İlk Hristiyan düşünürlerinin çoğu kendi görüşleri ile Platon’un görüşlerinin uyumuna hatta benzemesine özellikle dikkat çekmişlerdir. Zaten tarihsel süreçte görüldüğü gibi Anadolu kökenli birçok mitin Hristiyanlığa geçmiş olması da bu süreci destekler. Örneğin Kriton, diyalogunda Sokrates şöyle der: “Bir insan ne eğrilik etmeli ne de bir kötülük görse bile herhangi birine kötülükle karşılık vermemeli.” Bu söz ile Hz İsa’nın öğretilerinin kesiştiği gözükmektedir. Aynı şekilde Sokrates ve Platon’un görüşleri Stoacılık ve Yeni Platonculuk’u direkt etkilediği de bilinir. Stoa Felsefesinin ahlak anlayışı ve Yeni Platonculuğun birçok argümanı ortaçağ boyunca ileride oluşacak Hristiyan Felsefesinin temelini oluşturacaktır. Ortaçağda Platon ve Yeni Platoncu Plotinos’un neredeyse “Hristiyan olmayan birer Aziz” mertebesine çıkarılması ilginçtir. Aynı şekilde İslam Dünyasında yaşanan felsefi gelişmelerde de birçok İslam Filozofu Platon’a çok şey borçludur.

 Bu derece bir etkileşim belki de sadece öğrencisi Aristoteles’e nasip olmuştur. Platon ve Aristoteles, düşünce tarihi boyunca soyut-somut, akılcı-deneyci, idealizm-materyalizm hatta belki de sağ-sol gibi birbiriyle mücadele halinde olan birçok akıma öncü olmuşlardır.

 Son olarak ünlü matematikçi ve filozof Alfred North Whitehead’ın ünlü sözünü hatırlayalım: “Bütün Felsefe tarihi Platon’a düşülmüş dip notlarından ibarettir.”

Platon'un ölümünden sonra kurmuş olduğu Akademinin başına Speusippos geçer. Ardından ise Ksenokrates (Xenocrates), Polemon ve Krates başkanlık etmiştir. Bu dönemde Akademi daha çok Platon'un görüşlerini koruma eğiliminde olmuştur. Ayrıca her şeyi matematiğe indirgeyen anlayışı daha da artırmışlardır. Bu matematik anlayışının fazla olduğunu düşünen Aristoteles'de okuldan ayrılarak kendi okulu "Liseyi" kurmuştur. Yüzlerce yıl boyunca Platonculuğun en önemli eğitim kurumu olan Akademi, ilginç bir biçimde zamanla Septizmin (Kuşkuculuk, Şüphecilik) merkezi olacaktır. Septiklerin Akademi Dönemini temsil eden bu dönemde, Akademinin başında bulunan veya ona dahil olan önemli filozoflar Arkesilaos, Karneades, Kleitomakhos, Larissalı Philon gibi isimlerdir. Ayrıca Askalon’lu Antiokhos gibi isimler ise Akademi ile Stoacılığı birleştirmeye çalışmışlardır.

    Orta Platonculuk denilen dönemde ise Platon'un görüşleri Yeni Platonculuk öncesi din ile felsefenin sentez çabalarını gösterir. Yahudi Philon ve Plutarkhos gibi isimler bu dönemin önemli isimleridir. Daha sonrasında ise Plotinos gibi Yeni Platoncu filozoflar Platon'un görüşlerini geliştirerek sürdürür.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...