Ockhamlı William

   Felsefeye bir bakış

46.Bölüm: Ockhamlı William

Yazan: Onur Çoban


Ockham’ın Usturası

     Skolastik Felsefenin son büyük filozofu olarak görülen Ockhamlı William, 1300’lü yılların ilk yarısında yaşamış olan ve mantık alanında yapmış olduğu çalışmalarla dikkat çeken din adamı / filozoflardan biridir.
 
       Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi, Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan HristiyanFelsefesi iki bölümden oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe
 
    Önemli Skolastiklerden DunsScotus’un öğrencisi olan William, Aristoteles’e verdiği önemle dikkat çeken Fransisken Tarikatına bağlı bir isimdir. Bonaventura ve Roger Bacon gibi üyeler yetiştiren bu tarikatın rakibi durumunda olan Dominiken Tarikatı ve onun en önemli ismi Aquinolu Thomas ın birçok düşüncesine de karşı çıkmıştır. Hocası Scotus gibi Oxford’da eğitim almış, Paris Üniversitesinde dersler vermiştir.
 



    Döneminde siyasal konularda da aktif bir rol oynayan İngiliz filozof, Papa’nın sınırsız otorite sahip olmasına karşı çıkmaktadır. Ona göre Kilise, laik yönetime yani krallara baskı kuramaz, onları görevden alamaz. Kilisenin otoritesi sadece din konusunda geçerlidir. Ancak Papa’nın din içinde de sınırsız bir gücü olamaz. Gerektiğinde genel konsil kurularak Papa denetlenmelidir. Kilisenin mutlak gücünü savunan Papalık, bu düşünceleri nedeniyle Padovalı Marsilius ve Cesenalı Michael ile birlikte üçünü aforoz eder. Alman İmparatoruna sığınan Ockhamlı William’ın “Sen beni kılıçla savun, ben de seni kalemle savunayım” dediği söylenir.
 
    Kiliseye karşı laik bir bakış açısına sahip olması Reform sonrası Luther’in de tercih ettiği tek Skolastik olarak kabul edilir. Ortaçağ felsefesi içinde daha laik bir çizgide yer alması nedeniyle felsefe tarihçilerince Modern Felsefeye bir geçiş olarak kabul edilir. Bertrand Russell, “Batı Felsefesi Tarihi” kitabında bunun bir yanılsama olduğunu söyler.
 
    Ockhamlı William’ın, ismi doğrudan eserlerinde geçmeyen, Ockham’ın Usturası kuramı önemlidir. Bu düşünceye göre azla yapılabilen şeyi çokla yapmak boşunadır. Bilim ve felsefede bir konu, bir varsayım olmadan da çözülebiliyorsa; o varsayımın kabul edilmesine gerek yoktur. Gereksiz fazlalıkları adeta bir ustura ile kesip atmak en doğrusudur. Kanıt ve öncülleri gereksiz yere çoğaltmaya çalışmak sadece asıl konunun anlaşılmasını ve doğrulanmasını zorlaştıracaktır. En basit olan açıklama büyük
www.onurcoban.com olasılıklı doğru olandır. Bu düşünceyi eserlerinde sıklıkla vurgulayan William’ın anısına ilerleyen yüzyıllarda bu düşünceye Ockham’ın Usturası adı verilmiştir.
 
    Ockhamlı William, ortaçağın önemli sorunlarından olan Tümeller Sorununda adcı / Nominalist bir filozof olarak dikkat çeker. Boethius tarafından başlatılan tümeller tartışmasında, bazı taraflar tümellerin sadece birer ad / isim olduklarını, bazıları da gerçekte var olan bir kavram olduklarını savunmuşlardır. Bu tartışmada Platonun izinden gidenler Gerçekçi / Realist olarak isimlendirilirler. Anselmus ve Augustinus gibi isimler bu görüşü savunur. Diğer bir grup tümellerin gerçekte olmadıklarını onları sadece birer ortak isim olduğunu savunanlardır. Bunlara Adcılar / Nominalistler denir. Bu görüşü savunan en önemli isim Ockhamlı Williamdır. Üçüncü bir görüş ise ilk iki görüşün adeta sentezidir. Aristotelesin izinden giden ve tümellerin nesnelerin dışında değil ona içkin olduğunu savunanlar için Tümeller gerçekte yokturlar ama sadece birer ad da değillerdir. Abelardus, Albertus Magnus, Aquinolu Thomas bu görüşe dahil olan filozoflardır.
 
    Mantık alanına özel bir önem veren William, Aristoteles’in mantığını incelemiş ve terimler konusunda çalışmalar yapmıştır. Dilin önemine vurgu yapar. Tikellerin gerçekliğine inanır. Aquinolu Thomas ın aksine daha net bir adcılık yapar. Ockhamlı ’ya göre insan sadece tikeller ile bilim yapabilir. Tümeller sadece Mantıkta kullanılabilir.
nurcoban.com Ancak mantık bu tümellerin anlamlı olup olmadığına veya nasıl oluştuğuyla ilgilenmez. Mantığın konusu terimlerin nasıl anlamlı bir biçimde kullanılacağıdır.
 
    Ockhamlı William’a göre tümeller gerçek değil sadece birer araçtır. Zamandan kazanmak, olayları daha kolay algılamak için kullanılan bir aracıdan fazlası değildir. Sadece birer isim, birer addır. Realistler aynı Platon’un ideaları gibi tümel gerçekliğe inanırlardı. Aquinolu Thomas gibi daha sentezciler ise tümelleri gerçek kabul etmeseler de tüm tikellerin ortak bir şeye kısmen bağlı olması gerektiğini söylerlerdi. Ockhamlı ya göre bu sadece Platon felsefesinden gelen bir yanılsamaydı.
 
    Hocası Duns Scotus gibi teoloji ve metafiziği birbirinden ayırmayı hedefleyen Ockhamlı, Scotus ve zaman zaman karşıt görüşlerde olduğu Aquinolu Thomas gibi Tanrı’nın a priori değil, deneye dayalı a posteriori kanıtlara ihtiyaç duyduğunu belirtir. Yüzyıllar sonra John Locke ’un dediği gibi insanın doğuştan verilere sahip bir zihni yoktur. Scotus gibi o da Tanrı’nın iradesinin akıldan daha önemli olduğunu düşünür. Tanrının varlığı ve bu evreni yaratması akılla kavranamadığı gibi akılcı olması da gerekmez. Tanrı nasıl istediyse öyle vardır. O halde Teolojiyi akılla anlamaya çalışmak gereksiz bir çabadır. Sadece Tanrıya inanmak gerektiği gibi Felsefe ve diğer alanların, Teolojiden ayrı düşünülmesi de gereklidir. Hristiyan bir düşünür olan William, kendisinde sonra gelecek modern filozofların aksine tereddüt etmeden ve akılcı olup olmasına bakmadan Tanrıya inanması ile onlardan ayrılır. Ancak aynı onlar gibi din ve bilimin ayrılmasını seküler bir düşünce ile savunur. Adcılık düşüncesiyle tümellerin bilimde önemli sayılmasına karşı çıkar. Din kaynaklı olan bu düşünce tikel ve deneyimin incelenmesine ve bilimin bu dünyaya değil aşkın bir dünyadan medet ummasına nedenle olmuştur. Bu da bilimin ilerlemesine zarar verir. İlerleyen yüzyıllardaki Bilimsel Gelişmeler bu düşüncelerden beslenmiştir.
 
        Ockhamlı William’ın seküler görüşleri Rönesans döneminin habercisi olarak görülebilir. Skolastik felsefenin son büyük filozofu olan William ile birlikte Hristiyan Felsefesi olarak isimlendirilen dönem de sona ermeye başlar.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Duns Scotus

Felsefeye bir bakış

45.Bölüm: Duns Scotus

Tanrı İradesi
 
    Skolastik Felsefenin önemli isimlerinden olan John Duns Scotus ortaçağın önemli din adamı ve filozoflarından biridir. Doctor Subtilis ünvanlı filozof, özellikle akıl karşısında iradeye verdiği önemle dikkat çeker.
 
    Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi, Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan Hristiyan Felsefesi iki bölümden oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe
 
    Skolastik felsefenin en üretken dönemlerinde yaşayan Duns Scotus (1266-1308) yine önemli bir din adamı/filozof olan Bonaventura gibi Fransisken Tarikatının bir üyesidir. Aziz Fransis tarafından kurulan ve tam bir yoksulluk savunucusu haline getirmek istediği bu tarikat, hızla yayılarak dönemin diğer tarikatı Dominiken Tarikatı ile birlikte hem kilise de hem de felsefede etkin oldu. Dominiken Tarikatı Thomas Aquinasın baskınlığı karşısında çok farklı fikirler üretemese de, Fransisken Tarikatı; Bonaventura, Roger Bacon, Duns Scotus ve Ockhamlı William gibi önemli din adamı / filozoflar yetiştirdi.



 
    İskoçyalı Duns Scotus, Oxford’da eğitim gördükten sonra Paris Üniversitesinde dersler vermiştir. Scotus, öncelikle o zaman kadar neredeyse iç içe geçmiş olan Teoloji ile Metafiziği ayırmakla işe başlar. Metafizik; varlığı, varlık olmak bakımından inceleyen felsefe alanıdır. Tanrıyı anlamak/araştırmak ise Teolojinin alanıdır. O bu ayrımı yaparken aslında Teolojiyi, rasyonel zeminin sınırlarından çıkararak özgürleştirmek istemiştir. Ancak uzun vadede bu dinle felsefeyi ayıran sürecin başlangıcı da olmuştur.
 
    Duns Scotus, Tanrının varlığının a posteriori bir delile dayanması gerektiğini düşünüyordu. Tanrının var olduğundan şüphe etmese de bunun kanıtlar yoluyla ortaya konmasını önemli buluyordu. Onun için doğuştan gelen a priori bir Tanrı kavramı yoktu. 
www.onurcoban.comYüzyıllar sonraki John Locke’ un Tabula Rasa düşüncesi gibi, insanlar bu dünyayı deneyim ve gözlemler yoluyla yani aposteriori bir şekilde algıladığına vurgu yapan Scotus’a göre, Tanrıyı da duyular yoluyla anlayabilmeliydik. İnsan akıl yoluyla Tanrı’yı düşünebilir ancak bu belirsizlikler içerir. Ona göre Tanrı, aynı Aristoteles’in Tanrı anlayışı gibi Ereksel bir neden, hareket etmeyen hareket ettirici gibi bir zorunluluktur. Ancak bu hareket etmeyen hareket ettirici dünyanın yaratıcısına değil, sadece ilk hareketin sebebini açıklar.
 
    Doğa incelendiğinde her şeyin bir ön nedeni olduğu gözükür. X’in nenedi Y’dir. Y’nin nedeni de Z’dir. Bu neden zinciri sürekli ilerlese de Duns Scotus’a göre sonsuza kadar gidemez. Bu nedenle bu zincirin en başındaki bir “ilk neden” zorunludur. Bu da ancak Tanrı olabilir. Bu Tanrı anlayışı Aquinolu Thomas ile benzerlik gösterir.
 
    Johannes ScottusEriugena, Anselmus gibi birçok Skolastik filozof yaratılan her şeyin Platon’un ideaları gibi bir örnekten türediğini, bu ideaların da Tanrının zihninde olduğunu düşünüyorlardı. Oysa Duns Scotus, bu idea düşüncesinin Tanrıyı sınırlamak olduğunu söyledi. Çünkü zorunlu idealardan yaratılan varlıkların meydana gelmesi, Tanrı’nın iradesini, isteğini yok saymak demekti. Bu da onun “yetkin olma” özelliğini yok ederdi. Bu konuda izinden gittiği Bonaventura’dan farklı düşünüyordu. Bonaventura, idealar konusuna daha önem vermekteydi.
 
    İradecilik denilen bu düşünceye göre; Tanrı evreni zorunluluktan değil kendi isteğiyle, iradesiyle yaratmıştır. Tanrı özgür iradesiyle varlıkları meydana getirmiştir. Bu nedenle bu evren olması gereken en iyi evren demek yanlıştır. Öyle bile olsa bu zorunlu olduğundan değil Tanrı öyle istediği için öyledir. Tanrı bambaşka bir şey isteseydi o evren ve
onurcoban o varlıklar gerçek olurdu. Yine yüzyıllar sonra Leibniz, bu dünyanın mümkün dünyalar arasında en iyisi olduğunu savunması ve karşısında Voltaire’in bunu eleştirmesi de önemli bir nottur.
 
    Bu düşünce ahlak alanında da önemlidir. İyi olan evrensel bir zorunluluk değil Tanrı onun iyi olmasını istediği için iyidir. Tanrı bambaşka bir ahlak yasası isteseydi o yasa geçerli olurdu. Bu nokta Duns Scotus, ahlakın genel geçer ve evrensel olmadığı için bir eleştiri yapmadığını da belirtelim. O, Tanrının iradesine mutlak inanmayı savunmaktadır. ona göre akıl önemli de olsa irade karşısında ancak ikinci plandadır.
 
    Duns Scotus, yaşadığı yüzyılda yükselen Aristoteles etkisine karşın Bonaventura gibi Platon ve Augustinus’un görüşlerini savunmaktaydı. Bu konuda Aquinolu Thomas ile zaman zaman karşıt görüşlerde yer aldılar.
 
    Bireyleşme İlkesi denilen düşünceye göre varlık ile öz aynı şeydi. Duns Scotus’a göre iki farklı varlık ne kadar benzese de, aynı tür olsa da, her zaman ayrı özlere sahipti. Oysa Aquinolu Thomas bu konuda ikili bir anlayışa sahipti. Aziz Thomas, maddi varlıkların aynı öze sahip olduğunu (uzaydaki konumu dışında); ruhun ise, metafizik bakımdan ayrı özlere sahip olduğunu savunuyordu. Duns Scotus’a göre, Varlığın tek anlamlığı olarak isimlendirilen düşüncede bu ikili yapı yoktu. Ayrıca Haecceitas kavramı yani Bu’luk kavramını ortaya atmıştır. Bir şeyi diğer türden ayıran yani bu yapan şey haecceitas tır. Bu konuda Gilles Deleuze de yüzyıllar sonra bu düşünceden pay alacaktır. Yine bu konu İslam Filozofları, İbni Sina ve İbn Rüşd tarafından da tartışılmıştır.
 
    Duns Scotus, İslam Felsefesinin önemli isimlerinden İbn Rüşd ve onun hızla yayına İbn Rüşdcülük akımına karşıdır. Avrupa’da Hristiyan düşünürler arasından hızla yayılan ve bir Müslüman filozofun düşünceleri kaynaklı olduğu için eleştirilen bu akımın, birçok taraftarı Scotus’un da çalıştığı Paris Üniversitesinde bulunuyordu. Ancak Katolik inancıyla çeliştiği gerekçesi ile bu akıma inanan filozof/din adamları cezalandırıldı.www.onurcoban.com
 
    Duns Scotus’un başka bir önemli görüşü Hz. İsa’nın annesi Meryem’in günahsız doğmuş olmasıdır. Hz Meryem’e Hristiyanlık özel bir önem verse de, Hz İsa’nın çarmıha gerilerek tüm insanlığı ilk günahtan kurtarması görüşü sorun yaratmaktadır. Buna göre bu olaydan önce doğan Meryem’in günahsız olup olmaması din adamlarınca tartışılmış AquinoluThomas, Meryem’in İsa sonrası günahtan kurtulduğunu Duns Scotus ise onun ilk günahtan muaf olduğunu savunmuştur. Bu düşünce Hz İsa’nın kurtarıcılığını sınırladığı için Scotus’a baskı yaratmıştır.
 
    Duns Scotus, yaşadığı yüzyılda Skolastik Filozoflar içesinde önem verilen ve takip edilen bir isim olsa da Rönesans ve Hümanizm döneminde geri plana atılmıştır. Özellikle Papa yanlısı düşünceleri nedeniyle ilerleyen yüzyıllardaki reformcuların tepkisini çekmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan Dunce / Duns terimi “aptal” gibi olumsuz bir anlam taşıyarak günümüze kadar gelmesi ilginçtir. 1960’lardan sonra ise Scotus adeta yeniden hatırlandı. 1993 yılında ise Papa tarafından kutsandı.
 
    Düşünceleri felsefe tarihi boyunca önemli izler bırakmıştır. Ockhamlı William gibi önemli bir skolastiğe öncül olmuştur. Deneye verdiği önem doğrudan olmasa da yüzyıllar sonra ortaya çıkacak olan ve John Locke, David Hume gibi isimlerin oluşturduğu İngiliz Empirizm (Deneycilik) akımının da habercisidir. Duns Scotus ayrıca Amerikan Pragmatistlerinden Charles Sanders Peirce’e de birçok konuda öncü olmuştur.


Yazan: Onur Çoban

 Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Aquinolu Thomas

  Felsefeye bir bakış

44.Bölüm: Aquinolu Thomas

Yazan: Onur Çoban

Aristoteles ve Hristiyanlığın Birleşimi

Skolastik Felsefesinin doruk noktası olarak görülen Aquinolu Thomas, Hristiyanlığı Platon etkisinden çıkararak Aristoteles etkisine sokan önemli bir din adamı / filozoftur.

Ortaçağın en önemli felsefe geleneklerinden olan Hristiyan Felsefesi önceki bölümlerde anlatıldığı gibi iki bölümden oluşur. İlki daha alaylı diyebileceğimiz din adamı filozofların özellikle kilise babalarının oluşturduğu Patristik Felsefe, diğeri de artık kurumsal bir okul/kilise eğitiminden geçen din adamı filozofların oluşturduğu Skolastik Felsefe.

 Patristik Felsefede özellikle Aziz Augustinus nedeniyle ile Platon’un etkisi oldukça yüksektir. Yeni Platonculuktan da birçok şey alan Hristiyanlık, yüzlerce yıl boyunca felsefesini bu akıma göre şekillendirmiştir. Aziz Augustinus; Plotinos için “Biraz geç yaşasaydı ve birkaç söz değiştirseydi Hristiyan olacaktı” der. Ayrıca Vatikan’da Plotinos’un lahdi bulunur. Bu da Katolik Kilisesi tarafından, pagan olsa da, Plotinos’a önem verildiğini gösterir. Yunan Kilise Babalarından Justinus da, Platon’un idealar öğretisine özel bir önem vermiştir. İskenderiye Okulundan İskenderiyeli Clement, Origenes; Latin Kilise Babalarından Aziz Ambrosius ve öğrencisi Hristiyan Felsefesinin iki büyük isminden biri olan Augustinus, Platon’un görüşleri ile Hristiyanlığı adeta şekillendirmişlerdir.



Ortaçağda Platon’un eserlerinin önemli bir kısmı Latinceye çevrildiğinden Avrupa’da biliniyordu. Ancak Aristoteles’in eserleri Hristiyanlarca pek bilinmezdi. Boethius un çevirisi ile Aristoteles’in sadece mantık alanında çalışmaları Latinceye çevrilmişti. Oysa aynı dönemde İslam Felsefesi Aristoteles hakkında şerhler yazıyordu. Yunancadan Süryaniceye oradan da Arapçaya çevrilen Aristoteles’in eserleri, özellikle İslam Dünyasındaki büyük çeviri hareketi ile doruk noktasına ulaştı. İbni Sina ve Farabi gibi filozoflar Aristoteles etkisi ile eserler yazdılar. Endülüs (İspanya) de yaşayan İbn Rüşd bu geleneği sürdürdü. Onun etkisi ile Aristoteles kitapları Arapçadan Latinceye çevrilerek Avrupa’da yayıldı. Önce İbni Rüşdcülük denilen bir akım baş gösterdi. Yine de Kilise Platon’un özellikle İdealar kuramının etkisi ile İbni Rüşdcülere karşı çıktı. Müslüman bir filozofun etkisi ile felsefe yaptıkları gerekçesi ile bu Hristiyan filozoflar çoğunlukla cezalandırsa da Aristoteles etkisi yavaş yavaş yayıldı.

 Skolastik Felsefenin ilk yıllarında Anselmus gibi isimler Platoncu felsefeye devam etseler de bir Dominiken olan Aquinolu Thomas, Aristoteles’i Skolastik felsefenin merkezine oturttu. O yıllarda rakip durumda olan Dominiken ve Fransisken Tarikatları önemli din adamı / filozoflar yetiştirdi. Fransisken Tarikatı, Roger Bacon, Bonaventura, Duns Scotus, Ockhamlı William gibi isimler çıkarsa da Dominiken Tarikatı daha çok Aquinolu Thomas’ın gölgesinde kaldı. Yine de Albertus Magnus gibi Dominiken Filozoflar da yetişmiştir.

 1225-1275 yılları arasında yaşayan Aquinolu Thomas; Thomas Aquinas, Aziz Thomas isimleriyle de bilinir. 1322 yılında Aziz olmuş, 1879 yılında ise Papa tarafından görüşleri Katolik Kilisesinin resmi görüşleri olarak kabul edilmiştir. O tarihten itibaren Aquinolu Thomas’ıwww.onurcoban.com eleştirmek Kiliseyi eleştirmekle eşdeğerdi. Bu yüksek mevkii doğal olarak Aristoteles de almıştır. 1960’lardan sonra ise bu hafifletildi. Aquinolu’nun görüşleri günümüzde tartışılmaya başlanmıştır.



 Soylu bir aileden gelmesine rağmen Dominiken Tarikatına üye oldu. Aziz Dominik tarafından kurulan bu tarikat kilisede ve üniversitelerde Fransiskenlerle mücadeleye girişti. Albertus Magnus’dan dersler alan Thomas, Paris Üniversitesinde dersler vermeye başladı. Aristoteles’ten oldukça etkilendi. Onun eserlerine yorumlar yazdı. O sıralarda Arap yazarların etkisinde bir Aristotelesçilik uygulanmaktaydı. Aziz Thomas’ın amacı başta İbn Rüşd olmak üzere İslam Filozoflarının Aristoteles’i yanlış yorumladığını, gerçek Hristiyan düşüncesinin bu olması gerektiğini göstermekti. Bu fikir ilk zamanlar Kilise tarafından tepki çekse de zamanla hakim görüş haline geldi.

 Aquinolu Thomas, inançlı bir din adamı olarak vahiy bilgisinin önemine vurgu yapar. Ancak çağdaşları gibi akılcı düşünceyi bir kenara atmaz. O vahiy bilgisinin mutlak doğru olduğunu kabul eder. Ancak bunu daha çok rasyonel düşüncenin ilk ilkeleri olarak görür. Bu ilkelerin hazır bir ön koşul olması veya onların ispatlanamaması sorun değildir. Birçok bilimde ön koşul olan ve ispatlanmadan sürecin sürdürüldüğü varsayımlar olduğunu vurgular. Aquinolu Thomas’a göre aklın yardımıyla kanıtlanabilen şeylere felsefe, sadece iman yoluyla kabul edilebilen şeylere teoloji bakar. Örneğin akıl yardımıyla Tanrı bilinebilirdi ki Aristoteles’te “Hareket etmeyen hareket ettirici” Tanrı anlayışına ulaşmıştı. Ancak Teslis yani üçlemenin (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) kanıtlanması imkansızdır. Onu sadece iman yoluyla bilebiliriz. Akıl ve vahiy tezat değil birbirini tamamlayan konulardır.

 Aquinolu Thomas, birçok Hristiyan teoloğunun sadece Tanrı ile uğraşmasını; bilim ve felsefe ile yani bu dünya ile uğraşmamasını eleştirir. Ona göre maddi dünyayı yok saymak, Tanrının yarattıklarından da kopmak anlamına gelir. İdealar dünyasını savunan Platonculuğa bir tepki…

 Platon ve onun izinden gidenler ikili bir dünya anlayışını benimsiyorlardı. Bu dünya maddi ve tıpkı bir gölge gibi gerçek olmayandır… Asıl var olan idealar dünyası ise kusursuzdur. Bu dünyadaonurcoban her şey ideaları örnek alır ve o kusursuzluğa ulaşmaya çabalar. Oysa Aristoteles sadece bu dünyanın gerçek olduğunu savunuyordu. O da Platon gibi ikili bir yapı öneriyordu, Form ve Madde… Ancak her ikisi de bu dünyaya aitti. Aquinolu Thomas’ta birçok Hristiyan din adamının Platonculuğunu eleştirdi.

 Aquinolu Thomas, bu dünyaya verdiği önemle devam eder. Ona göre bir varlık zinciri bulunur. Bu zincirin tepesinde ise Tanrı vardır. Ona göre Tanrının varlığı apaçık bir gerçektir. Ancak yine de bunu akıl yoluyla kanıtlanabileceğini söyler. Bu iki şekilde gerçekleşir. Biri salt akılla, ön kabulle yani a priori şekilde; diğeri ise deneyimle a posteriori şekilde.

 A priori yönetimi Augustinus ve Anselmus kullanır. Örneğin; Anselmus’un, kendisiyle özdeşleşen Ontolojik Argüman veya Ontolojik Kanıta göre; her insanın zihninde hatta inanmayanlarda bile şöyle bir düşünce vardır. Her şeyden mükemmel olan bir Tanrı... Bunu herkes düşünebilir. Peki, bu düşünce bizim zihnimizde neden var. Bunu deneyimlemesek bile böyle bir şeyi düşünebiliyoruz. Yani A piori olarak deneyimlemeden, mükemmel her şeyden üstün bir varlık hayal edebiliyoruz. Bu argümanının ilk aşamasıdır. Sonra şöyle devam eder. Eğer mükemmel bir Tanrı düşünebiliyorsak bu ya sadece zihnimizdedir ya da hem zihnimizde hem de gerçek dünyada vardır.

 Şöyle devam der; eğer hem zihnimizde hem de gerçek dünyada mükemmel varlık yani Tanrı varsa zaten Tanrı vardır. Ancak bir şey sadece zihnimizde varsa ve gerçek dünyada yoksa o en mükemmel olamaz. Çünkü bir şeyin en mükemmel olması için var olması zorunludur. Var olamayan bir şey kusurludur. Bu durumda mükemmel bir Tanrıyı gerçekte yoksa bizim mükemmel Tanrı düşüncemiz hatalı/eksik olur. Bu durumda düşünce kendisiyle çelişir çünkü mükemmel düşüncesi mükemmel değildir. (Çünkü var olmak bakımında eksiktir)www.onurcoban.com

 Bu durumda, hem zihinde hem de gerçekte bir mükemmel olan yani Tanrı var olmak zorundadır. Bu Ontolojik kanıt olarak sunulan düşüncenin Anselmus tarafından ortaya çıkan ilk halidir. Ondan yüzyıllar sonra Descartes, Spinoza, Leibniz gibi filozoflar bunu daha da geliştirecektir. Ancak Hume ve Kant gibi filozoflar bu düşünceyi hatalı bulacaktırlar.

 A posteriori yöntemi Aquinolu Thomas kullanır. Ona göre doğuştan bir bilgiye sahip değiliz.onurcoban.com Deneyim ve gözlemle bilgileri elde etmekteyiz. Bu nedenle Tanrı’da ancak bu şekilde kanıtlanabilir. Tanrıyı göstermek için kullandığı ve Beş Yol olarak bilinen ünlü beş kanıtı bu açıdan önemlidir.

 

İlk kanıtına Kozmolojik Argüman adı verilir. Bu kanıta göre, doğada her şey hareket halindedir. Ancak hiçbir varlık kendi kendisini hareket ettiremez. Her hareket eden, bir hareket ettiriciye muhtaçtır. O hareket ettirici de başka bir hareket ettiriciye bağımlıdır. Bu zincir aşama aşama ilerlese de sonsuza kadar gidemez. En başta ilk hareketi başlatan bir hareket ettirici olmalıdır. Bu, hareket etmeyen hareket ettirici bir zorunluluktur. Bu da Tanrı’dır. Burada Aristoteles’in Tanrı anlayışı hemen hatırlanacaktır.

 

İkinci Kanıt yine Kozmolojik Argümana ve Aristoteles’e dayanır. Her şeyin bir fail nedeni vardır. Bir nedeni olmayan sonuç olamayacağı gibi, o nedeninde kendi nedeni vardır. Bu zincir bizi ilk nedene götürür. Her şeyi başlatan bir ilk neden yani Tanrı olmazsa bu neden zinciri oluşamaz ve varlıklar meydana gelemez.

Üçüncü Kanıt hem Kozmolojik Argümana hem de İslam Filozoflarına dayanır. Bu kanıta göre varlıkların iki aşaması olur. Var olmak ve var olmamak. Doğal varlıkla bu ikisine de sahiptir. Bir hayvan şuan var olabilir ancak öncesinde var değildi. Tüm varlıklar bu şekilde var olup var olmuyorlarsa, evrende hiçbir var olan olmadığı bir an bulunabilir ki bu da saçmadır. O zaman hep var olan ve hiç yok olmayacak bir zorunlu varlık olmalıdır. Bu da Tanrı’dır.

 

Dördüncü Kanıt, varlık derecelerine dayanır. Bazı varlıklar iyi, güzel, çirkindir. Bazı varlıklar ondan daha iyi, daha çirkindir. Bu şekilde bir karşılaştırma yapabiliriz. Ancak bunun içinde bir standart olmalıdır. En iyi, en güzel olanı bilirsek bu karşılaştırmaları yapabiliriz. Bu mutlak iyi mutlak güzel sadece Tanrıdır. Tüm iyilikler ondan kaynaklıdır.

 

Beşinci Kanıt, evrendeki düzene dayanır. Canlı varlıkların bir uyumu bir amacı vardır. Ancak doğa gözlemlendiğinde cansız varlıkların da birer amacı birer faydası olduğu gözükmektedir. Evrendeki düzenin ve uyumun mükemmelliğine sadece Tanrı sebep olmuş olabilir.

 

Aquinolu Thomas’a göre Tanrının e olduğunu tam olarak bilemeyiz. Tanrı’ya iyi ve güzel diyebiliriz. Ancak bunlar insani sıfatlardır. En güzel, en iyi bile Tanrının iyilik seviyesini gösteremez. İnsan zihni onun özünü kavrayamaz. Sadece Tanrı kendi kendisini bilebilir. Yüzyıllar önce yaşayan Johannes Scottus Eriugena Tanrı’nın da kendisini bilemeyeceğini söylemiştir. Çünkü biz şeyleri; büyüklük, ağırlık konum gibi kavramlarla bilebiliriz. Tanrı ise bunlarla sınıflandırılamaz. Bu açıdan aşkındır ve bilinemez.

 Aquinolu Thomas’ın en önemli felsefi konusu öz ve varlıktır. Aristoteles’in izinden giden Aquinolu Thomas’a göre Öz bir şeyi, o şey yapan temeldir. İnsanların hem özü hem de sıfatları vardır. Aristoteles’e göre bir şeyi anlamak için 10 kategoriyi kullanırız. Bunlar Töz, nicelik, nitelik, bağıntı, yer, zaman, iyelik (sahiplik), durum, etkinlik ve edilginliktir.

        Örneğin, dün sınıfta otururken yazı yazan 1.70 boyunda esmer, diğer insanlardan zayıf birini izlediğimizi düşünelim. İnsan, tözdür. Yani asıl olan, kendisinden başka bir şeye ihtiyaç olmayan... İnsanın boyunun 1.71 olması niceliği yani sayılabilir bir özelliği, esmer olması niteliği yani ölçülebilir olmayan özelliğidir. Bu insanın diğer insanlardan zayıf olması bağıntı, okulda olması yer, dün okulda olması zaman, oturuyor olması durumu gösterir. Bu kişin şapka takması sahiplik/iyelik, yazı yazması etkinlik bizim tarafımızdan izlenmesi ise edilginliktir.

            İbni Sina ve Farabi’nin vurguladığı gibi İnsanın yer, zaman, nitelik gibi arazları / ilinekleri zorunlu değil ama içkindir. Yanı bu sıfatlar onun o anki durumunu gösterir ama onu için zorunlu bir unsur değildir. Bir insanı insan yapan şey bu sıfatlar değil daha zorunlu bir iç nedendir. Bu özdür. İnsanların bazıları sarışın bazıları esmer olabilir. Ama hepsine insan diyoruz. Onları insan yapan temel bir ortak nokta vardır. Bu özdür.

            Aquinolu Thomas, Aristoteles’in izinden giden birçok filozof gibi öz ve varlık kavramlarına önem verir. Ona göre Öz ve varlık farklı şeylerdir. Öze sahip bir şeyin var olması olasıyken olmaması da olasıdır. Örneğin bir ağacın özü vardır. Ağacın varlığı da mümkündür. Ancak tek boynuzlu atı ele alalım. Onu tarif edebiliyoruz. Onu o yapan varsayımı tüm insanlık hayal edebiliyor. Ancak tek boynuzlu at gerçek değildir. Yani var değildir. O halde bir şeyin özü ile varlığı farklı şeylerdir. Maddi varlıkların aynı türleri aynı öze sahiptir. Bunun tek istisnası uzaydaki konumlarıdır.

            Sadece Tanrıda varlık ve öz birdir. Onda var olmama diye bir şey olamaz. Tanrının özü ve varlığı iç içedir. Bu konuda DunsScotus farklı düşünmektedir. Ona göre varlık ile öz tüm şeylerde birliktedir.

Aquinolu Thomas’a göre, Tanrının bir iradesi vardır. Tanrı her şeyi isteyebilir ancak bazı şeyleri zorunlu olarak istemez. Örneğin Tanrı başka bir Tanrı yaratamaz, kendisini yok edemez, Üçgenin iç açılarının toplamını değiştiremez. Bu zorunlu ve mutlak şeylerin Tanrı tarafından değişmesi özünde tutarsızlıktır. Oysa İradeciliğe önem veren Duns Scotus, Tanrı’nın evreni zorunluluktan değil kendi isteğiyle yarattığını söyler. Tanrı özgür iradesiyle varlıkları meydana getirmiştir. Bu nedenle bu evren olması gereken en iyi evren demek yanlıştır. Öyle bile olsa bu zorunlu olduğundan değil Tanrı öyle istediği için öyledir. Tanrı bambaşka bir şey isteseydi o evren ve o varlıklar gerçek olurdu.  

 Ortaçağın ünlü problemi olan Tümelle Sorunun da Aquinolu Thomas adcı bir düşünce belirler. Boethius tarafından başlatılan tümeller tartışmasında, bazı taraflar tümellerin sadece birer ad / isim olduklarını, bazıları da gerçekte var olan bir kavram olduklarını savunmuşlardır.www.onurcoban.com Bu tartışmada Platonun izinden gidenler Gerçekçi / Realist olarak isimlendirilirler. Anselmus ve Augustinus gibi isimler bu görüşü savunur. Diğer bir grup tümellerin gerçekte olmadıklarını onları sadece birer ortak isim olduğunu savunanlardır. Bunlara Adcılar / Nominalistler denir. Bu görüşü savunan en önemli isim Ockhamlı Williamdır. Üçüncü bir görüş ise ilk iki görüşün adeta sentezidir. Aristotelesin izinden giden ve tümellerin nesnelerin dışında değil ona içkin olduğunu savunanlar için Tümeller gerçekte yokturlar ama sadece birer ad da değillerdir. Abelardus, Albertus Magnus, Aquinolu Thomas bu görüşe dahil olan filozoflardır.

 Aquinolu Thomas, tümellerin ayrı bir gerçekliği olduğunu kabul etmez. Gerçek olan tek tek kişiler, tikellerdir. Oysa Ockhamlı William gibi de katı bir adcılığı savunmaz. Realistlerle orta bir noktada adeta birleşir. Ona göre Platon’un ideaları gibi ayrı bir Tümel yoktur, ancak tikellerin içinde bir ortak duyu vardır. Tümeller ona göre bir tür soyutlamadır. Bu soyutlama sayesinde varlıklar daha rahat açıklanabilir. Ancak bu gelişi güzel yapılmış bir soyutlama değildir.

 Skolastik felsefe içerisinde Bonaventura gibi Platon görüşlü filozofların karşısında Aristoteles’i kayan Aquinolu Thomas, Aziz Augustinus ile birlikte en büyük iki Hristiyan filozofundan biridir. Onun etkisi sadece ortaçağda değil günümüze kadar sürmüştür. Bilimsel Gelişme, Reform ve Rönesans döneminde bu etki felsefe de kırılsa da teoloji konusunda neredeyse tek otorite olması devam etmiştir. Her ne kadar bir Dominiken olsa da Fransisken iki düşünür Duns Scotus ve Ockhamlı William onun görüşlerinden oldukça etkilenmişlerdir.

Yazının diğer bölümleri için tıklayınızFelsefeye bir bakış-Giriş-


Onur Çoban


. Felsefe tarihinin diğer bölümleri için;

Felsefeye bir bakış-Giriş-


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...