sofistler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sofistler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Stoacılık

  Felsefeye bir bakış

27.Bölüm: Stoacılık

Yazan: Onur Çoban
www.onurcoban.com

Krallardan kölelere kadar geniş bir kitlesi olan Felsefe…

      Helenistik Felsefenin Septikler ve Epikurosçular’dan sonraki bir diğer önemli okulu Stoacılıktır. Adeta Roma İmparatorluğunun resmi felsefesi haline gelmesi ile diğer iki okuldan daha etkili olmuş denebilir. Özellikle sonradan HristiyanFelsefesine katmış oldukları ve günümüzde dahi etik alanında hala popüler olması Stoacılığın önemini artırmıştır.

 Stoa felsefesi M.Ö. 300 yıllarında ortaya çıkıp M.S 200’lü yıllara kadar etkisini sürdürerek oldukça uzun bir dönem popülerliğini korumuştur. Bu uzun sürede doğal olarak bazı noktalarda değişim göstermiştir.



 Stoa Felsefesi genellikle 3 döneme ayrılır. İlk dönemde Stoacılığın kurucusu olan Kıbrıslı Zenon, Kleanthes ve Khrysippos; orta dönemde Panaitios, Posidonius (Poseidonios) ; son dönemde ise Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius gibi isimler ön plana çıkar. Roma döneminde yaşayan Epiktetos’un bir köle, Marcus Aurelius’un ise İmparator olması bu felsefenin ne kadar geniş bir kitleyi kapsadığının en güzel örneğidir.

 Ne yazık ki Roma döneminden önceki Stoacıların eserlerinin çoğu kayıp durumdadır. Daha önceki bölümlerde olduğu gibi Diogenes Laertius ve Cicero sayesinde onlar hakkında ayrıntılı bilgiye sahibiz. Ayrıca Septik Sextus Empiricus’un da eserlerinden oldukça bilgi edinmekteyiz.

 Stoacıların kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. İ.Ö. 332yılında Kıbrıs’a doğan Zenon daha sonra Atina’ya taşınmıştır. Anlatıldığına göre burada bir kitapçıda Ksenophon’un Sokrates hakkında yazdıklarını görür ve felsefeye ilgi duymaya başlar. Kitapçıya “bu felsefecileri nerede bulabileceğini” sorar. Kitapçı o sırada oradan geçmekte olan Kinik Okulu mensubu Krates’i gösterir. Krates’in peşine takılan Zenon onun öğrencisi olur. Ancak Kiniklerin “abartılı” davranışlarına tam anlamıyla katılmaz. Ardından Platon’un Akademisinin başında olan Stilpon, Ksenokrates ve Polemon’un derslerine katılır.www.onurcoban.com

 Sonunda kendi okulunu kurar. Ders verdiği yer bir sundurmanın (Stoa) altıydı. Bu nedenle ona ve öğrencilerine Stoacılar denmeye başlandı. İslam Felsefesinde Revak kelimesi nedeniyle Revakiyyun (Revakiye) olarak anılmaları da bu yüzdendir. Atina’da oldukça popüler olan Zenon’u Büyük İskender sonrası hükümdarlardan biri olan Antigonos’da takip ediyordu.

 Kleanthes, Kıbrıslı Zenon’un ölümünden sonra okulunun başına geçen önemli, bir filozoftur. Assoslu olan Kleanthes, yaklaşık İÖ 331-İÖ. 233 yılları arasında yaşamış ve Atina’da hayatını kaybetmiştir. Oldukça güçlü ve eski bir boksör olduğu söylenen bu filozofun gündüzleri su kuyularından su çekerek hayatını kazandığı geceleri ise Zenon’un derslerine devam ettiği belirtilir.

 Khrysippos, Kilikya bölgesinde doğan ve uzun mesafe koşuculuğu gibi atletik özellikleri olan bir Stoacı Filozoftur. İlk dönem Stoacılar içinde en önemlilerinden biri olan Khrysippos, para kazanmak için yaşamayı gülünç bulur. Ona göre yaşamak, haz duymak gibi şeyler önemli değildir. Bu nedenle para kazanmaya da çalışmak saçmadır 




Khrysippos, Septik Arkesilaos’un derslerini dinlemiş ancak bu görüşleri beğenmemiştir. Hocaları Zenon ve Kleanthes’in kuramlarını daha da geliştirmiş adeta okulun ikinci kurucusu olmuştur. Yüzyıllar boyunca “Khrysippos olmasaydı, Stoacılık olmazdı” görüşü Felsefe Tarihinde hakim bir söz olmuştur. Diyalektik konusunda en önemli isimlerden biri haline gelmiş, mantık alanında çalışmalarda bulunmuştur. 

Diogenes Laertius, Khrysippos’un 700 den fazla eseri olduğunu söyleyerek oldukça üretken olduğunu vurgular. Bu konuda Epikuros ile adeta bir yarış içine girmiştir. Ancak Epikuros’un kendi konusunda belirttiğimiz gibi Epikuros hiç alıntı yapmazken Khrysippos oldukça fazla alıntı yapar. Bu da eserlerinin hem çok hem de hacimli olmasına neden olur. Öyle ki anlatıldığı üzere Euripides’in Medea adlı eserini neredeyse birebir alıntılayarak kitap yazması, bu eseri okuyan birine ne okuduğunu soranlara, “Khrysippos’un Medeas’sı” cevabını verdiği söylenir. Gülmekten öldüğüne dair söylenti günümüze kadar ulaşması bakımından ilginçtir.

 Babilli Diogenes, özellikle yaşadığı bir gezi ile Felsefe Tarihine geçmiştir. Atinalılar, Roma’ya şehre konan bir cezayı hafifletmek üzere bir heyet gönderir. Bu heyetin içinde dönemin 3 önemli okulu olan Aristotelesçi Lise, Septik ve Platoncu Akademi ile Stoacı Okula ait 3 temsilci de gönderilir. Aristoteles geleneğini Kritolaos, Akademiyi Karneades temsil ederken Stoacılığı Diogenes temsil eder. Bu gezide asıl ilgiyi Karneades çeker. O, ilk gün bir konuyu hararetle savunur ve Romalıların takdirini toplar. Ertesi gün ise ilk gün savunduğunun tam tersini savunur ve yine Romalıların beğenisini kazanır. Bu olay Kuşkucu Felsefenin önemini gösterir. Aynı heyette yer alan Diogenes ise Roma’yı muhtemelen Stoacılıkla ilk kez tanıştırır. 

 Orta Stoacılık olarak bilinen dönem bu akımın roma ile ilişkisi ile başlar. Rodoslu Panaitios yaklaşık İÖ 185 yılında doğar. Roma’ya yerleşmiş ve Stoa Okulun başına geçmiştir. Panaitios erken dönem Stoacıların bazı görüşlerine katılmaz. Özellikle evrensel dönüş kuramını onaylamaz. Bu kurama göre evren sürekli bir yıkım-yeniden kuruluş döngüsü içerindedir. Evren adeta büyük bir yangına maruz kalacak ve küllerinden yeniden kurulacaktır. Bu yüzden aynı insanlar yeniden yaşayacaklardır. Ona göre ruh bedenle birlikte yok olur. Stoacı fizik anlayışından uzaklaşmış ve Platon ile Aristoteles’in görüşleri ile biz uzlaşıma gitmiştir. İlk dönem Stoacılar Erdemli ve Erdemli olmayan diye keskin ayrıma giderken Panaitios erdeme benzeyen şeylerin varlığını kabul eder. Scipio Africanus u etkilediği bilinir. 

Posidonius, İÖ 135- İÖ 50 yılları arasında yaşayan Orta Stoacılık dönemi filozofudur. Rodos’ta kendi okulunu açmıştır. Özellikle Ciceroyu etkilemiştir. Aristoteles gibi coğrafyadan tarihe, Okyanusonurcoban biliminden astronomiye kadar geniş bir ilgi alanı vardır. Roma’nın ayrıntılı bir tarihini de yazan Posidonius, müzik ve şiirle ruhu tedavi etmek gibi görüşler de öne sürmüştür. Ancak en önemli taraflarından biri din ve mistik görüşleri Stoacılıktan dışlamadan bir felsefe yapmasındır. Bu da zamanla Hristiyanlık gibi dinlerin ve Gnostisizm felsefesini etkileyecektir. Panaitios’un aksine Ruhun ölümden sonrada yaşamaya devam ettiğini belirtmiştir. 

Seneca, İ.Ö 4-65 yılı arasında yaşayan Roma tarihinde önemli bir kişidir. Soylu bir sınıfa dahil olan Seneca genç yaşta Felsefeye merak sarmıştır. Ancak bu durum Latin Edebiyatında da önemli bir kişilik olan babasını telaşlandırmıştır. Çünkü dönemin Roma İmparatoru Tiberius felsefecilere karşı düşmanca tavır beslemektedir. Bu yüzden ailesi tarafından bir süre Roma’dan uzaklaştırılmıştır. Senaca geri döndüğünde avukatlığa başlamış ve siyasetle ilgilenmiştir. Konuşma sanatındaki başarısı ile hem dikkat çekmiş hem de iktidara geçen İmparatorların tepkisini çekip sürgüne yollanmıştır 


Sürgünde felsefe ile ilgilen Seneca, tahta geçen genç imparator Neron’un hocalığını yapmak üzere Roma’ya geri çağrıldı. Neron’un akıl hocası olarak büyük bir servet ve güç elde etti. Neron’a bu kadar yakın olmasına rağmen imparatora komplo suçundan mahkum olmuş ve intihar etmeye zorlanmıştır. Oldukça üretken bir yazar olan Seneca’nın birçok eseri günümüze ulaşmıştır. Bu nedenle Stoacılar içerisinde en çok bilgi sahibi olduklarımızdan biridir. Tanrısal Öngörü, Mutlu Yaşam Üzerine, Yaşamın Kısalığı Üzerine, Bilgenin Sarsılmazlığı gibi eserleri vardır. 

Seneca birçok Stoacı gibi zenginliği küçümser. Ancak dönemin en zengin kişilerinden birisi olmuştur. Bu durumu kendi döneminde de eleştiri konusudur. Seneca eserlerinde bunu kabul eder. O, bunun yanlış olduğunu ama kendisinin de ideal “Bilge” olmadığını söyler. Zenginlik, güç ve şöhreti yok saymak için uğraşan biridir o… Seneca, nasıl yaşadığını değil, nasıl yaşaması gerektiğini söylediğini, bu uğurda da çabaladığını da belirtir. 

Seneca, Tanrıyı evrenin her yanına yayılmış olan bir akıl olarak görür. İnsanın ruhu ise tanrısal bir soluktur. Tüm insanların bu Tanrısallık nedeniyle eşit olduğunu ve tek bir dünya devleti olması gerektiğini savunur. 

 Senaca, yüzyıllar sonra Hristiyanlık için de önemli bir figür olmuştur. Kilise Seneca’yı tıpkı imanlı bir Hristiyan gibi savundu. Onun Stoacı görüşlerinin bir kısmı böylelikle Hristiyan felsefesine dahil oldu. www.onurcoban.com

İ.S 50 yılında doğan Epiktetos, en önemli Stoacılardan biridir. Aslında bir köledir. Bu özelliği ile de Filozoflar arasında özel bir konumu bulunur. Marcus Aurelius gibi bir Roma İmparatoru ile aynı felsefi akıma mensup olması Stoacılığın ne kadar geniş kapsamlı bir kitleye hitap ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. 

Epiktetos, özgürlüğüne kavuştuktan sonra Nikopolis’te felsefe okulu açmıştır. Sokrates gibi hiç bir yazılı eser bırakmamış aynı onun gibi diyaloglar şeklinde felsefesini anlatmaya çalışmıştır. Öğrencisi Flavius Arrianus onun derslerini yazılı haline getirip Söylevler adlı kitabın çıkmasını sağlamıştır. Epiktetos felsefesi Ahlakın vurgulandığı bir felsefedir. Diğer felsefe konuları ikinci plana itilmektedir. Ona göre evrende bize bağlı olmayan şeyler vardır. Ün, zenginlik gibi şeyler bizden bağımsızdır. Bunlara önem vermek bizi mutsuz eder. Hatta bu mutsuzluğun kaynağı doğrudan onlar bile değil, onlar hakkındaki yargılarımızdır. Kötü bir şey başımıza gelmesi o şeyin değil, o şey hakkındaki yargılarımızın bir sonucudur. 

Ona göre, Tanrı hepimize adeta bir rol verir. Oyundaki rolümüz iyi veya kötü, uzun veya kısa olabilir. Bunu seçme şansımız yoktur. Bize düşen bu rolü en iyi şeklinde oynamaktır. Oldukça kaderci bir anlayış olan bu düşünceye göre kral veya köle olmak değiştirebileceğimiz şeyler değildir. Önemli olan her ikisinde de erdemli bir yaşam sürmektir. 

Temelde bu görüşün, kölenin bile iyi bir yaşam elde etmesi için bir yol olduğu şeklinde yorumlansa da zamanla adeta düzenin savunucusu haline gelmesi bakımından dikkatwww.onurcoban.com çekicidir. Kölelere, “isyan etme, kaderine razı ol” demek, sistemin hiç de itiraz etmeyeceği bir şeydir. Epiktetos ahlaki anlamda bunu savunsa da uzun vadede Roma gibi gücünü koruma isteyen bir devletin desteklediği bir düşünce haline gelmesi şaşırtıcı değildir. 

Marcus Aurelius, İ.S. 121-180 yılları arasında yaşayan bir filozoftur. O aynı zamanda o zamanki dünyanın en güçlü devleti olan Roma’nın İmparatorudur. Bu açıdan görüşlerini desteklediği Epiktetos ile birlikte düşünüldüğünde şaşırtıcı bir durum gözükmektedir. 

Marcus Aurelius, sadece Stoacılığı değil Platoncu, Aristotelesçi ve Epikurosçu okullara da önem veren biridir. Ancak onun temel düşüncesi Stoacılıktır. Günümüzde dahi oldukça popüler olan Kendime Düşünceler adlı eseri onun ahlaki görüşlerini gösterir. Bu eserinde özellikle Stoacılık için önemli olan, “her şeyin bir bütünün parçası olduğu” görüşünü sıklıkla vurgular. Bireyler, bütünün parçasıdır. Bütünün iyiliği için yaşanacak olumsuzluklar aslında olumsuzluk değildir. Önemli olan bütünün birliği ve iyiliğine katkıda bulunmaktadır. 



Marcus Aurelius her ne kadar Felsefeye büyük önem verecek kadar ileri görüşlü davransa da Hristiyanlık için aynı şekilde düşünmedi. Onun döneminde İlk Hristiyanlar Roma’da sapkın kabul edildi ve çok ciddi bir baskı ve katliam yaşadılar. Hristiyan Felsefecilerinden ilk dönem kilise babaları açık bir şekilde ona ulaşmaya çabaladılar. Savunma (Apologya, Apologie) olarak bilinen ve Hristiyanlığın, dini olduğu kadar ilk felsefi eserlerinden sayılan mektuplarla, Marcus Aurelius’u dinleri tanıtmaya çabaladılar. Örneğin ilk Yunan Kilise Babalarından Justinus (Iustinus), Premiere Apologie’yi (İlk Savunma) İmparatora yazdı. Meliton ise  Marcus Aurelius’a hitaben yazdığı mektupta Hristiyanlığı tanıtırken başta Augustus olmak üzere eski Roma İmparatorların bu dini koruduğunu söylemişlerdir. Elbette ki bu tarihsel olarak gerçek değildir. Athenagoras ise aynı şekilde Marcus Aurelius’a ulaşmaya çalışmıştır. Ancak tüm bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. 

Marcus Aurelius’un dönemi tüm baskılara rağmen sanat ve felsefe anlamında en ilerici dönemlerdir biri olmuştur. Platon’un Devlet adlı eserinde hayalini kurduğu Kral-Filozof önerisinin belki de tarihteki en iyi örneği adeta bu dönemde gerçekleşmiştir. 

Tarsuslu Zenon, Tarsuslu Antipater Persaios, Ariston, Kartacalı Herillos, Dönek Dionysios (Dionysius the renegade), Sphairos, Kallippos,  Athenodoros gibi isimler diğer Stoacılara örnektir. 

Stoacılar felsefede 3 önemli konuya önem verirler. Mantık, Fizik ve Ahlak… Özellikle ahlak konusundaki görüşleri günümüze kadar ulaşsa da mantık alanında da oldukça kapsamlı çalışmalarda bulunmuşlardır. 

Mantıkta, önermeler, bileşik önerme türleri, kanıtlama yöntemleri gibi oldukça teknik olan unsurları tıpkı Mantığı Organon adı altında toplayan Aristoteles gibi dikkatlice incelemişlerdir. Diyalektik ve Retorik olarak ikiye ayırdıkları mantığı daha çok dil üzerinden incelemişlerdir. Özellikle gramer yapıları üzerinde yapmış oldukları çalışmalar uzun yıllar boyunca en önemli mantık çalışmaları olarak görüldü. Özellikle Khrysippos bu açıdan çok önemliydi.

 Stoacıların temel görüşü “Doğaya uygun yaşamaktır”. Zenon’un belirttiğine göre bu “erdemli yaşamak” anlamına gelmekteydi. Khrysippos, doğadan kasıt olarak, hem maddi doğa hem de bireysel olarak insan doğasını vurgular. Kleanthes ise ortak doğanın daha önemli olduğunu söyler.

 Stoacılığın Sokrates ile olan bağı da önemlidir. Sokrates’in idamına metanetle gidişi ve onun sade yaşamı ve erdeme olan bağlılığına Stoacılar hayrandı. Ancak Sokrates’in öğrencisi Platon’un idealar öğretisini savunmadılar. Onlar daha çok Platon’un diyaloglarında ki Sokrates’in “Ahlak” anlayışını benimsediler.

  Stoacılık umuttan çok bir nevi katlanma felsefesidir. Dönemin ruhuna uyan bir biçimde ortaçağa yaklaşılırken, savaşların ve köleliğin en acımasızca yaşandığı, toplumsal refahın sadeceonurcoban Romalı zengin bir kitleye ait olduğu bir çağda, Stoacılık insanlara bunun olağan olduğunu aşıladı. İyi bir yurttaşın yasalara uyması gerektiğini, Tanrı’nın mutlak iradesine dahil olunmasını (Hristiyan Tanrısı hariç) savundu.

 Yukarda bahsedildiği gibi Stoacılığın en önemli isimlerinde Marcus Aurelius her ne kadar döneminde Hristiyanlara baskı uygulasa da zamanla Stoacılık Hristiyanlar için önemli bir felsefe haline geldi. Bazı farklılıklar olsa da birçok ahlaki konuyu Kilise ve ilk dönem Hristiyan Filozofları-Kilise Babaları benimsedi. Özellikle Aziz Augustinus’un Tanrı Devleti ile olan benzerliği dikkat çekicidir. Marcus Aurelius’ın bahsettiği, Tanrının herkese vermiş olduğu Daimonlar, Hristiyanlıkta koruyucu melekler şeklinde kendini gösterir. Ancak Hristiyanlığın aksine öteki dünya vurgulanmaz. Hristiyanlıkta, Cennet ve bir nevi Tanrının Krallığı vurgulanırken Stoacılıkta önemli olan bu dünyadır. Bu açıdan Platon’un idealar Dünyasıyla da ayrılır.

 Stoacılık, Helenistik Felsefe Döneminin diğer isimlerine göre popülerliğini daha uzun bir süre korumuştur. Kuşkucu Septikler Platon’un Akademi’sinde uzun süre kendini gösterse de etkisini zamanla yitirmiştir. Aynı şekilde Haza verdiği önemle Epikurosçuluk önce Stoacılar daha sonra Hristiyanlık tarafından bilinçli bir biçimde lanetlenerek etkisini kaybetti. Burada belirtmek gerekir ki Seneca, diğer Stoacıların aksine Epikuros’un haksız yere eleştirildiğini de belirtir. Ona göre Kirenelilerin Hazcılığı ile Epikurosçuluk hazcılığı birbirinden çok farklıdır. Stoacıların eleştirdiği aslında Kirene hazcılığıyken daha ölçülü olan Epikuros tam olarak anlaşılamadan eleştiriye uğramaktaydı.

 Seneca’nın Mutlu Yaşam Üzerine adlı eserinde söylediği gibi “İnsan hazza üstün geldiği gün, acıya da ütün gelecektir.” Seneca, hazzın insanı en mutlu ettiği anda aslında tükendiğini veonurcoban.com yok olduğunu söyler. Erdemli yaşamın zaman zaman haz yaratan şeyler meydana getirmesi önemli değildir. Çünkü erdem haz için yapılan bir şey veya onun sonucunda oluşan bir şey değildir. Olsa olsa ancak bir yan üründür. (Mutlu Yaşamın Üzerine)

 Stoacılık, Romalı olmayı önemsiz bulmaz ancak asıl olan Dünya Vatandaşlığıdır. Onlar için daha önceki dönemlerin aksine, vatandaş/ barbar ayrımı önemsizdir. Bu açınan Kinik Felsefesi ile uyum içindedir. Tüm insanlar zengin, fakir, kral veya köle eşittir. Evrensel yasalar herkes için geçerlidir. Bu ilke zamanın ruhuna uygun bir biçimde Roma ile özdeşleşmiştir. Birçok kişi o dönemde Roma İmparatorluğunun genişlemesin ve tek bir dünya devleti olması gerektiğini savunmuştur.


 Stoacılar Fizik konusunda Dünya’nın bir tane ve küre biçimde olduğunu söylerler. Tanrı onlara göre tektir. Tanrı ölümsüzdür. O her şeyin yaratıcısıdır ama mitolojideki gibi insan biçiminde değildir. Tanrı her şeyin yaratıcısı olsa da tam olarak ondan ayrı bir varlık değildir. Tanrı ve onu yarattığı doğa birdir ya da bir nevi Tanrı Doğanın aklıdır.  Doğada bulunan her şey bir canlının organizmaları gibi birbirine bağlıdır. Stoacı ifade ile birer ateştir. İlk ateş olan Tanrıya geri dönmektedirler. Bu görüşe rağmen Stoacılar her şeyin belirli olduğu bir kadercilikten de uzak durmak istemişlerdir. Bu açıdan felsefe tarihine özellikle Hristiyan Felsefesinde önemli bir problem olan “Kötülük Problemi” ile ilk kez karşılaşılmıştır. Buna göre iyiliğin kaynağı olan Tanrı dünyadaki kötülüğü neden yaratmıştır? Yarattıysa mutlak iyi olan Tanrıdan nasıl kötülük çıkabilir?

 Stoacılar buna çeşitli cevaplar verse de en önemlilerinde biri; bize kötü gelen şeylerin aslında görece kötü olmasıdır. Bize kötü gelen şey başkası için iyi gelebilir. Önemli olan o şeyin kötü olup olmaması değil bize nasıl hissettirdiğidir. Seneca, Tanrısal Öngörü adlı eserinde; “Başına hiç felaket gelmemiş bir kişiden daha şansız kimsenin olamayacağını” söyler. Yine aynı eserde nasıl ki orduda en zor işler en cesurlara verilirse, Tanrıda iyi insanlara kötülüğü bu nedenle verir. Çünkü sadece iyi insanlar zor, olumsuz durumlara katlanabilecek bir sınamayı geçebilir.

 Stoacı felsefenin ahlak konusunda zamanın ruhuna uygun olması ve Roma Sistemi için yararlı olması tarihsel olarak eleştirilebilecek bir olgudur. Ancak günümüzde dahi Stoacı ahlak anlayışının popüler olması da farklı bir durumdur. Özellikle kişisel gelişim kitapları olarak bilinen ve bireyin kendini geliştirmesi için yardımcı olduğunu iddia eden eserler açıkçası buralardan esinlenir. Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler adlı eserinin hala çok satanlar listesinde olması tesadüf değildir.

 Elbette bu Ahlak felsefesinde olumlu görülecek unsurlar da vardır. Stoacılık var olan kötü durumdan bireyi kurtarmayı da amaçlar. Kişi, olumsuz gördüğü ve kurtulmasının imkansız olduğu bir durumda çaresiz kalabilir. Stoacılık öncelikle durumun iyice fark edilmesini ister.www.onurcoban.com Bu kötülüğün eğer kendisince değiştirilemeyecek bir şey olduğunu anlarsa bunu sükûnetle kabul etmesini söyler. Çünkü değiştiremeyeceğimiz şeyler için hayıflanmak hem beyhude bir çabadır hem de kişiyi daha fazla hüzne sürükler. Stoacılık sadece kaderci bir biçimde kabulle sona ermez. Kişinin bu durumu kabul etmesi sonrası, kendisine biçilen bu rolü en iyi şekilde oynamasını ister. Stoacılık o kabul edilen olumsuz durumdan sonra dünyadan el etek çekmeyi savunmaz. Şartların kabul edilerek buna uyum sağlamak ve erdemli olunarak iyi bir yaşam sürmeyi savunur. Bunu, aşırı hırslardan kurtularak, bilgi sahibi olup erdeme ulaşarak, tutkulara kapılmayarak, zenginlik, şan, şöhret gibi önemsiz konuları yok sayarak ulaşılacağını söyler. Tüm bunlara rağmen intihar düşüncesine de sıcak bakan bu felsefede, birçok Stoacı bu şekilde hayatını kaybetmiştir. 

Görüleceği gibi Stoa Felsefesi özünde erdeme önem veren, olumsuz kuruntulardan bireyi kurtarmaya çalışan bir Ahlak felsefesi yaratmak istemiştir. Bir köle ve bir İmparatorun aynı değerlere inanabildiği bir Dünya devleti ve onun felsefesini savunmuşlardır. Ancak zamanla bu düşünce Roma İmparatorluğunu haklı çıkaran, köleliğin devam etmesine, zengin fakir ayrımına olumlu bir kılıf yaratan bir düşünce haline de gelmektedir. Elbette ki tarihsel olarak Stoacılık bunu tek başına sağlamaz ancak yüzyıllar boyunca birçok devletin ve kralın Stoacılığı benimsemesi de tesadüf değildir.

 Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-

.

Kirene Okulu

 Felsefeye bir bakış

24. Bölüm Kirene Okulu

Yazan: Onur Çoban

Haz…

 

Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi felsefe tarihinin en önemli isimlerinden olan Sokrates, kendisinden sonra gelen düşünce akımlarını derinden etkilemiştir. Trajik ölümüyle de öğrencileri üzerinde kalıcı bir etki yaratmıştır. Sokrates’in doğrudan etkilediği öğrencilerinin felsefe okullarına genel olarak Sokratik veya Sokratesçi Okullar olarak isim verilir. Sokrates’in en önemli öğrencisi olan Platon ve onun da öğrencisi Aristoteles’e Büyük Sokratesçiler denir. Felsefe tarihinde görece daha az etkili olan Megara Okulu, Elis Eretria Okulu, Kirene Okulu ve Kinik Okuluna ise Küçük Sokratesçi Okullar ismi verilir.

 

Kirene (Kyrene) Okulu, Sokrates’in öğrencisi olan Aristippos (Aristippus) tarafından Afrika’nın kuzeyinde bulunan Yunan Kolonisi Kirene şehrinde kurulmuştur. Bu nedenle Aristippos’un izinden giden filozoflar Kirene Okulu içinde değerlendirilir.

 


Aristippos, İ.Ö. 435-356 yılları arasında yaşamıştır. Sokrates’in şöhretini duyup Atina’ya gelmiş ve onun öğrencisi olmuştur. Sokrates’in ölümünden sonra ise Sicilya’da bulunan Sirakuza kentine gelmiş ve burada kral 1. ve 2. Dionysios’ların himayesinde kalmıştır. En sonunda doğduğu Kirene’ye dönmüş ve burada okulunu kurmuştur.

 

Aristippos, Sokrates’e karşı bir bağlılığı olsa da aynı zamanda Sofistlerin de görüşlerini benimsemişti. Onun ortaya atmış olduğu felsefeye Hazcılık veya Hedonizm adı verilir. Onun hazlara verdiği bu önem felsefe tarihi boyunca da etkisini sürdürmüştür. Helenistik Felsefenin önemli akımlarından Epikurosçuluk ve onun kurucusu Epikuros (Epikür) bu hazcılığı daha da geliştirmiştir. Yüzyıllar sonra ise Jeremy Bentham ve John Stuart Mill tarafından ortaya konulan Yararcılık / Faydacılık (Utilitarianism / Utilitaryanizm) ve kısmen de benzer kavramları taşıyan William James, Charles Sanders Peirce ve John Dewey’in öncülüğünü yaptığı Amerikan Pragmatizmin kökenlerini burada bulmak mümkündür. Ayrıca sosyolojide de İşlevselcilik (Fonksiyonalizm) olarak hazcılık kendini gösterir.

 

Aristippos’un ortaya koyduğu argümanların çoğu, diğer Kireneliler tarafından da benimsenmiştir. Aristippos, hocası Sokrates gibi “iyi nedir?” sorusunun cevabını aramaktaydı. Daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi Sokrates için iyi olan mutluluktu. Bu mutluluğa ulaşmak için erdemli olmak gerekirdi. Erdemli olabilmenin en önemli koşulu ise bilgili olmaktı. Oysa Aristippos, iyi olanı haz (Hedone) olarak görür. İnsan doğduğundan beri zevk aldığı şeylerin peşinde koşar. Ona zevk veren hazlar yaşamın en önemli nedenidir. Haz duyabildiğimiz zaman gerçek anlamda mutlu oluruz. İşte Aristippos’ta bundan yola çıkarak, hazların önemini vurgulamıştır.

 

İnsanlar için temel iki duygu vardır. Biri haz diğeri ise acıdır. Hazlara ulaşmak isterken acıdan da kaçma eğiliminde oluruz. Aslında hem haz hem de acı birer uyarımdır. Ancak haz daha yumuşakken, acı daha serttir. Bu nedenle acıdan uzak durmak isteriz. Hazın yokluğu acı, acının yokluğu haz değildir. Bu durumlar sadece ara durumlardır.onurcoban

 

Haz sadece haz olduğu için tercih edilir. Hazlar arasında daha değerli olan diye bir şey yoktur. Tüm hazlar eşittir. Cinsellik, yemek yemek gibi bedensel zevklerle haz yaratır. Aynı şekilde yurdunun refahı da ruhumuzda bir haz yaratabilir. Hazzın ne olduğunun bir önemi yoktur. Önemli olan haz duymaktır.

 


Kyreneliler için bedensel olan haz ve acılar, ruhsal olan haz ve acılardan daha şiddetlidir. Bize duygusal, ruhsal yönden haz yaşatan şeyler iyi olsa da, bedensel hazlarımız her zaman daha ön plandadır. Bu nedenle Kireneliler bedensel hazları daha çok vurgulamışlardır.

 

İnsanın amacı anlık hazlar olmalıdır. Mutluluk ise bu hazların toplamıdır. Hem gelecekteki hem de geçmişteki hazlar, mutluluğu oluşturur. Ancak hazlar salt haz oldukları için iyidir. Mutluluk ise aslında haz olduğu için... Bu hazzı, mutluluğun üstüne koyan bir düşüncedir. Ancak hazları mutluluk yaratacak diye üst üste koymak akılcı değildir. Bu haz yığını sadece yorgunluk yaratacak ve hazların etkisini kaybetmesine neden olabilecektir. Bu nedenle uzun süreli düşünmemeli anlık hazlara önem verilmelidir. Bir kişi hayatı boyunca bir kez bile anlık haz yaşasa, bu iyi bir şeydir.

 

Kireneliler, hazza verdikleri önem nedeniyle oldukça eleştirildiler. Onların hazza ulaşmak için var olan birçok etik kavramı çiğnemeyi göze almaları tartışmalara nedenonurcoban.com olmuştur. Ancak Aristippos ve ardılları hazcılık yaparken aklıselim olmanın da önemini vurgularlar. Onlar için bilge olmak önemlidir. Ama şu unutulmamalıdır. Bilge bir insanın kıskançlık, kin gibi duyguları taşıması beklenmez ama bilge biri haz da duyar, acı da çeker.

 

Hazların nasıl oluştuğu Kireneliler için önemli değildir. Uygunsuz bir biçimde de olsa önemli olan hazza ulaşmaktır. Onlar için meşru ya da uygusuz haz diye bir şey yoktur. Onlar için doğal olan iyidir. Din, devlet, ahlak kuralları tamamen insanların oluşturduğu şeylerdir. Teorik olarak bu düşünce başlarda mantıklı gelse de toplum yaşamında bir takım sorunları da beraberinde getirir. Eğer haz yaratıyorsa hırsızlık, cinayet gibi toplum tarafından olumsuz olarak değerlendirilen davranışların yapılmasının önü açılabilir. Kireneliler, toplumsal kısıtlayıcı kuralları da yadırgarlar. Bir kısmı açıkça demese de bir kısmı hazza ulaşmak için her şeyin yapılabileceğini kabul ederler. Hazcılığa yapılan en büyük eleştirilerin nedeni budur. Bu düşünce de ileride, önceden belirttiğimiz isimler tarafından daha gerçekçi temellere oturtulmaya çalışılacaktır.

 

Bir başka Sokratesçi okul Kinikler dünya nimetlerinden tamamen kendini çekmeyi savunurken, Kirene Okulu dünya nimetlerinden tamamen faydalanmayı savunur. Bu anlamda karşıt iki akım haline gelmişlerdir. Ancak Kinikler gibi tek bir devlete tek bir yasaya bağlı kalmanın anlamsızlığını kabul ederler. Kinikler gibi onlarda “dünya vatandaşlığı” kavramına sıcak bakarlar.

 

Aristippos ile ilgili birçok anekdot anlatılır. Örneğin, Kral Dionysios hem ona hem de Platon’a ne istediklerini sorar. Platon, kitap alırken, Aristippos para alır. Bunun nedenini soranlara “Benim paraya, Platon’un kitaba gereksinimi var” der. Bir başkasında ise; Dionysios ona “Neden filozoflar zenginlerin kapısına geliyor da, zenginler filozofların kapısına gitmiyor” diye sorunca “Çünkü filozoflar, kendilerine neyin olmadığını bilirler, öbürleri ise bilmez” diye cevap verir. Bir gün bir gemi yolculuğunda, korsanların yaklaştığını görünce parasını denize atar. Ardından ekler “Aristippos bu para yüzünden ortadan kalkacağına, bu para Aristippos için ortadan kalksın.”

 

Kirene Okulunun diğer üyeleri şunlardır:

 

Aristippos’un kızı Arete, babasından sonra okulun idaresini eline alır. Ardından oğlu Genç Aristippos’a bu felsefeyi öğretmiştir. Genç Aristippos’a bu nedenle “annesinin yetiştirmesi” anlamındaki metrodidaktos lakabı verilmiştir.

 

Genç Aristippos’un öğrencisi Theodorus, önceleri Tanrıtanımaz /ateist, daha sonraları ise Tanrı ismiyle bilinir. Theodorus’un birçok görüşü ileride Epikuros’u etkilemiştir. Tanrıları yok saymış, zina, hırsızlık gibi şeylerin ayıplanmasının suni olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle bunların doğada ayıp olmadığını belirtir. Hazza ulaşmak için meşruluk aranmamasını savunan en önemli isimlerden biridir.

 

Bir diğer önemli isim ise İskenderiye de dersler veren Hegesias’tır. Kinizm de içeren düşünceleri giderek daha da radikalleşmiştir. Hegesias ve onu takip edenlere göre mutluluk olanaksızdır. Çünkü yaşam boyunca hem beden hem de ruh sürekli acı çeker. Bu durumda yaşam gibi ölümde istenebilecek bir şeydir. İnsan yaşamında acıdan kurtulamıyorsa ölümü seçebilir. Bu düşünceleri ile insanları ölüme ikna etmiş ve birçok öğrencisi intihar etmiştir. Bu nedenle kendisine peisithanatos yani ölüme ikna eden ismi verilmiştir. Bu olumsuz etkili duruşu nedeniyle Mısır hükümdarı Ptolemaios İskenderiye’de ders vermesini yasaklamıştır. Bazı görüşlere göre de sürgün edilmiştir. Hegesias olumsuz felsefe anlayışının en önemli kişilerinden biri olarak tarihe geçmiştir.

 

Aristippos’un öğrencisi Kireneli Antipatros (Antiparter, Cicero’nun belirttiğine göre kördü), Antipatros’un öğrencisi Kireneli Epitimedes, Paraibates ve Annikeris gibi filozoflar Kirene Okulu’nun diğer temsilcileridir.  Özellikle Annikeris, Theodorus ve Hegesias’la birlikte Kirene Okulunun en önemli üç kolunu oluşturmuştur.

    Bu okuldan bir süre sonra Epikuros, hazcılığı atomculuk ile birleştirerek önemli bir felsefi geleneği başlatmıştır. Onun için dengeli bir yaşam haz duymak için olmazsa olmazdır. Sadece haz veriyor diye durmadan yemek yemek anlamsızdır. Bilge bir kişi için sadece bir ekmek ve su haz duymaya yetecektir. Görüldüğü gibi hazcılığı daha sakin bir ruh haline getiren Epikuros ile Kirene Okulu arasında farklar bulunmaktadır.

 Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


.

 

Platon

 Felsefeye bir bakış

19. Bölüm Platon

Yazan: Onur Çoban

“İdealar”

             Felsefe tarihinin kuşkusuz en büyük isimlerinden biri Platon’dur. O, hem batı hem de doğu kültürünü sadece felsefe de değil din ve kültür gibi birçok alanda derinden etkilemiş olan tarihteki ender kişilerden biridir. Onun bu başarısına hocası Sokrates ve öğrencisi Aristoteles’te dahil olmuş olup bu üç büyük filozof insanlık tarihinde önemli bir iz bırakmıştır.

             Sonradan göreceğimiz Aristoteles gibi Platon’un felsefesine de “Sistematik Felsefe” veya “Sistem Felsefesi” adı verilir. Bu isimlendirmenin nedeni neredeyse tüm felsefe konularında düşünceler üretmeleri ve bunları tutarlı bir sisteme oturtmalarıdır. Gerçekten de hem Platon hem de Aristoteles felsefe tarihindeki birçok filozofun aksine tek bir konuya değil birçok alana yönelmiş ve buralarda özgün eserler yazmayı başarmışlardır.

            Platon’un hem hayatı hem de felsefesi için en önemli figür kuşkusuz hocası Sokrates’tir. Daha önceki bölümde ayrıntılı olarak incelemiş olduğumuz Sokrates, hem düşünceleri hem de trajik ölümüyle Platon’u derinden etkilemiştir. Bu nedenle Platon’u anlamak için Sokratesi de anlamak gerekir. Kuşkusuz bu iki ismin görüşleri günümüzde iç içe geçmiş ve zaman zaman hangisinin Platon’a hangisinin Sokrates’e ait olduğunu anlamak güçleşmiştir.

             Sokrates hakkında detaylı bilgi için: Sokrates

             Platon M.Ö. 427-428 yıllarında Atina’da doğmuş yaklaşık M.Ö. 348-347 yıllarında ölmüştür. Genel düşünceye göre gerçek adı Aristokles’ti. Ancak geniş anlamına gelen “Platon” ismi omuz-alın gibi uzuvlarının geniş olması dolayısıyla kendisine verilmiştir. Kendisi de bizzat eserlerinde bu adı kullanmıştır. Doğuda ise daha çok “Eflatun” ismi ile anılır.

            

          Platon, Atina'nın en önemli ailelerinden birine mensup olarak dünyaya geldi. Babası Ariston'un soyu Atina'nın son kralı Kodros'a dayanıyordu. Annesi Perictione’un (Periktione) büyük büyük dedesi ünlü kanun koyucu Solon'un yakın dostu (ya da erkek kardeşi) Dropides'ti. Dayısı Kharmidesotuz tiran denilen devirde üst düzey bir yönetici, annesinin amcası ise bu yönetimin en önemli ismi (diyaloglarında da göreceğimiz) Kritias'tı. Diogenes Laertius MS. 3.yüzyılda yazmış olduğu Ünlü Filozofların Yaşamları ve Görüşleri adlı kitaba göreonurcoban.com Solon ile akraba olması onun soyunu tanrı Poseidon’a bağlanmasını sağlamaktaydı. Adeimantos ve Glaukon adlı erkek kardeşleri, Potone adlı kız kardeşi vardı. Oğlunun ismi ise Speusippos’tu.

             Bu soylu ailede büyüyen Platon, çok iyi şartlarda yetişti. Dönemin önemli isimlerinden dersler aldı. Hicivler, şiirler yazdı. Yani dönemin parlak bir genci olarak belki de ileride önemli yerlere gelmek üzere yetiştirildi. Ancak bir şeylerin yanlış olduğunu bir yandan biliyordu. Atina, hem siyasi hem de kültürel açıdan dibe doğru gidiyordu. İşte bu genç adam yirmili yaşlarının başında Sokrates ile tanıştı. Tüm hayatı tüm görüşleri bir anda değişti.

     Ancak kısa bir süre sonra kendisi gibi tüm Atinalı gençlerin hayran olduğu Sokrates, idam edildi. Platon’a göre “tüm insanların en doğrusu” olan Sokrates’in suçsuz yere idam edilmesi tam bir şok etkisi yarattı. Atina’yı terk ederek bir şehir devleti olan Megara’‘ya gitti. Burada Eukleides'den dersler aldı. Bugünkü Libya sınırlarında olan Kirene'ye giderek Theodoros'dan matematik dersleri aldı. Ardından Mısır'a giderek yüzlerce yıllık geçmişi olan matematik ve felsefe teorilerini öğrendi. Hatta İran’a da gitmek istedi ama savaşlar nedeniyle bunu yapamadı. Neredeyse o zaman bilinen tüm dünyayı dolaşarak Atina’ya geri döndü.

Kesin olmamakla birlikte muhtemelen, Atina adına atlı asker olarak savaştı. Ancak felsefe ile olan tutkusu ağır basarak Sicilya’ya gitti. O dönemde en az Yunanistan gibi önemli bir kültür merkezi olan Sicilya’da; Sirakuza şehrinin kralı 1.Dionysios'un yanına gitti. Amacı hem felsefesinin önemli bir noktası olan "filozof-kral" yönetimini sağlamak hem de yine Sicilya’da bulunan Taranto şehrinin filozof yöneticisi Arkhytas'ın yanında bulunmaktı. Ancak Sirakuza kralının "işlerine fazla karışması" ve Platon’un takdirini kazanmış olan kralın akrabası Dion'un tahta geçme arzusu nedeniyle ülkeden gönderildi.

 Hayal kırıklığıyla evine deniz yoluyla dönen Platon, yolda Atina ile savaş halinde olan Aegina adasına uğrar ve yakalanıp köle yapılır. Köle olarak satılacağı sırada biri onu tanır ve bedeli ödeyerek serbest kalmasını son anda sağlar. Atina'ya geri dönerek bir okul açmaya karar verir. Günümüzde akademi isminin de geldiği ünlü okulu Akademia'yı kurar.

 


Uzun bir süre dönemin en kaliteli eğitimi verilen bu okulda ders verdikten sonra artık tüm dünyanın tanıdığı bir filozoftur. Ancak tam bu sırada 1.Dionysios’un öldüğü öğrenir ve Dion'un çağrısıyla yeniden İtalya'ya döner. Ancak yine işler umduğu gibi olmaz. Yeni kral 2.Dionysios, babası gibi, iktidarını kısıtlayan felsefi söylemlerden hoşlanmaz. Dion'u tahta çıkmasında yardımcı olma ihtimaline karşı da Platon'u esir eder. Bir süre sonra serbest kalan Platon, Atina’ya geri döner.www.onurcoban.com

 5 yıl sonra bir kez daha Sicilya’ya geri döner. Yine ikinci yolculuğundaki olaylar tekrarlanır. Sözünü krala dinletemez ve yine göz hapsine alınır. Onu hep koruyan Arkhytas'ın çabalarıyla Atina’ya geri döner. Sirakuza tiranlarının hayalindeki filozof-kral olamayacağını anlayan platon, Dion'la buluşur. Dion'un tahta geçmesi için ona destek verir ancak bu darbe başarısızlıkla sonuçlanır ve Dion öldürülür. Yönetimde söz sahibi olma şansı tamamen yok olur.

 Hayatının sonuna kadar okulunda ders vermeye ve günümüze kalan eserlerini yazmaya devam eder. Onlarca ünlü filozof yetiştirir ki belki de en ünlüsü Aristoteles'tir.

 Görüleceği üzere oldukça hareketli bir yaşamı olmuştur. Birçok filozofun aksine sadece teorik olarak düşünce alanında çalışmamış, pratik anlamda da düşüncelerini hayata geçirmek için girişimlerde bulunmuştur.

 Platon oldukça üretken bir yazardı. Çok sayıda eser yazmış olup bunların önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserler felsefe yönünden oldukça doyurucu olmakla birlikte edebi anlamda da birer başyapıttır. Örneğin hocasının idamını anlattığı Sokrates’in Savunması adlı diyalog hem geniş kitlelerin kolayca okuyabileceği bir felsefi eser hem de antik dönemin en önemli edebi yapıtlarından biri olarak görülür. Dilinin basit ve anlaşılır olması bu açıdan dikkat çekicidir.


         Platon, eserlerini yazarken aynı hocasının gerçek hayatta yapmış olduğu gibi diyalog yöntemini benimser. Sokrates’in insanlarla konuşarak onların bir nevi açıklarını bulması ve aslında bildiklerini inandıkları şeyi bilmediklerini göstermesi, Platon’a da ilham kaynağı olmuştur. Edebiyatta diyalog olarak geçen bu yazım şeklini başarılı bir biçimde kullanan Platon, kitaplarında başrolü genellikle hocasına verir. Sokrates diyalektik bir yöntemle tartışmadaki görüşleri soru cevapla kanıtlama ve çürütmeye çalışır. Kimi zaman Sokrates’in kendi düşüncelerini kimi zamanda kendi düşüncelerini Sokrates’in ağzından okuyuculara aktarır. Hem hocasına duyduğu saygı hem de onun trajik ölümünü kabul edememesi nedeniyle bu yöntemi izlediği düşünülmektedir. Ancak burada hangi eserlerin Sokrates’in orijinal düşünceleri hangilerininonurcoban Platon’un düşünceleri olduğu sorunu çıkar. Genel kabul gören düşünce, Platon’un gençlik döneminde yazdığı eserlerin Sokrates’in görüşlerini ilettiği, ileriki yıllarda yazdığı eserlerin ise kendi görüşleri olduğudur. Gerçekten de Platon’un felsefesindeki değişim bu durumu haklı çıkarır. Gerçek ne olursa olsun en çok kabul edilen konu, Platon’un yazmış olduğu “Sokrates’in Savunması” eserinin Sokrates’in görüşlerine en yakın olduğudur. Sokrates’in duruşmadaki savunmasını anlatan bu diyalogla beraber aynı konuyu anlatan Euthyphron, Kriton ve Phaidon neredeyse bir bütünlük oluşturur.

 Genellikle eserleri farklı sınıflandırmalar olsa da yaklaşık şu şekilde sınıflandırılır:

 -Gençlik: Sokrates’in Savunması (Apologia), Kriton, Euthyphron, Lakhes, İon, Protagoras, Kharmides, Gorgias, Küçük Hippias, Büyük Hippias, Lysis

-Olgunluk: Devlet (Politeia/Republic), Şölen (Symposion), Phaidros, Euthydemos, Meneksenos, Kratylos, Menon, Phaidon

-Yaşlılık: Parmenides, Theaitetos, Sofist, Devlet Adamı (Politikos), Timaios, Kritias, Philebos, Yasalar (Nomos),

 Ayrıca hayatı hakkında detaylı bilgi aldığımız Mektuplar vardır. Bunun dışında bu sınıflandırmaya girmeyen ve orijinalliği şüpheli olan birçok eser bulunur. (Birinci ve ikinci Alkibiades, Epinomis, Axiochus…)

 Platon’un düşünceleri oldukça özgün argümanlar içerse de, bunların bazı arka planları olduğu da bir gerçektir. Tüm felsefi sistemi olmasa da etik ve ahlak sorunları ve hayata bakış açısında da kuşkusuz Sokrates’in payı vardır. Ayrıca Parmenides hatta Herakleitos’un da üzerinde etkin olduğu bir gerçektir. Ancak Pythagoras (Pisagor) ve onun izinden giden kişilerin matematiğe verdikleri önem ve mistik Orpheusçu öğretileri ile olan ilişkisi dikkat çekicidir.

Herakleitos

Parmenides

Pythagoras

Platon’un felsefesinin temelini idealar öğretisi içerir. Bunu anlatmak için yine kendisi çok güzel bir anlatıya başvurur. Mağara Alegorisi olarak bilinen benzetme şu şekildedir.

Uzun bir girişi olan mağara düşünelim. Bu mağarada, sırtlarını çıkış yönüne dönen insanların var olduğunu hayal edelim. Bu insanların elleri ve vücutları zincirlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Hareket edemezler sadece önlerindeki mağaranın duvarını görürler. Hayatları boyunca bu şekilde yaşamışlardır. Şimdi bu insanların arkasında (çıkış yönüne doğru) bir duvar veya perde olsun. Perdenin hemen ardında ise büyük bir ateş… Bu perdenin önünden, sanki bir karagöz oyununda olduğu gibi insan, hayvan, eşya veya dünyada gördüğümüz tüm nesnelerin hareket ettiğini ve arkalarındaki büyük ateş nedeniyle bunların gölgelerinin karşıdaki (insanların önündeki) mağara duvarına düştüğünü varsayalım. Aynı Karagöz-Hacivat oyunundaki gibi mağara duvarına, arkadaki perdenin önünden geçen nesneler yansıyacaktır. Zincirlenmiş olan insanlar arkada olup biteni asla bilemezler. Onlar karşılarındaki gölgeler dışında hiç bir şey bilmemektedirler. Onlar için bu gölgeler “gerçek” ve tek “doğru” olan şeydir. Onlarla iletişime geçmek imkansızdır ama eğer mümkün olsaydı duvardaki bu gölgelerin gerçek olmama ihtimaline bile inanmayacaklardır.

 

Platon anlatıya devam eder. Eğer bu insanlardan biri zincirlerinden kurtulmayı başarır tüm bu perde/ateş oyununu görürse hatta mağaradan çıkıp gerçek dünyaya çıkarsa ne olur? Elbette ki hayatı boyunca güneşi görmeyen bu insanın gözleri kamaşır hatta acı çeker. Gözleri mağara gölgeleri dışındaki nesneleri görmekte önce zorluk çeker ama sonra alışır. Peki, mağaraya geri döner ve diğer insanları uyarırsa ne olur? Diğer insanlar ona inanmayacaklar, onun deli olduğunu düşüneceklerdir. Hatta özgürlüğü görmüş olan insan daha da ısrar ederse onu düzen bozucu ilan edecekler belki de onu şiddetle yok etmeye çalışacaklardır. Çünkü mağara gölgesi gerçekliğine inanmış olan insanlar için, dış dünya bir yalandan ibaret hatta belki de kendi inançlarına hakarettir.

 Bu anlatı popüler kültürde de çok sık karşılaştığımız (ki ilk akla gelen Matrix filmi) bir konudur. Bu dünyanın gerçek olmadığı aslında farklı bir gerçekliğin var olduğu, bu gerçekliğe ulaşmanın zor olduğu hatta başarılırsa diğer “mahkumların” buna karşı çıkacağı fikri çarpıcıdır. 

 Platon, mağara anlatısında aslında İdealar kavramına da giriş yapar. Oldukça derin bir konu olsa da kısaca bu teori şöyleydi. Platon bu dünyada gördüğümüz somut şeylerin aynı mağarada olduğu gibi birer gölge olduğunu düşünüyordu. Evet, bu dünya gerçekti ama en ideal olan değil. (İdeal kavramının günümüzde kullanımı burada ilginçtir) Platon aynı mağara dışındaki dünya gibi farklı bir yerde bulunan bir gerçekliğe de inanıyordu. Ona göre örneğin bir kedi, bir masa veya kavram olarak iyilik, güzellik soyut bir biçimde vardı. Tüm nesne ve kavramların bu soyut gerçekliğine idea adını veriyordu. Bu idealar, en uyumlu en düzgün ve en mükemmel olandı. Yani mutlak bir “iyilik” kusursuz bir “kalem”, hatasız bir “eşya”... Ancak gördüğümüz yani fenomenler (görüngü) dünyasında bu idealar yoktur. Örneğin kusursuz bir masa bulamayız. Veya iyilik derken tüm inşalar aynı şeyi mi kast eder? Bir insan için “güzel olan” bir başkası için “çirkin” olabilir. Oysa “güzellik” kavram olarak “mutlak güzeli” tanımlar. Bunun göreceli olmaması gerekir. Doğada ise bu tanımların yüzde yüz uyduğu bir durum söz konusu değildir. İşte Platon burada idealar kavramını yaratır. Ona göre olması gereken kavramlar kusursuz olmalıdır ancak bu dünyada bu mümkün değilse kısaca şu sonuca varır.wwwonurcoban.com Farklı bir yerde (belki başka bir dünyada) soyut idealar vardır. Bu dünyadaki şeyler ise o ideaların benzerleri/gölgeleridir. Bazen bu ideaya çok yakın bazen uzaktırlar. Tüm nesneler o kusursuz ideaya ulaşmaya çalışır ama bu imkansızdır. Böylelikle idealizm denilen bir düşünce akımının tohumları atılır. Aynı şekilde ikili dünya anlayışı, gerçekliğin belki de önemli olanın bu dünya olmadığı inancı hatta birçok dinde var olan çeşitli görüşlerin izlerini bulmak mümkündür. (Daha sonra göreceğimiz üzere özellikle Hristiyanlık Platon’a çok şey borçludur) Bu idealizme karşı ortaya çıkan materyalizm de, felsefenin başka bir ana akımı olacaktır.

 Aslında birçok antik filozofta olduğu gibi Platon’da soyut kavramına çok yakın değildi. Günümüzde ideaları tamamen soyut olarak hayal edebilsek de Platon’da bu çok belirgin değildir. Bugün anladığımız anlamda soyutluk kavramı henüz antik Yunan dünyasında yoktu. Bu ideaların aklımızın bir parçası, insan zihninde bulunan bir şey diye tanımlamak o çağa göre pek mümkün değildi. Ancak İdeaların madde olmadıkları için uzay-zamanda bir yer işgal etmeleri de mümkün değildir. Yüzyıllar sonra Yeni Platonculuk anlayışında özellikle bu akımın en önemli temsilcisi Plotinos’da bu soyutluk daha belirginleşecekti.

 Platon’a göre idealar ebedi ve ezelidir. Oysa dünyadaki benzerleri yok olabilir. İdealar değişmezdir. Çünkü onlar tam da olması gerektiği gibidir. Aristoteles’e göre bir değişim unsuru olan harekette bu kapsamda olduğundan idealar hareket etmez, yer değiştirmezler. Özel olarak bir bireyin veya bir nesnenin ideası yoktur. Yani Onur'a ait bir idea yoktur. İnsan ideası vardır. Aynı şekilde bahçedeki ağacın değil genel olarak ağaç ideası vardır. Platon’un üzerinde durduğu bir başka konuda her şeyin bir ideası olup olmadığıdır. Onun felsefesine göre idealar mükemmel ve doğru şeylerdir. Bu onların “iyi” bir şey olmasını zorunlu yapar. Peki, kötülük, çirkinlik ideaları var mıdır? Bunlar da birer kavram olsa da özü itibariyle iyilik ve kusursuzluğu içermez. Bir idea doğası gereğince kötü olamayacağına göre bu tarz varlıkların ideası olamaz. Ancak bu konu günümüzde de hala tartışılan bir konudur.

         Platon, hocası Sokrates gibi (bu görüş biraz iç içe geçmiştir) demokrasiye karşıdır. Ona göre alanında en iyi kişiye en iyi olduğu yetki verilmelidir. Nasıl bir kaptan varken ayakkabıcı geminin kontrolüne geçmezse, devleti de bu konuda uzman olan kişilerin yönetmesi gerekmektedir. Kısaca Platon, sadece bilge bir yöneticinin yani filozof bir kralın başta olmasının en iyi olduğunu düşünür. Tabi önemli olan bu kişinin gerçekte olup olamayacağıdır.

 


Platon idealar kavramını günlük yaşama yani devlete de uyarlar. Ona göre “ideal” devlete ulaşmak önemlidir. Hayatında birçok girişimi bunun için yapmış ancak başarılı olamamıştır. Zamanla bu ideal devletin mümkün olmadığını görecek ve siyaset felsefesinde görüşlerini biraz değiştirecektir. Devlet, Devlet Adamı ve Yasalar kitaplarında bu değişim göze çarpar. Kuşkusuz en önemli eseri ve belki de tarih boyunca en çok okunan eserlerden biri olan Devlet, Platon’un temel siyaset felsefesi için ilk kaynaktır. Ancak zamanla bu görüşleri biraz yumuşatarak Devlet Adamı’nı yazar. Yaşlılığında ise Yasalar’da bu çizgiyi sürdürür. Ancak bilinmelidir ki Yasalar, Platon’un ölümünden sonra yayınlanmış ve filozofun son kontrolünden de geçmemiştir. Genel olarak bu üç kitapta da Platon çiftçiler, askerler, yöneticiler gibi farklı sınıfların olduğu bir toplum hayal eder. Ona göre her sınıf en iyi olduğu işi yapacak bu sayede devlet kusursuz bir biçimde işleyecektir.

 Platon, toplumların zorunlu olarak devletlere ihtiyacı olduğunu düşünür. Çünkü o zamanki ülkeler olan “şehir devletleri” (siteler) büyüdükçe, ticaret, kültür gibi konular gelişmiş, ülkeler arası yayılmacılık ve savaşlar ortaya çıkmıştır. Artık insanın doğada bireyler veya küçük gruplar halinde yaşama şansı kalmamıştır. Bu nedenle devletler kurulmuştur. Ancak bunların çoğu iyi bir devletin olması gerektiğinde çok uzaktadır. İleride görüleceği gibi Aristoteles var olan devlet yönetimlerini daha detaylı sınıflandırmakla birlikte, Platon’a göre de iyi ve kötü devlet yönetimleri şöyledir:

  4 farklı kusurlu yönetim vardır. İçlerinde iyiye en yakın olan Timokrasi (Timarşi) bir çeşit aristokrasiydi. Bu aristokraside iyi eğitimli bir yönetici varsa bile bir sınıfın giderek zenginleşmesine ve bu sayede güçlenmesine engel olamayacaktı. Bu da Oligarşi yönetimine neden olacaktı. Oligarşi zengin bir azınlık sınıfının yönetimiydi. Bu devlette, azınlık her zaman kendi çıkarları için büyük kitleleri ezecekti. Bu nedenle de bir isyan bir devrim gerçekleşecek ve çoğunluğun yönetimi olan Demokrasi doğacaktı. Platon’a göre Demokrasi, günümüzdeki gibi olumlu bir şey olarak görülmez. Ona göre, herkesin eşit olduğu bu yönetimde herkes her istediğini yapmakta özgür olacaktır. İstemeyen savaşmayacak istemeyen yönetime katılmayacaktır. Herkesin tüm görevlere gelmesinin yolu açıktır. Ancak bu da işin ehli olmayan kişilerin önemli görevlere gelmesinin önünü açar. Vasıfsız insanların toplum için önemli işleri yapmaları giderek bir kaos oluşturur. Zamanla demagoglar, dalkavuklar önem kazanır. En sonunda da popülist yöneticilerin ortaya çıkmasıyla Tiranlık ortaya çıkar. En kötü yönetim olan Tiranlıkta halk için baskı uyguladığını söyleyen bir lider vardır. Bu tiran düzeni sağlamak için kanunlara uymaz, karşı çıkanları askeri güçle yok eder. Artık ona karşı çıkmak imkansızdır.onurcoban.com

 Devlet Adamı kitabında ise yasalara yaptığı vurgu nedeniyle yeni bir sınıflandırmaya gider. Eğer başta tek bir kişi var ve yasaya uyuyorsa bu krallıktır. Tek bir kişi var ve yasaya uymuyorsa Tiranlıktır. Başta bir azınlığın olduğu yönetimlerden, yasa uyanlar Aristokrasi, uymayanlar Oligarşidir. Çoğunluğun yönetimi demokrasidir. Bunda da yasaya uyma ve uymama durumu vardır. (Platon bu iki demokrasi devletine ayrı isim vermez ancak ileride Aristoteles, çoğunluğun kötü yönetimine demokrasi, iyi yönetimine Siyasal/anayasal yönetim adını verir) Genel olarak bu kitaba göre yasaya uyan devletler daha iyidir.

 

Platon ideal bir devlet öneriyordu. Her ne kadar bir umudu olsa da, kendisi de bu ideal devlete ulaşılamayacağının farkındaydı. Ama ondan hiç söz etmemek doğru değildi. Önemli olan ideal devlete en yakın şekilde yaşamaktı. Devlet, adlı eserinde bu ideal ülkeyi ilk kez bir ütopya şeklinde sundu. Ki sonraki yüzyıllarda bu ütopya anlayışına birçok yazar da katıldı.

 İdeal ülkenin başında bir filozof kral olmalıydı. Bu filozof kral, 30 yaşında eğitilmeye başlanacak ve 50 yaşına gelinceye kadar eğitimi sürecekti. Hem beden hem ruh eğitiminin yanıonurcoban sıra idealar konusunda da kuşkusuz mükemmel bir bilgiye sahip olacaktı. Sonunda öyle bilge bir kişi olacaktı ki devlet için doğru kararları veren bir şahıs haline gelecekti. Bu filozof kralın gerçek olup olamayacağına göre zaman içinde farklı görüşler ortaya sundu.

 Devlet’e göre ülkede 2 tür ana sınıf olmalıydı. Yönetenler ve yöneticiler... Yönetilenler; köylü, çiftçi, işçi gibi üretimi sağlayan sınıflarla birlikte; esnaf, tüccar gibi orta sınıfları kapsıyordu. Yöneticiler ya da diğer isimlendirmeyle koruyucular ise, memurlar, üst düzey yöneticiler ve askerler gibi kişilerdi. Ona göre bu sınıfsal ayrım zorunluydu. Ancak günümüzden bakıldığı gibi despotik bir anlayışla bunu söylemedi. Ona göre nasıl bireyler kendi bildikleri iş dışında bir iş yapmazlarsa, sınıflarda bu şekilde davranmalıydı. Her sınıf kendi görevlerini yapmazsa toplumsal düzen bozulacaktı. Ayrıca burada belirtilmelidir ki Platon’un hayalini kurduğu bu ütopik devlette sınıflar arası geçiş mümkündü. Ona göre bir çocuk zor da olsa başka bir üst sınıfa çıkabilir veya aşağı inebilir. Platon için önemli olan bireyler değil tüm toplum ve devlettir. Örneğin yönetici bir sınıfa ait çocuk doğuştan yönetici olması zorunlu değildi. Onu yönetici yapacak şey kanı değil “yüksek ruhu” ve “erdemli” olmasıdır. Koruyucu sınıfına ait bir çocuk, yönetilen sınıfa geçebileceği gibi, alt sınıftan da üst sınıfa yükselme mümkündü.

 Bu ütopik devlette en önemli konulardan biri eğitimdir. Hem beden hem de müzik eğitimine büyük önem verilir. Çünkü Platon, sadece bildiğimiz klasik eğitim dersleri değil (ki matematik başta olmak üzere buna zaten çok önem verirdi) hem sağlam bir vücut hem de sağlam bir ruha sahip olunması gerektiğini savunuyordu. Özellikle ruhun bedenden önce gelmesi nedeniyle, ruhun eğitilmiş olması bir zorunluluktu. Ayrıca tüm koruyucu sınıfı içerisinde yasaları koyacak ve onları uygulayacak “üst düzey” yöneticilerin eğitimine daha da önem verilmeliydi. Onlar birer filozof gibi yetiştirilmeli tüm bilimler hakkında üst düzey bilgi sahibi olmaları gerekliydi.

 Platon; özel mülkiyet ve zenginlik konularına mesafelidir. Onun ideal devletinde özellikle koruyucu sınıfının mal mülk sahibi olmaması gerekmekteydi. Eğer yöneticiler zenginleşirse değer yargılarını kaybederler. Yöneticilik görevinin para için değil toplumun düzeni için yapılması gerekmektedir. Bu nedenle yöneticilerin sadece hayatlarını sürdürebilecek kadar maaş almaları gerekir. Bu düşünce tarih boyunca var olmuş yöneticilere büyük tezat oluşturmaktadır. Kendi konumu itibariyle eğer bu ideal devlet var olsaydı Platonun da servet sahibi olmasının önü kapanacaktı. Bu açıdan düşünceleri dürüstçeydi. Platon sadece yöneticilerin değil tüm toplumun aşırı zengin veya aşırı fakir olmasına karşıydı. Eğer böyle bir ekonomik uçurum olursa o devletten kargaşa yaşanacaktır. Ancak yine de yönetilenlerin mülkiyet hakkına karşı değildir. Toplumun çoğunu oluşturan bu sınıfın evi ve iş yerleri olabilir. Ancak yöneticilerde olamaz. Yöneticiler hep birlikte oturdukları evleri ve sofraları olacaktır. Bu açıdan sanki devlete hizmet eden bir komün yaşamı öngörür. Yasalar diyaloğunda ise hiç kimse kişisel olarak altın ya da gümüş para sahibi olamaz ama günlük alışverişlerde madeni para kullanabilir (742a). Yasalar’da  “Hiç kimse benden izin almadıkça, elden geldiğince benim malıma dokunamaz, en küçük parçasını kımıldatamaz” olarak genel bir kural konmasını savunur. (913a)


 Platon’un yaşadığı döneme bakıldığında, demokrasi ile yönetilen ülkelerde bile kadınların ikinci sınıf vatandaş olduğu gözükmektedir. Bu demokrasilerde belli bir yaş grubundaki erkekler oy verebiliyorlardı. Oysa kadınların böyle bir hakkı yoktu. Bu dönemde Platon’un –o dönem şartlarına göre- kadın erkek eşitliğine inanması dikkat çekicidir. Kadınlarda, erkekler gibi iyi bir eğitim almalı ve devlet için gerekli görevlere gelmeliydi. Hatta Sparta için normal olduğu gibi, kadınların erkekler gibi çıplak bir şekilde jimnastik eğitiminden geçmeleri doğaldı. Bu durum, Platon zamanında da, Sparta dışında, radikal bir görüştü. Kadın ve erkek doğal olarak farklılıklar barınsa da özünde birer insandır. Platon’a göre fiziki farklılık nedeniyle birebir aynı işleri alamasalar da, kadınları değerlendirmemek büyük bir insan kaynağı israfıdır.

 Bu devlette, aile devletin yönetiminde olacaktır. En iyi anne babaların en iyi çocuklar yapabilmesi için gerek seçilim gerekse kura ile devlet bunu kontrol edecekti. Sağlıklı ve doğuştan yetenekli çocukların doğması için gerekli anne baba uyumunun sağlanması devletin göreviydi. Hatta çocukların eğitimini devlet üstlenecek, çocukların kendi anne babalarını tanımamaları sağlanacaktı. Çocuklar tüm kadın ve erkeklerin çocuklarıydı. Onlar herkesin kardeşiydi. Tüm toplum bir aile gibi davranacaktı.  

 Platon sanata karşıdır. Ona göre bu dünya zaten gerçeğin taklididir. Sanat eserleri ise bu taklidin taklidini üretir. Örneğin bir ağaç resmini düşünelim. Ağaç ideası gerçektir. Ama bizim gördüğümüz ağaç bu gerçeğin bir kopyasıdır. Bu ağacın resmini çizersek aslında kopyanın kopyasını yapacağız. Bu da gerçeklikten iyice uzaklaşmak anlamına gelir. Platon, gençliğinde yazmış olduğu birçok oyun ve şiiri yakmıştır.

 Platon, Sofistlerin parayla felsefe öğretme yöntemine karşıydı. Ona göre felsefeyi bir şekilde para ile satmak gurur duyulacak bir davranış değildi. Sokrates’in ağzından neredeyse tüm eserlerinde Sofistleri eleştirmiş, hatta onları gülünç duruma düşürmüştü. Aynı şekilde görüşlerinden etkilense de Pythagorasçı okul anlayışına da karşıydı. Bu okullar gizli daha kapalı bir öğretimi benimsiyorlardı. Oysa Platon’un Akademisi herkese açıktı. Öğrencilerden ücret alınmazdı. Sadece biraz da matematiğin önemine verdiği vurgu ile okulun kapısında “Geometri bilmeye buraya girmesin” yazdırmıştı.

 Platon, Tanrıları kabul ederdi. Örneğin Yasalar’da güneşin bir Tanrı olduğunu kabul etmemeyi akılsızlığın son noktası olarak görür. (899b) Ünlü sofist Protagoras’ın aksineHer şeyin ölçüsü insan değil Tanrı’dır” der. Onun inancına göre Tanrıları doğru, adil ve en iyi olarak kabul etmek gerekirdi. Bu nedenle onların kusurlarını gösteren veya zaaflarından bahseden eserler ideal devlette olmaması gereken bir konudur. Birçok Yunan Mitolojisinde Tanrıların bu tarz zaafları yer alır. Bu durum Tanrıların doğal iyiliğine tezat oluşturur. Platon bu yüzden bu eserlerin hiç üretilmemesini var olanların da yok edilmesi gerektiğini savunur. Bu durum doğal olarak akıllara sansür konusunu getirir. O bu tarz bir sansür anlayışına karşı değildir. Çünkü bu doğaldır.

 

Zaman geçtikçe Platon, Devlet’teki görüşlerini biraz yumuşatır. Devlet Adamı’ında yasa kavramını vurgular. Her ne kadar yasa koyucu yasanın üstünde olsa da (çünkü o kusursuz bir filozof-kraldır) diğer herkesin üstünde olan bir yasa anlayışı vardır. Kusursuz bir filozof kralın olmama ihtimali Platon’u düşündürmüştür. Çünkü bu kadar mükemmel bir yönetici her zaman olamaz. Olsa bile her konuya yetişemez. Ya da ölümü sonrası hemen kendisi gibi biri çıkamaz. Bu nedenle toplumun gelişimine göre değiştirilebilir olan ancak genel kuralların konulduğu bir yasa olmalıdır. Yasalar kitabında ise yasayı hükümdarın da üstüne yerleştirir. Ayrıca birçok konuda ayrıntılı sayılar verir. Örneğin ev sayısının her zaman 5040 olması gerektiği, meclisin 360 kişi olması, düğünlerde her iki tarafında çağırdığı arkadaş sayısının 5’i geçmemesi gibi… Ayrıca işlenecek suçları ve onlara verilecek cezaları da tek tek açıklar.

 Platon’un özellikle Devlet kitabı felsefe tarihi içinde önemlidir. Onun idealizme yaptığı bu başlangıç birçok düşünürü de etkilemiştir. Her ne kadar çok farklı temel argümanları olsa da 20. Yüzyıldaki totaliter faşist ve sosyalist yönetimlerle ilgili bazı noktaları buralarda bulmak mümkündür. Rousseau’nun birçok görüşünün ardından Platon’u bulmak ilginçtir.

 Platon’un düşünceleri sadece felsefe de değil dinde de etkili olmuştur. Özellikle Hristiyanlığın ilk ortaya çıktığı yüzyıllarda Yunanca en önemli kültür dilliydi. Platon’un felsefesi de özellikle Anadolu ve Ortadoğu’da önemli bir yer tutuyordu. Ortodoks Hristiyan inancı ile Platon’un düşüncelerinin benzerliklerinin kaynağı aslında buydu. İlk Hristiyan düşünürlerinin çoğu kendi görüşleri ile Platon’un görüşlerinin uyumuna hatta benzemesine özellikle dikkat çekmişlerdir. Zaten tarihsel süreçte görüldüğü gibi Anadolu kökenli birçok mitin Hristiyanlığa geçmiş olması da bu süreci destekler. Örneğin Kriton, diyalogunda Sokrates şöyle der: “Bir insan ne eğrilik etmeli ne de bir kötülük görse bile herhangi birine kötülükle karşılık vermemeli.” Bu söz ile Hz İsa’nın öğretilerinin kesiştiği gözükmektedir. Aynı şekilde Sokrates ve Platon’un görüşleri Stoacılık ve Yeni Platonculuk’u direkt etkilediği de bilinir. Stoa Felsefesinin ahlak anlayışı ve Yeni Platonculuğun birçok argümanı ortaçağ boyunca ileride oluşacak Hristiyan Felsefesinin temelini oluşturacaktır. Ortaçağda Platon ve Yeni Platoncu Plotinos’un neredeyse “Hristiyan olmayan birer Aziz” mertebesine çıkarılması ilginçtir. Aynı şekilde İslam Dünyasında yaşanan felsefi gelişmelerde de birçok İslam Filozofu Platon’a çok şey borçludur.

 Bu derece bir etkileşim belki de sadece öğrencisi Aristoteles’e nasip olmuştur. Platon ve Aristoteles, düşünce tarihi boyunca soyut-somut, akılcı-deneyci, idealizm-materyalizm hatta belki de sağ-sol gibi birbiriyle mücadele halinde olan birçok akıma öncü olmuşlardır.

 Son olarak ünlü matematikçi ve filozof Alfred North Whitehead’ın ünlü sözünü hatırlayalım: “Bütün Felsefe tarihi Platon’a düşülmüş dip notlarından ibarettir.”

Platon'un ölümünden sonra kurmuş olduğu Akademinin başına Speusippos geçer. Ardından ise Ksenokrates (Xenocrates), Polemon ve Krates başkanlık etmiştir. Bu dönemde Akademi daha çok Platon'un görüşlerini koruma eğiliminde olmuştur. Ayrıca her şeyi matematiğe indirgeyen anlayışı daha da artırmışlardır. Bu matematik anlayışının fazla olduğunu düşünen Aristoteles'de okuldan ayrılarak kendi okulu "Liseyi" kurmuştur. Yüzlerce yıl boyunca Platonculuğun en önemli eğitim kurumu olan Akademi, ilginç bir biçimde zamanla Septizmin (Kuşkuculuk, Şüphecilik) merkezi olacaktır. Septiklerin Akademi Dönemini temsil eden bu dönemde, Akademinin başında bulunan veya ona dahil olan önemli filozoflar Arkesilaos, Karneades, Kleitomakhos, Larissalı Philon gibi isimlerdir. Ayrıca Askalon’lu Antiokhos gibi isimler ise Akademi ile Stoacılığı birleştirmeye çalışmışlardır.

    Orta Platonculuk denilen dönemde ise Platon'un görüşleri Yeni Platonculuk öncesi din ile felsefenin sentez çabalarını gösterir. Yahudi Philon ve Plutarkhos gibi isimler bu dönemin önemli isimleridir. Daha sonrasında ise Plotinos gibi Yeni Platoncu filozoflar Platon'un görüşlerini geliştirerek sürdürür.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...